Türk-İslam devlet geleneği, adaleti yalnızca hukuki bir kavram olarak değil, aynı zamanda devletin varlık sebebi olarak görmüştür. “Adalet mülkün temelidir.” anlayışı, bir cümleden fazlası olup, yöneticiden esnafa kadar toplumun her kesimine sirayet eden bir ilkeydi. Bu anlayış, Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınan kültürel mirasın en önemli unsurlarından biri olarak devlet politikalarına da yön vermiştir. Adalet, devlet ile halk arasında bir köprü vazifesi görmüş; yönetenin zulmünü sınırlayan, yönetilenin haklarını koruyan bir kalkan işlevi üstlenmiştir. Bu bağlamda adalet, hem dünyevi hem de uhrevi bir sorumluluk olarak değerlendirilmiştir. Yalnızca bir idare biçimi değil, aynı zamanda toplumsal huzurun teminatı olarak kabul edilmiştir.
KARAHANLILAR’DAN OSMANLI’YA UZANAN ADALET
İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar, İslam ile tanıştıklarında adalet anlayışını Kur’an ahlâkıyla harmanlamış, halkın huzurunu bozan yöneticiler dahi sorguya tabi tutulmuştu. Mahkemelerde kadılar, hükümdarın değil, hakkın temsilcisi olarak görev yapardı. Bu sistem, yönetimde halkın çıkarlarının gözetildiği bir denetim mekanizması kurmuştu. Selçuklularla birlikte bu gelenek daha da kökleşmiş, adalet yalnızca bir yönetim ilkesi olmaktan çıkarak devletin meşruiyet temelini oluşturmuştur. Bu yaklaşım, halkın yönetime olan bağlılığını güçlendirmiş, isyanların ve iç karışıklıkların önüne geçilmesinde önemli rol oynamıştır.
Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Siyasetname adlı eseri, yalnızca bir yönetim kitabı değil, adaletin nasıl sağlanması gerektiğine dair bir rehber olmuştur. Bu eser, hükümdarları adaletli olmaya teşvik etmiş, zulmün devleti içten çürüten bir hastalık olduğunu vurgulamıştır. Nizamülmülk’e göre bir devlet, halkını adil bir şekilde yönetmediği takdirde uzun ömürlü olamaz. Bu düşünce, sonraki yüzyıllarda Türk-İslam devletlerinin en temel ilkesi haline gelmiştir.
OSMANLI’DA NARH SİSTEMİ: VİCDANLI TİCARETİN TEMİNATI
Osmanlı’da adalet yalnızca mahkeme salonlarında değil, çarşı-pazarda da hissedilirdi. Ticarette haksız kazancın önüne geçmek amacıyla uygulanan “narh” sistemi bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Narh, ürünlere devlet eliyle fiyat sınırı konulması demekti. Bu uygulama, esnafın keyfi zam yapmasını engellediği gibi, halkın ekonomik olarak ezilmesini de önlüyordu. Narh listeleri, kadıların ve belediye görevlilerinin gözetiminde düzenli olarak güncellenir, fiyatları aşan esnafa yaptırımlar uygulanırdı.
Narh uygulaması, sadece ekonomik bir tedbir değil; aynı zamanda ahlaki bir denetimdi. Esnaf, hem lonca teşkilatı hem de kadı denetimiyle gözetlenirdi. Fiyatı artıran ya da düşük kalite sunan esnafa ceza verilirdi. Bu uygulama sayesinde adalet, çarşıda da işlerdi; yani “Adalet sokakta başlardı.” Aynı zamanda bu sistem, tüketici haklarını koruyan erken bir ekonomik düzenleme örneği olarak da dikkat çeker.
Osmanlı’da esnaflık yalnızca meslek değil, aynı zamanda bir terbiye ve ahlak sistemiydi. Lonca teşkilatları, esnafı sadece üretim kalitesiyle değil, dürüstlüğü ve adalete olan bağlılığıyla da değerlendirirdi. Yeniçerilerin de bağlı olduğu bu teşkilatlar, toplumsal düzenin omurgasıydı. Bir esnaf sabah dükkânını açarken sadece satış yapmayı değil, kul hakkına riayet etmeyi de düşünürdü. Zira narhın yanında “helal kazanç” ilkesi, o günün en büyük denetim mekanizmasıydı. Helal kazanç bilinci, dini inançlarla da desteklenerek halk arasında güçlü bir ahlaki değer halini almıştı.
KADI ADALETİ: SARAYA KARŞI HALKIN GÜVENCESİ
Osmanlı’da kadıların bağımsızlığı, adaletin sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşırdı. Sıradan bir vatandaş, gerektiğinde padişaha bile dava açabilir; kadı ise bu davayı tarafsızca ele alırdı. Bu bağımsızlık, yargı erkine duyulan saygının yüksek olmasını sağlamış ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmiştir. Kayıtlara geçen birçok örnek, halkın adalet önünde padişah ya da vezir karşısında eşit görüldüğünü göstermektedir. Örneğin, bazı padişahların dahi kadı huzurunda ifade verdiği bilinmektedir. Bu, halkın devlete olan güvenini artıran çok önemli bir unsur olmuştur.
Kadıların verdikleri kararlar sadece yasal değil, aynı zamanda ahlaki birer örneklik teşkil ederdi. Kadı, aynı zamanda halkın temsilcisiydi; hakkı ve hukuku gözeten bir vicdan makamıydı. Bu yönüyle Osmanlı kadılığı, sadece bir görev değil, büyük bir sorumluluk olarak kabul edilirdi.
ADALET: BİR YAŞAM BİÇİMİ
“Türk-İslam devlet geleneğinde adalet, yalnızca bir kavram değil, bir yaşam biçimiydi.” Bu anlayış, devletin yönetiminden halkın gündelik yaşamına kadar her alanda kendini göstermiştir. Adaletin bu denli merkeze alınması, devletin ömrünü uzatmış, toplumsal barışı ve güveni tesis etmiştir. Bugün bile o adalet mirasının izleri, bir vicdan sesi olarak hafızalarda yaşamaktadır. Tarih boyunca hüküm süren birçok medeniyet yıkılıp giderken, Türk-İslam devletlerinin uzun ömürlü olması, büyük ölçüde adalete verdikleri önemle açıklanabilir.
Günümüzde bile bu anlayışa duyulan özlem, halk arasında sıkça dile getirilmektedir. Adil yönetim, dürüst ticaret ve eşit yargı gibi unsurlar, modern devletlerde dahi aranılan temel niteliklerdir. Türk-İslam geleneğinde kök salan bu değerler, sadece tarihsel değil, aynı zamanda evrensel anlamda da kıymetli örnekler sunmaktadır.