“Bana ne geldiyse geldi yukarıdan
Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar’’
Mevsimler de tıpkı insanlar gibi…
Kimi zaman cennetengiz manzaralar sunarken bize, kimi zaman boran olur eser geçer üzerimizden mevsimler… İnsanlar da öyledir… Kimi zaman cennete çevirirler hayatımızı varlıklarıyla; kimi zaman cehennem olur hayatımız, yokluklarıyla. Bazen de varlıkları ateş düşürür içimize; yoklukları ise su serper yüreğimize.
Son günlerde sık sık kendimi karşıma alıp konuşuyorum; bunca zaman gözünün önünde olup da şimdi olmayan birileri var. Sana ait olduğunu sandığın, elini uzatsan dokunacak kadar yakın olduğun birileri… Peki ya şimdi? Bir bilinmezliğin içinde kayboluyor yüzleri, sesleri ve elleri… Sense sadece durup izliyorsun olan biteni. Elinden gelen tek şey için için yanan bir kıvılcıma sarılmak. İnsan ateşe nasıl sarılır? Bittabi insan ateşe dâhi sarılabilir. Rabbimiz insanı öylesine kabiliyetli yaratmıştır ki ateşe dahi sarılabilir; onu ellerinde ehlileştirebilir ve hatta onu yolunu aydınlatacak bir meşaleye dönüştürebilir. O kıvılcım ki hem ışık kaynağı, hem ümit… Ama nasıl ki güneşe haddinden fazla yaklaşınca yakıp kül ediyor etrafındakileri; öyle de o kıvılcıma haddinden fazla yaklaşınca kül ediyor ellerimi. Yine de durulması gereken noktada durunca, tıpkı dünyanın güneşe olan uzaklığı gibi, külçelerce altından daha değerli bir hazineye dönüşüyor; yol oluyor bana; yoldaş oluyor ve hatta yolumu aydınlatan kandilim oluyor. Ama bunu bilmiyor kalabalıklar. Kulaklarım uğulduyor seslerin yabancılığından ve hoyratlığından. “Yeter artık, susun!” çığlıklarım hırçın bir deli rüzgâr gibi esmek yerine bir nisan yağmuru gibi süzülüyor kalabalıkların üzerinde. Bense kendi yağmurumda boğuluyorum; içime akıttığım gözyaşlarımda ve ben beklerken geçmesini dakikaların ömrüme dürülen yılların içinde boğuluyorum.
‘’İyi ki bilmiyor kalabalıklar,
Yağmura bakmayı cam arkasından,
İnsandan insana şükür ki fark var;
– Birine cennetse, birine zindan –
İyi ki bilmiyor kalabalıklar.’’
Lâkin tüm bunlara rağmen yolun sonu aydınlık biliyorum. “O gün, mümin erkekler ile mümin kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. ‘Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.’ İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.’’ ayetine sığınıyorum.
Sonra çocukluğumu misafir ediyorum. O günlerimde benim için sıradan olan ancak bugünüme sevinç olan hatıralarımı davet ediyorum. Sonra birçok eşyanın hâlâ dipdiri ayakta olduğunu ama insanın ömrünün bazen bir eşya kadar bile uzun olamayacağını görüyorum. Acı bir ders oluyor bana. “Bir varmış bir yokmuş” diyebileceğimiz kadar kısa bir zaman diliminde ardında bıraktığın insanların kalbini nasıl bu kadar doldurabilirmiş bir insan bunu müşahede ediyorum. Bir yanıyla çiçek açarken kalbim, diğer yanıyla dona vuruyor. Bu hengâmede yol almaya çalışırken o kıvılcıma daha çok sarılmak istiyorum. Öyle çok sarılabileyim ki eritsin tüm buzlarımı, yakıp kül etsin bahçemi ve yeniden doğalım bu defa ne ben, ne o; yalnızca sonsuzluk…