Usta-çırak ilişkisinde eğitim, uygulamalı olarak kademe kademe elde edilen bir öğrenme biçimidir. Bu teknikte çırak, ustayı taklit ederek yetişmez/yetişmemelidir. Çırak; yöntem, teknik ve detay bilgisini uygularken kazanır. Ortaya çıkabilecek sorunları çözmeyi öğrenir ve püf noktalarını belleğine kaydeder. Sanatı ileriye taşıyan çırağın bilgisinin üzerine geliştirdiği fikir ve eylemlerdir. Bu sebeple ustanın vizyonu ne kadar genişse, çırağın kazancı o kadar fazla olur. Boynuz kulağı geçer/geçmeli. Ancak bu şekilde bir gelişimden söz edebiliriz. Kübizm öncülüğünde ilerleyerek bu akımı doruklara çıkaran Pablo Picasso, güzel sanatlar akademisinde aldığı eğitim üzerine yorumunu katarak sanatını oluşturmuştur. Sanatçının Klasisizm sanatında da önemli eserleri vardır.
Geleneksel sanatlarda kullanılan bu metodun mimarlık dalında da önemli bir yeri vardır. Çünkü imar etmek yalnızca okuyarak değil, deneyimlenerek öğrenilmesi gereken bir sahadır. Günümüzde mimarlık fakültelerinde uygulanan stüdyo dersleri ile hocayla birebir muhatap olarak proje kritik edilir; teşekkül ile tekâmüle erer.
MİMARİDE TEKÂMÜL
Osmanlı’da ‘Hassa’ kelimesi saraya ve padişaha bağlı anlamında kullanılırdı. Yapılacak olan eserlerin tasarım, proje ve inşaatı, mevcut eserlerin bakım ve onarım işleri Hassa Mimarlar Ocağı tarafından yapılırdı. Yeniçeri Ocağı, saray sanatçıları ve dışarıdaki gençler sınanır ve belli aşamalardan geçtikten sonra ocağa alınırdı. Burada hem teorik dersler alır, hem de uygulama içinde bulunarak tecrübe kazanırlardı.
Günümüzdeki güzel sanatlar akademisini 16. yüzyılda Gülhane Parkı’nda kurulan atölyeler oluşturmaktaydı. Topkapı Sarayı Has Bahçesinde mimarlık, sedefkârlık, hendese, musiki vb. dersler veren çeşitli atölyeler bulunurdu. Hatta bazı dönemlerde açık havada takım halinde eğitimler yapılırdı.
Hassa Mimarlar Ocağı’na okul özelliğini kazandıran bilhassa Mimar Sinan’dır. Mühendislik yönünün de güçlü olduğu bilinen Sinan, Süleymaniye Medreselerinde geometri dersleri verirdi. Mimari bilgisi, yapı malzemesi ve teknolojisi tecrübesiyle döneminin Mimarlık-Mühendislik okulunu oluşturmuştu.
Mimar Davut, Dalgıç Ahmet Çavuş, Mimar Mustafa Ağa, Mimar Süleyman Ağa, Mimar Kara Şaban Ağa, Mimar Hayreddin Ağa, Muslihiddin Ağa ve Mimar Hüseyin Ağa; Mimar Sinan’ın talebeleri olan yetenekli mimarlardır. İsimleri yaygın olmasa da ortaya koydukları eserler kalıcı izler bırakmıştır.
MİMARBAŞI SEDEFKÂR MEHMET AĞA
Rumeli’den devşirme olarak getirtilen Mehmet bir yıl bahçe bekçiliği yapmıştır. Ardından has bahçeye girmiş, müziğe heves ederek bir yıla yakın müzik dersi almıştır. Fakat gördüğü bir rüyadan dolayı üzerine eğildiği musikiden vazgeçmiştir. Sedefkârlık atölyesinde dinlediği bir hendese dersi onun hayat çizgisini değiştirmiştir. Bu dersten sonra mimarlık ve sedefkârlık alanına yönelen Mehmet, Sedefkârlık Halifesi Üstad Mehmet tarafından başarılı görülerek eğitimlere başlatılmıştır.
Mimar Sinan, Üstad Mehmet ve devrin büyük mimarları yanında yirmi yıla yakın yetişmiş ve çalışmıştır. Mimar Sinan Mehmet Ağa ile oldukça ilgilidir. Onu III.Murat’a bir rahle işlemesi için teşvik eder. Geometrik şekiller kullanarak işlediği rahleyi padişaha hediye eder ve sarayın kapıcıbaşılığına terfi edilerek ödüllendirilir. Bu olay ona mimarbaşılık yolunu açan önemli bir fırsattır.
Birçok eseri olan Mehmet Ağa’nın en bilinen eseri 17. yüzyılın şaheseri kabul edilen Sultan Ahmet Külliyesi’dir. Çini, kalem işleri, taş işçiliği gibi sanatlarla hayranlık uyandıran eserde, kapı, pencere ve dolap kapaklarındaki sedefkâri süsleme elamanlarını bizzat kendisi yapmıştır.
USTANIN CANLI ESERİ ÇIRAK
Fakat Mimar Sinan’ın diğer talebeleri hakkında bilgimiz kısıtlıdır. Bunun yanı sıra biliyoruz ki, Edirne’de Selimiye Cami’nin yapım aşamasında birçok talebesi yanında çalışıyordu. Sinan onları bizzat çalışmaya dâhil ederek yetiştiriyordu. Vakti geldiğinde ise öğrendiklerini hayata geçirmelerine fırsat veriyordu. Bunu yazdığı bir mektuptan anlıyoruz. Bu olayda Bosna’da inşası tasarlanan kale yapımı için bir mimar istenmekte olup Davud Ağa vasıtasıyla Mimar Sinan’a mektup gönderiliyor. Cevaben geçen ifadede “…Ferman olunan kale binası için mimar lazım olup ve bundan akdem Mostar Köprüsü’nü bina eden Hayreddin için bina ilminde mehareti olup…” yazmaktadır. Hayreddin Paşa, Kanuni’nin fermanıyla işin başına getirilse de buna vesile olan Sinan’dır.
Mimar Sinan doğru insanı doğru noktaya yerleştirirdi. Birçok öğrencisi eşsiz eserler ortaya çıkardı. Yaşam dinamiğinin merkezi bu yapılara göre şekillendi. Eserler mekânla özdeşleşerek şehrin kimliğini oluşturdu. Hayreddin Paşa’nın yaptığı bir köprünün şehre ismini vermesi gibi. Boşnak dilinde eski köprü anlamına gelen ‘Mostar’. Öyle bir eser düşünün ki Avrupalı seyyahlar “Taştan dondurulmuş bir hilal” diye anlatırken, Âşık Çelebi “Kudret Kemeri” olarak adlandırır bu eseri. Evliya Çelebi ise “Kavs-i Kuzah” yani gökkuşağı olarak tanımlar.
Öğrendiklerinizi fiile döktüğünüzde dünyayı değiştirebilirsiniz. Fakat insanlara aktardığınızda gelecek hakkında da söz sahibi olursunuz.