Sınırlı insan düşüncesinin sınırsız, yüce bir kaynak olan Kur’an-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerifleri hakikî manada anlaması kimi zaman son derece zor bir süreçtir. Ancak bundan daha ciddi bir problem vardır; sınırlı düşünme yetisine sahip olan insanın akıl tutulmaları…
Dergimizin bir önceki sayısında yayımlanan “Tutulmaya Tutulmak (1)” isimli yazıda Güneş ve Ay tutulmalarının nasıl gerçekleştiği ve arkasında nasıl bir sistemin yattığı incelenmişti. Ayrıca bazı medeniyetlerde bu olayların fantastik hikâyelerle açıklanmasına karşılık; İslâm medeniyetinde ibadetlerin çoğunun bu iki gök cismine göre ayarlanmış olunması ve Kur’an-ı Kerim’de insanın bu gök cisimlerinin tefekkürüne davet edilmiş olunmasıyla birlik te dikkatlerin daima gökyüzüne çevrilerek hakikati araştırmaya teşvik ediliyor olduğu gerçeği ne dikkat çekilmişti. Bunun da “medeniyet” kavramını tekrar sorgulatan bir örnek olduğundan bahsedilmişti.
İslâm medeniyetini oluşturan ve geliştiren Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde bu gibi tefekküre ve hakikati araştırmaya teşvik edici çok daha fazla örnek de mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’deki birçok örnekte Allah dağların, denizlerin, yıldızların, yıldızların konumlarının, gök cisimlerinin hareketlerinin var oluşuna, gecenin-gündüzün yanı sıra devenin yaratılışına, bal arısına, çok daha fazlasına, onları zikretmek ve bazen üzerlerine yemin etmek suretiyle insanların bakışlarını ve düşüncelerini yöneltmiştir. İlk nazil olan ayetin “Oku!”1 olması ve Allah’tan hakkıyla korkanların ilim sahibi kullarının olduğunun zikredilmesi gibi örnekler de İslâm’ın insanları ilme yönelttiğinin göstergelerindendir. Ayrıca Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ilim öğrenmenin fazileti ile ilgili sayısız Hadis-i Şerifinin ve mübarek evlerinin hemen yanında bir ilim merkezinin var olması ve burada yetişen sahabeye gösterdiği özen de bu örneklerden yalnızca birkaçıdır.
Tüm bunların yanı sıra yüz yıllar boyunca bilimin merkezi olarak kabul edilen İslâm topraklarında bilim, dinî metinleri reddetmek için kullanılan bir araç olmamış aksine bu metinleri hakikî manada anlamak için bir araç olarak kullanılmıştır. Güneş’in karar kıldığı yeri anlamak için2 bir embriyonun ana rahmindeki gelişiminin Kur’an-ı Kerim’de tarif edildiği şekilde gerçekleştiği ne misal ve delil sunabilmek için dağların kazıklarla olan benzerliğini3 anlayabilmek için iki denizin birbirine karışmadığı bir yerin var olduğunu4 bilip bir de gözleriyle görebilmek için… Çok büyük bir iştiyakla çalışmışlardır. Bilimin merkezinin Batı topraklarına kaymaya başlamasından itibaren farklı bir sahne ortaya çıkmaya başlamıştır. Uzun yıllar kilisenin baskısı sebebiyle bilimin ilerleyişinin durma noktasına gelmiş olması toplumda ciddi bir tepki oluşturmuş, gelişen siyasî süreçlerin sonunda Batı bilimi dinlerin karşısında konumlandırmaya çalışmıştır. Bu tutumun topluma yansıması ise ciddi problemlere sebebiyet vermiştir. Bu durum Müslüman toplumlar açısından da geçerli olmuştur. Sınırsız bir kaynaktan gelen bilgiler, sınırlı bir ilim tarafından eleştiriye tâbi tutulmaya başlanmıştır. Kimi kesimlerce Kur’an-ı Kerim’de veya Hadis-i Şeriflerde anlatılan bazı kevnî hadiseler için “bilime karşı” denilerek itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Örne ğin, Güneş ve Ay tutulmalarının kâinatın seyrinde gerçekleşen basit birer olay oldukları iddia edilerek bu olaylar esnasında kılınan Küsuf ve Husuf namazları gereksiz görülmüş, Kur’an-ı Kerim’den sonraki en sağlam kaynaklardan biri olarak kabul edilen Sahih-i Buhari’de geçen bir Hadis-i Şerifte Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Güneş’in, gece olduğu vakit Arş’ın altında secde etmeye gittiğinden haber vermesi de “bilimsel gerçeklere aykırı” olarak ele alınmaya başlanmıştır.
Bu tutum yalnızca İslâm dinine mensup olanlar açısından değil, aynı zamanda bilimi dinin üzerinde bir merci olarak görenler açısından da ciddi bir probleme sebebiyet vermektedir. Zira Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i Şeriflerin haber verdiği şeyleri anlamaya çalışmak kişiyi sonu olmayan bir araştırmaya sevk ederken sınırsız bir kaynaktan gelen ayetlerin ne kastettiğinin tam olarak anlaşıldığı ve -haşa- yanlış ve eksik kısımlarının günümüzde oluşturmuş olduğumuz bilimsel veriler ışığında ortaya çıkartılmış olduğu düşüncesi ise toplumlarda elde edilmiş olan bilimsel verilerin mutlak gerçekler olarak kabul edilip bilimin ilerlemesine ket vurulmasına sebep olur.
Bu akıl tutulmasının önüne geçmek için ise İslâm’ın Altın Çağı’nın ilim insanlarının bizlere bıraktığı yaklaşımlarla, özgür düşünce ve sorgulamalarla ve İslâm’ın ilme teşvik edici kaynaklarının yüceliğinin kabulü ile hareket edilmelidir.
1 Alak Suresi, 1
2 Yasin Suresi, 38
3 Nebe Suresi, 7
4 Furkan Suresi, 53