Son on yılda, küresel jeopolitik dengeler önemli ölçüde değişti. Çin, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki yeni dünya düzeni rekabeti, önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu uluslararası düzen, Çin-ABD devletleri arasında ekonomi ve teknolojide olduğu kadar bilim diplomasisinde de gerginliklere neden olabilmektedir.
Avrupa kendi siyasi gündemini yeniden oluşturmakla meşgul iken, Brexit üniversite diplomasisinde yeni bir düzenin başlamasına ve farklı gelecek senaryolarına neden oldu. Bu yeni düzen aşağıdaki soruların önemini artırmıştır:
- Öğrenci hareketliliği açısından Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve Avrupa arasındaki küresel rekabet devam edecek mi?
- Teknolojide yeni, gelişen rakipler karşısında, akademik ve teknolojik egemenlik nasıl şekillenecek?
- Avustralya, Kanada, Birleşik Krallık ve ABD’nin Anglo-Sakson yükseköğretim modeli bu zorluklara direnebilecek mi?
Öğrencilerin ilgisini çekebilmek için yeni girişimler…
Son yıllarda, yükseköğretim ve araştırma alanlarında, ciddi değişimler geçiren Hint-Pasifik, Sahra Altı Afrika ve Orta Doğu gibi coğrafi bölgelerde, yeni üniversite merkezleri ortaya çıkmıştır. Bu girişim, Körfez ülkelerinin, yükseköğretim ve araştırmaya yatırım yaparak, ekonomik faaliyetlerini çeşitlendirmeyi amaçladıkları bir sürecin parçasıdır. Orta Doğu’da, birçok üniversite merkezi yükseköğretimde öncü olmayı hedeflemektedir.
Bölgelerindeki üniversite pazarının yeni ve değişken olmasından dolayı, bu ülkeler dünyaca ünlü üniversitelerin deniz aşırı kampüsleri ile desteklenen bir markalaşma stratejisini izlemekteler.
2018’de yürürlüğe geçen Fransız Hint-Pasifik stratejisi ile birlikte, Hint-Pasifik, Batı ülkelerinin yükseköğretim ve araştırma alanlarında önemli miktarda yatırım yaptığı küresel bir üniversite merkezi olma yolunda ilerliyor. Bu strateji, bölgede Fransız-yabancı kampüslerinin geliştirilmesi ve Fransız üniversitelerince desteklenen ortak lisans programlarının artırılmasını amaçlamaktadır. Hint-Pasifik bölgesi dünyadaki yurtdışında okuyan tüm öğrencilerin %45’ini oluşturarak uluslararası öğrencilerin ana kaynağı olmuştur.
Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’daki devletler arasındaki uluslararası öğrenci hareketliliği bugüne kadarki hâkimiyetini korusa da, 2030 projeksiyonları bölge içi hareketliliğin rekabet içine daha fazla gireceğini gösteriyor. Bu durumun değişmesinde, ticari faaliyet akışlarının yoğunluğu, teknolojik transferler ve büyük şirketler ile yükseköğretim merkezleri arasındaki bağlantılar gibi güçlendirilmiş ağlar ve ortak ekonomik çıkarlar ciddi rol sahibidirler. Bu yeni çok merkezli sistem içinde, öğrenci hareketliliği, değer kazanacak ve küresel rekabeti yönlendirecektir.
Avrupa ölçeğindeki bölge içi dinamik, konsorsiyum programı olarak Avrupa Üniversiteleri Girişimi ile somutlaştırılmıştır. Bu girişim, Avrupa üniversitelerinin sağlık ve refah, dijital teknoloji, çevre ve sosyal içerme gibi alanlarda daha rekabetçi kurumlar haline gelmesi amacıyla ortaya konan bir eğitim-araştırma-yenilikçilik modeline dayanmaktadır. Herkes için hareketlilik hedefine ek olarak, bu girişimin amaçları, ortak yönetişim yapıları oluşturmak, ortak Avrupa dereceleri vermek ve mikro sertifikalar konusunda proaktif politikayı teşvik etmektir. Üye kurumların organizasyon kültürlerindeki çeşitliliğe karşın, yükseköğretimin tüm misyonlarını kapsayan bütünsel bir vizyonun teşvik edilmesi çok önemlidir.
Büyük tehlike: Akademik ve teknolojik egemenlik…
Son beş yılda, uluslararası öğrencilerin %45’ini oluşturmayı başaran Asya üniversiteleri, en iyi uluslararası üniversite sıralamalarına girdi. Örneğin, Çin, yaklaşık 3.000 üniversitesi ile uluslararası öğrenci sayısını 492 bin 185’e çıkararak bu alanda bölgesel bir dinamik güç olmuştur.
Fransız Askeri Okulu Stratejik Araştırma Enstitüsü (IRSEM) tarafından yakın zamanda yayınlanan raporlar Çin’in kontrol stratejisine dikkat çekmektedir. Bu durum, Konfüçyüs Enstitülerinin akademik egemenlik sağlayarak akademik ve bilimsel özgürlükleri ihlal ettiği iddiaları ile örtüşmektedir. Avrupa Üniversiteler Birliği; vatandaşlık, fikir çokluğu, demokrasi, özerklik ve açık bilim gibi temel değerlerini ön plana çıkararak, bu temel değerlerin üniversitelerin uluslararası işbirliklerine rehberlik etmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bugün ile 2030 arasında üç senaryo öngörülmektedir:
- ABD ve Çin ile birlikte, Avrupa’nın kendisini bir dünya gücü olarak gösterdiği üçlü bir dünya,
- ABD ve Avrupa’yı Çin ile karşı karşıya getiren, yenilenmiş bir transatlantik ortaklığı senaryosu,
- Ülkeler arasında esnek anlaşmalarla çok taraflı bir düzen senaryosu.
Avrupa’nın yürüttüğü çalışmalar, 2030 yılına kadar önde gelen ülkeler arasında sürdürülebilir bir güç olarak kalabilmesini amaçlamaktadır. Bu durum, Avrupa üniversitelerinin Birleşmiş Milletlerin Sürdürülebilirlik Kalkınma Hedefleri Politikasını ne ölçüde başarabildiğine bağlıdır.
Times Higher Education 2021 Etki Sıralamasına göre, en iyi 50 üniversite sıralamasında, (Avrupada) İngiltere, Avustralya ve Kanada ile birlikte altın bir üçgen oluşturuyor. Ancak, Kıta Avrupası, sadece altı üniversitesinin girebildiği bu sıralamada zayıf bir güç olarak görünüyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde, Avrupa üniversiteleri, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda müfredatlarını yeniden düzenlemeli ve ekosistemlerinin sosyal kapsayıcılığını teşvik etmelidirler.
Bu minvalde başlatılan “Yeni Avrupa Bauhaus” projesi, kentsel yenileme, enerji verimliliği ve daha sürdürülebilir ve kapsayıcı yaşam tarzlarını amaçlamaktadır. Yükseköğretim kurumlarının ve endüstrinin; bilim, teknoloji, zanaat ve sanat ile birleştiği iddialı projeler üretilirse, bu yenilikçi program, sosyal sorumluluk konularına giderek daha duyarlı hale gelen yabancı araştırmacıları ve öğrencilerin ilgisini çekmede bir katalizör olabilir.
Bilgi aktarımı veya bilginin nesneleştirilmesi…
Akademik ve teknolojik egemenlik, büyük teknoloji şirketlerinin artan etkisinden kaynaklanan bir rekabetle karşı karşıyadır. Bu gelişme, üniversitelerin geleneksel dinamiklerini değiştiren bir dizi sebebe dayanmaktadır. Bu sebepler arasında; artan öğrenci nüfusu (2040’ta tüm dünyada 600 milyon öğrenci beklentisi), çevrimiçi öğrenmede hızlı büyüme, internet devlerini eğitimin özelleştirilmesinden yararlanmaya teşvik eden dijital ekonomiyle bağlantılı yeni mesleklerin artması ve yeni becerilere ihtiyaç bulunmaktadır.
Bologna sistemi içerinde yer alan ve daha maliyetli olan lineer kurslara alternatif olarak sıralı, ucuz ve çok yönlü “dijital rozet” yaklaşımının yükselişi devam etmektedir. Google, dijital ekonomiyle bağlantılı bir dizi ücretsiz erişilebilir kitlesel açık çevrimiçi kursları (MOOCs) başlatmış olup altı aylık kurs sonunda Google Kariyer Sertifikalarını dağıtmaktadır. Üniversiteler, bilgiyi aktarma konusundaki ana misyonlarına devam etseler bile, büyük şirketlerle ortaklaşa sundukları eğitim yelpazesini çeşitlendirmek zorunda kalmışlardır.
Ayrıca, özel sektörün eğitimi fırsatçılığa dönüştürmesine izin vermek istemiyorlarsa, üniversiteler kısa süreli, sertifikalı eğitim portföyleri için MOOC platformlarıyla ortaklıklarını da geliştirmeleri gerekecektir. Bu durum, üniversitelerdeki Humboldt yükseköğretim modelinin ve entelektüel eğitimin amacının sorgulanmasını gündeme getirmektedir.
Anglo-Sakson paradigmasında yeni zorluklar…
Avustralya, Kanada, Birleşik Krallık ve ABD, eğitim kaldıracı olarak İngilizceden yararlanmış olsa da, dünyada İngilizce verilen öğretim programlarının neredeyse %20’si bu ülkeler dışındaki diğer ülkelerde verilmektedir. Yükseköğretimde eğitim dili olarak İngilizce yarışı başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, Orta Doğu, Afrika ve Doğu Asya’da ivme kazanmıştır.
Yerli öğrencilerin diğer ülkelere ihraç edildiği eğiliminden, daha uygun fiyatlı eğitim imkânı sunarak uluslararası öğrencilerin ithal edildiği yükseköğretim eğilimine doğru bir hareket bulunmakta. İngilizce eğitimin yaygınlaşması, ekonomik modeli büyük ölçüde öğrenim ücretlerine dayanan Anglo-Sakson üniversitelerini dezavantajlı hale getirebilir.
Muhtemel çözümlerden biri, bu üniversitelerin ulusötesi eğitimi yoğunlaştırmaları ve yabancı öğrencilerin ülkelerinden ayrılmadan kendi üniversitelerinden diploma almalarını sağlamalarıdır. Bu sistemde, ülkeler, üniversiteleri sıfırdan geliştirmeleri gerekmemektedir ve dünya çapındaki üniversitelerdeki uzmanlık ve mevcut kaynaklardan yararlanabilmektedir.
Çoğu Doğu Asya ülkesi, Birleşik Krallık’taki ulusötesi eğitimi sektörüne 650 milyon Sterlin (880 milyon ABD Doları) değerinde yatırım yapıyor. Açıkçası, COVID-19 krizi ve sağlık kısıtlamaları ulusötesi eğitim talebini artırdı. Bu model, ağırlıklı olarak Afrika ve Asya’da konuşlandırılmaktadır, bununla birlikte Polonya ve Almanya’da da benzer kampüsler açılmıştır.
Yeni bir model olmasına ve garanti getirisi olmamasına rağmen, ulusötesi eğitim, üniversite jeopolitiğini etkileyebilir ve yükseköğretimde yeni konulara fırsat oluşturabilir.
(University World News, Catherine Saracco, 08 Şubat 2022 tarihli yazıdan yararlanılmıştır.)