Perşembe, Eylül 11, 2025

Varoluşsal Denge

Feyzanur Taştekne
İbn Haldun Üniversitesi-Klinik Psikoloji

Paylaş

Günlük yaşam telaşı içerisinde bir işten ötekine koşarken öylesine kendimizden uzaklaşıyoruz ki bazen yemek yemeyi, su içmeyi hatta durup bir nefes almayı bile unutuyoruz. En temel fiziksel ihtiyaçlarımızdan bile bu kadar uzaklaşmışken “Ne hissediyorum, duygusal olarak neye ihtiyacım var, beni zorlayan şey ne?” gibi soruları düşünmeye sıra bile gelmiyor. Hayatın temposu içerisinde Behçet Necatigil’in tabiriyle “Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz)” bütün yakınlarımızın bizi yanlış tanıması bir yana kendimize de yabancılaşıyoruz. Ta ki mide spazmı, kalp rahatsızlığı, kronik migren, deri rahatsızlıkları, irritabl bağırsak sendromu gibi hastalıklar gelip de kapımızı çalana kadar…

KENDİMİZE DÖNMEK:

Kendimizi anlamaya başlamak için bedenimizin bazı sinyaller vermesine gerek kalmadan onu duyabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Mesela kullanmaya pek aşina olmadığımız bir şeye sahip olduğumuzu düşünelim. Yeni edindiğimiz bir elektronik aleti elimize aldığımızda genellikle ilk yaptığımız şey nedir? Farklı fikirler ortaya atılsa da cevabın kullanma kılavuzunu incelemek olduğu tartışılmaz. Bunun sebebi de bu yeni aleti kullanırken onun inceliklerine dikkat etmek, en iyi faydayı sağlamak ve gelecek olası zararları baştan bertaraf etmektir. Peki, kendi bedenimizin ve ruhumuzun kullanım kılavuzu nu inceliyor muyuz? Bu soruyu ilk duyduğunuzda kulağa garip gelmesi oldukça normal. Gelin beraber cevabı bularak istikameti keşfedelim.

İKİCİLİK (DUALİSM):

Tarih boyunca insanın en çok anlamaya ve keşfetmeye çalıştığı şey yine kendisi olmuştur. Bu sebeple birçok araştırmacı ve kuramcı tarafından çeşitli tanım lamalar üzerinde çalışılmıştır. İnsanı anlama bağlamındaki en önemli kabullerden birisi de beden ve zihnin bir bütün olarak ele alınması, tedavinin de yine bütünsel şekilde kavramsallaştırılması olmuştur. Ancak Batılı filozoflardan Rene Descartes’in İkicilik Teorisi (Dualism) tüm kabulleri sorgulatır niteliktedir. Bu görüşe göre beden, zihinden ayrı parçalarla tamamlanmış, zihinle hiçbir bağlantısı olmayan ve değiştirilebilir bir makinevari varlık olarak kabul edilmiştir.

Bu Batılı bakış açısının etkisi ile cerrahi, travma bakımı, ilaçlar ve diğer tıp alanlarında günümüz deki ilerlemelerin temeli atılmış tır. Bununla birlikte insanın zihin dünyası önemsizleştirilmiş, duygusal ve ruhsal yaşamına yönelik bilimsel araştırmalar büyük ölçüde geri planda kalmıştır. Fakat sonrasında yapılan çalışmalarda, insanın Descartes’in öne sürdüğü gibi zihni ve bedeni ayrı çalışan bir varlık değil, henüz tam olarak hangi yol üzerinden olduğu bilinmese de zihni ve bedeni iç içe geçmiş, birbiriyle yakından bağlantılı bir canlı olduğu keşfedilmiştir.

ZİHİN – BEDEN BAĞLANTISI:

Zihin ve beden bazı dönemler, bazı otoriteler tarafından ayrıymış gibi muamele görse de artık bu ikilinin ayrılamaz sarmal bir ilişkiye sahip olduğu tam manası ile kabul görmektedir. Bununla beraber bu ilişki ve etkileşim hakkındaki bilgiler hâlâ oldukça kısıtlıdır. Zihin-beden ilişiklisi ile ilgili elimizde olan bilgilere yakından bakmadan önce “Zihin” kavramının beyin ile eş anlamlı olmadığını belirtmek gerekir. Beyin bedenimizde elle tutulur, gözle görülür organı tanımlarken zihin kavramı, düşünceler, duygular, inançlar, tutumlar ve hayal etme gibi süreçleri içermektedir. Bu noktada beynin konumu ise zihinsel süreçleri deneyimlememizi sağlayan donanım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Beden ve zihnin bağlantılı olduğunun en net göstergeleri, nörolojik tetkiklerde görülmektedir. Örneğin, zihinsel kapasitenin deformasyonu ya da kaybolması anlamına gelen Alzheimer, demans gibi rahatsızlıkların teşhisi, kan tahlili ve beyin görüntüleme teknikleri ile açığa çıkarılmaktadır. Kafa karışıklığı, unutkanlık, yer-yön algısında bozulma, nesne ve kişilerin isimlerini hatırlaya mama hatta en son aşamada kendi ismini bile unutma gibi zihinsel işlevlerde yaşanan en önemli problemleri teyit etmek için be den üzerinde iz sürülmektedir.

Zihin ve bedenin mevcut bağlantısını gelin bir de daha da ya kından tanıdığımız, en az bir kere de olsa hayatımızı meşgul eden bir örnek üzerinden inceleyelim: “Aman stres yapmayın!”

STRES YAPMAYALIM:

Kulaklarımıza kazınmış âdeta tüm sağlıkçıların üzerinde muta bık kaldığı bir slogan: “Stresten uzak durun!” Peki, bu mottonun altında yatan sır nedir?

Beyin, sahip olduğu fonksiyonlar açısından bölümlere ayrıldığında üç temel kısım vardır: Sürüngen beyin, duygusal beyin (limbik sistem) ve düşünen beyin (neokorteks). Limbik sistem içeri sinde konumlanmış olan amigdalanın temel işlevlerinden biri, duyguları yönetmektir. Bu şu anlama gelir: Duygu ile ilgili süreçlerde aktive olan beyin kısmı amigdaladır. Hayatta kalmak üzerine programlanmış bir bedene sahip olduğumuz için hayatî tehlikeyi (örneğin korkulu içerikler) fark etmekte oldukça ustayızdır. Öyle ki biz bilinç seviyesinde tehlikenin varlığını fark edemesek de bedenimiz çoktan harekete geçmiştir. Tespit edilen tehlikeli durum, Amigdala tarafından korku/kaygı uyandırdığı noktada işlemlenir ve omurilikte bulunan sinir sistemi yoluyla milisaniyeler içinde böbrek üstü bezlerine sinyal gönderir. Bu sinyal sayesinde zihin tarafından tespit edilmiş stresli olay karşısında bedenin de hazır ola geçmesi sağlanır. Stres hormonları olarak da bilinen adrenalin ve kortizol ile beden normal çalışmaya ara vererek alarm moduna geçer çünkü amaç tehlikeli durumlardan çabucak çıkabilmektir.

Sokakta karşıdan karşıya geçerken son süratle gelen bir araba gördüğümüzde salgılanan hormonların etkisi ile yaşadığımız enerji artışı (adrenalin patlaması) oldukça işlevseldir. Çünkü salgılanan adrenalin ile gerçekçi tehlike karşısında hayatımızı koruyabilecek tepkiler vermek için hazır ola geçeriz. Fakat gerçek manada kaçacak bir “tehlike” olmadığında bile stresli hissedebilir, bedenen alarmda kalabiliriz. Örneğin, bir topluluğa sunum yapmak, iş görüşmesine gitmek gibi hayatî tehlikeyi içermeyen olaylarda da beden aynı şekilde çalıştığında aslında işlevsel olan sistem bedende tahribatlara neden olmaktadır. Çünkü son sürat gelen bir arabadan sizin kaçmanızı sağlayacak enerji yüklemesi damarlarınızda dolaşmasına rağmen harekete geçmiyorsunuz. Bu nedenle damarlar, enerjiyi davranış olarak aktaramadığı için kendisini tahrip etmektedir. İşte tam bu sebepten de doktorlarımız “Stres yapmayın” diyerek bedeni ve zihni aynı anda korumaya odaklanmaktadırlar. Çünkü zihinsel olarak başlayan stres serüveni direk olarak bedeni de etkilemektedir.

HÜLASA:

Stres üzerinden verilen örneklerin yanı sıra yapılan çeşitli araştırmalar da zihin ve beden etkileşimimizin varlığını gözler önüne serecek niteliktedir. Örneğin, kişilerin beslenme alışkanları üzerine yapılan bir araştırmada sağlıklı beslenmenin duygusal iyi oluşa anlamlı şekilde iyi geldiği tespit edilmiştir. Ayrıca yaşadıkları duygusal problemler nedeni ile psikoterapi alan kişilerin terapileri tamamlandıktan sonra beynin işlevi ve yapısında değişiklik olduğu tespit edilmiştir. Tüm bunlar bize, zihnin algıladığının beden üzerinde bedenin çalışmasının ise tekrar zihnin işleme biçimi üzerinde direkt etkilerinin olduğunu bariz bir şekilde göstermektedir. Daha sağlıklı bir hayat için zihnimize de bedenimize de aynı oranda özen göstermek lüks değil kullanma kılavuzumuzun ana maddesidir.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir