Cuma, Mayıs 9, 2025

Yûnus Gibi Sevmek

Hatice Hilal Gülenay

Paylaş

Yûnus Emre diye bilinse de, ondan daha ziyâde ona Âşık Yûnus derler. İsminden önce aşkıyla bilinir. Öyle bir aşk ki, onu avam halkın arasından çıkarıp, nadide bir derviş kılmış. Öyle bir aşk ki, dilden dile ismini yüzyıllar öteye taşımış. Allah Teâlâ bir kulunu sevdiği zaman Cebrail’e (Aleyhisselam) sevmesini emreder, o da gök ehline emredermiş de, sonra bütün yeryüzü o kulu severmiş. (Müslim, Birr, 157) İşte Âşık Yûnus’un aşkı onu günümüze kadar taşımış, her kesimden insanın gönlüne taht kurdurtmuş.

Aşk ki; su gibi, hava gibi… Hayatın temeli bilmeli. “İşidün ey yârenler, ışk bir güneşe benzer. Işkı olmayan gönül meseli taşa benzer.” (Mustafa Tatcı, Yunus Emre Divanı II, 66/1) O hâlde hayatın bir rüknü bilmezsek aşkı, yapılan her iş eksik kalır. Göz aşkla bakmalı, iş aşkla yapılmalı, kalp aşkla dolmalı ki insan, insan olsun. “Işksuzlara virme öğüt öğüdünden alır degül. Işksuz âdem hayvân olur hayvân öğüt bilür degül.” (157/1) mısraları da, Yûnus’un aşksız insanı nereye koyduğunu bize göstermiyor mu?

Aşk ama hangi aşk? Yûnus’ta da diğer tasavvuf ehli gibi aşkın istikameti bellidir; fena fi-ş şeyh, fena fi-rasül, fenâ fillah.

Bir şeyh, aşk yoluna talip iki müridine sormuş; “Bu dünyada çok sevdiğiniz bir şey var mıdır?” Biri gururla öne atılmış: “Ben kalbimi bu dünyadan hiçbir şeye bağlamadım, yalnız Allah içindir.” Diğeri mahcup, çekinerek: “Benim bir atım vardır biricik, bir tek ondan kopamam.” Şeyh bu dünyada sevgi nedir öğrenmiş olan ikinci müridi kapısına kabul etmiş.

Öyle de Yûnus önce şeyhi Taptuk Emre’de fâni olur: “Baktuğum yüzde gördüm Taptuk’umun nurunu, maksudum bugün bildim niderem ben yarını.” 

Sonra bu sevgiyi Resulullah’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tevcih eder: “Arayı arayı bulsam izini, izinin tozuna sürsem yüzümü, Hak nasip eylese görsem yüzünü, Ya Muhammed canım arzular seni.”

Ve en son muhabbetullah durağında aşkın denizine gark eder, kalır: Cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri, isteyene ver sen anı, bana Seni gerek Seni.”

Hepimizin bildiği, bizim de asıl mevzumuz olan mısralar işte aşkın bu mertebesindedir:

“Elif okuduk ötürü, Pazar eyledik götürü 

Yaradılanı severiz, Yaradan’dan ötürü.”

Burada benim aklıma ihlas gelir. Yani ibadet, Hakk’ın rızasını asıl ve tek maksat yaparak olmalı. Hem her ameli de bu maksatla yapmalı: “Amelinizde rıza-yı ilâhi olmalı.” (İhlas Risalesi, s. 2, Hayrat Neşriyat, Osmanlıca Nüsha) Hatta sevmekte dahî.

Diğer bir hakikat ise, sevdiğimizin sevdiğini sevdiğimiz gerçeğidir. Bu yüzden Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuş. Fıtraten sevdiğimiz kişi neleri ve kimleri seviyorsa biz de onları sevmeye meyyaliz. Sevmediğimizi de bazen sevdiğin hatırına severiz. Cenab-ı Hakk’ın bir ismi de “Vedûd” iken, onun sevgisi bizi “Vedûd” isminin tecelli ettiği her bir varlığı sevmeye itmez mi?

Evet ama tüm bunlara rağmen, Yûnus’un sevgisinin kapsayıcılığını bu kadar tevsi eden/genişleten başka bir sır olmalı. O sır bakışta gizlidir. Hallac-ı Mansur’un “Ene’l Hakk” dediği ile Yûnus Emre’nin “Bir ben vardır bende, benden içeri.” dediği aynı özneyi paylaşır.

Bediüzzaman’ın (Rahmetullahi Aleyh) çok sevdiğim bir tespiti vardır. “Hakaik-i eşya, esma-yı ilahiyedir.” Yani ben, sen ve eşya, o kadar hiç’iz ki, hakikatte varlığımız Allah Teâlâ’nın isimlerinin üzerimizdeki tecellilerinden ibaret. Çiçek güzel, çünkü üzerinde “Cemîl” ismi var. Güneşi severim, çünkü ay güneşi yansıttığı gibi, güneş “Nûr” ismini bana yansıtır.

Bir rivayette İmam Rabbani (Rahmetullahi Aleyh)  ilim tahsili için çıktığı yolculuğunda bir vadiden geçer. Şevk ve heyecan duyguları içinde vadiye seslenir: “Ya Vâdi, Eyne’l Hâdi?” Yani “Ey vadi, Hâdi olan Allah Teâlâ nerededir, onu bulmaya gidiyorum.” Dönüş yolculuğunda yine aynı vadiden geçer. Bambaşka manalar kalbine dolmuş olarak seslenir: “Ya Hâdi, Eyne’l Vâdi!” Yani “Ey Hâdi olan Allah’ım, senin isimlerin her yeri kuşatmışken, zamandan ve mekândan münezzeh olan sen, isimlerinle öyle her yerdesin ki, vadinin hakikati esma içinde kaybolmuş. Vadi nerededir?”

Niyâzî-i Mısrî de: “Her şeye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur. Hak gözüyle bak ki bî-şek nûr-ı Yezdân ondadır.” (Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, Ankara 1998, s. 48) demiş. Baktığımız her şeyde Allah Teâlâ’yı görebilmek, sevdiğimiz her şeyde Allah Teâlâ’yı sevebilmek olur. İnsanın, hem kendinin, hem sair insanların, hem cümle varlıkların kıymetini takdir etmesi, onlardan içre bir Zât’ı fark etmeye bağlıdır. Bu yüzden Yûnus demiş: “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” Çünkü onun, yaratıcısının isimlerini üzerinde göstermekle onu tanıtmak gibi ulu bir vazifesi var.

Hak Teâlâ cümlemize Yûnus gibi Hakk için bakabilmeyi, Hakk için sevebilmeyi, eşyanın ve hadiselerin arkasında Hakk’ı fark edebilmeyi nasip etsin.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir