Cumartesi, Mayıs 17, 2025

Zannettiklerimin Fevkindeki Âyân

Hatice Kübra Ergür

Paylaş

İlk nokta Başlangıç noktası

Hakikate

Biri dedi

İlk nokta aşktır

Ve öbürü dedi

Aynı zamanda

Son nokta”

(Sezai Karakoç)

İnsan kâinatın, tüm duvarları ayna ile örülmüş bir ev misali olduğunu anladığında artık aynalardan yansıyanın ancak yüreğinden süzülen huzmeler yahut gölgeler olduğunu fark etmeye başlar. Öyle ya fark edebilmek, baktığını görmeye talip olan insanın ilk kalemidir. O yüzden insana “Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı?” (Hac Suresi 46) denmemiş midir? Baktıklarımızın dışında göreceklerimizin, gördüklerimiz dışında hakikatlerin olduğunu söylemez mi bize yeryüzü, bu yüzden gezip dolaşmalı değil miyiz? Bakmayıp bizzat görünce anlamıyor muyuz aslında zannettiklerimizin birer illüzyon birer galat-ı his olduğunu? Sonra bir hakikat koşuşturmasına başlıyoruz: Nedir bu zannettiklerimin fevkindeki âyan… Benim bilemediğim ama apaçık vârolan? Sonra “Bir ihtizaz çıkar gelir ne tılsım ne efsundur; ne göz bağı ne de sihir… Bu bir vecddir, bu bir aşktır, yıkar geçer, yapar geçer.” (Samiha Ayverdi)

Bir ihtizaz beni dürter, bu her şeyiyle kendimce süslediğim süregelen metropolleşmiş hayatımın yumuşak koltuğunda. E bir bakmışım ki ben de aynayım. Ben de bu kâinat aynasını temaşa eden bir tecelliden başkası değilim. Ne ki o hâlde benden kâinatın aynalarına yansıyan? Yüreğimin bana gösterdiğinden başkasını yansıtabilir miyim ben? Bildiğim, bana öğretilen, gösterilen ve böyle böyle zannıma yerleşmiş ve nihayet ben olmuş hülyalar yakışıyor mu bu her zerresiyle kusursuz kâinatta yansımaya?

Bu ayna-yı âlem bin bir tür tecelli ile kendisini yaratan Kâdir-i Mutlak’ı yansıtırken, ben hangi ışıkla süzebilirim kalbimi, aynalara. Beni bu fikirlerle dürten ihtizaz, bir tılsım, bir efsun, bir göz bağı değilse nedir? Nedir maddi âlemde değer verdiğim tüm isimlerin ve makamların ötesi? Bu kusursuz ayna-yı âlemin canhıraş anlattığı niceliksiz sıfat? Bir vecdden doğan aşk, vecdi doğuran aşk… Yıktığı nedir, yaptığı ne? Tüm âlem, âlemdeki eşya, yaratılmış her şey, insan, insan-ı kâmil, insanın gönlü, kalbi, el-Vedûd (çok seven ve sevilmeye lâyık olan) olan Allah Teâlâ’nın mazharıdır, tecelligâhıdır. Allah Teâlâ’nın tecelli ettiği ayine-yi âlemi görmek maddeyi yıkar. Âlem aynasında geçici bir yansıması olan ben ve bende gördüğüm bu âlem, ötenin ötesinde bir ezelî ve ebedîye şahittir. Bu şahitlik, vecdin ve aşkın ta kendisidir. Her şeyden evvel, ilk yarattığına Habibim/Sevgilim diyen Rabb’in büsbütün sevgi ile yarattığı âlem içinde ben hangi aşk ile varım? Ey aşk dervişlerin kadehi, şarabın bizzat kendisi… Sen beni Rabb’e götüren bir karine misin? Yoksa sen gözlerime, dolandığı ağacı nefessiz bırakıp öldüren bir sarmaşık gibi dolanıp hakikatle aramda bir perde mi oldun? Yoksa sen, beni dünya ile sarhoş mu ettin? Ben nasıl bakmalıydım bu dünyaya?

Ayine-yi âlemde geçici yansımasıyla yer edinen dünya onu nerede konumlandırdığımıza ithafen hem Cenab-ı Hakk’a ayna tutar hem de Hakk’a şehadeti gölgeleyen bir perde olur. Ayna ve perde… “Bir şeyin bir başka varlığın aynı anda hem aynası hem perdesi olmasını kavramak bir zihin berraklığı ve letafeti gerektirir.” (İbrahim Kalın) Bir zihin berraklığında değil karışmış bir zihinle soruyorum seni ey aşk. Aşk mıdır, bana bâki zannettiğim tüm hazların ötesindeki gerçeği gösterecek olan? Sensin ey aşk… Takmam gereken gözlük. Geçmem gereken eşik. Seni Mecnun’un deliliğinde Züleyha’nın Yusuf’tan geçişinde bulmalıyım. Her insanın ben kadar ve hatta benden daha berrak bir ayna oluşunda tatmalıyım seni ey aşk. Avuçlarımda birazdan uçmak üzere bir kelebek gibi duran hayata işte bu aşk ile ama âşık olmadan bakmalıyım. Aman ha! Aşk’ın asıl sahibine varmak için âşık olmadan bakmalıyım bu dünyaya ve içindekilere…

Ve nihayet neden aşk, diye bir soru gelecek olursa akla,

“Hiç aşktan özge şey revâ mı

Sarf etmeğe gevher-i kelâmı.”

(Şeyh Gâlib)

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir