İbn Haldun, 1332 yılında Tunus’ta, Kuzey Afrika’da doğmuştur. İçine doğduğu toplum, hem coğrafi hem de kültürel olarak oldukça zengin bir yapıya sahipti. Bu toplum hem İslam dünyasının hem de Batı Afrika, Endülüs ve Akdeniz havzasının etkilerini taşıyan medeniyetlerin kesişim noktasıydı. İbn Haldun, İslam dünyasının zirvede olduğu bir dönemde doğmuştur. Tunus’ta güçlü bir medrese geleneği vardı ve bu nedenle İbn Haldun, küçük yaşlardan itibaren İslam ilimlerine, felsefeye, tarihe ve hukuka dair eğitim aldı. Özellikle dînî ilimler, Arap dili ve edebiyatı, fıkıh ve mantık alanlarında derin bir eğitim görmüştür.
İbn Haldun’un gençlik yılları ise siyasî anlamda hareketli yıllar olmuştur. Bu siyasal çalkantılar, İbn Haldun’un devlet ve iktidar yapıları hakkında derinlemesine düşünmesine yol açtı. Sürekli değişen güç dengeleri, onun Mukaddime eserinde ele aldığı, devletlerin döngüsel yapısı ve çöküşleri hakkındaki fikirlerinin temelini oluşturdu.
RENKLİ BİR ÇEVRE
İbn Haldun’un doğup büyüdüğü Tunus ve çevresi; Araplar, Berberiler, Yahudi ve Hristiyanlar gibi pek çok farklı insan grubunun bir arada yaşadığı bir bölgeydi. Çevresinde gelişen bu farklı ve renkli toplumsal yapı, İbn Haldun’un geniş bir bakış açısı kazanmasına ve toplumların farklı kültürel, ekonomik ve sosyal yapıları üzerine derinlemesine düşünmesine imkân sağladı.
İbn Haldun’un ailesi, Endülüs’ten Kuzey Afrika’ya göç eden bir ailedir. Endülüs, o dönemde İslam dünyasının en ileri gelen kültür ve bilim merkezlerinden biriydi. Endülüs’ten gelen bu miras, İbn Haldun’un hem bilimsel eğitimi üzerinde hem de dünyaya bakış açısında önemli bir etki bırakmıştır. Endülüs’ün zengin kültürü, bilime olan ilgisi ve geniş ticaret ağı, İbn Haldun’un toplumlar arası ilişkileri analiz etme yeteneğini geliştirmiştir.
Öte yandan İbn Haldun birçok siyasi görev içerisinde yer almış; burada edindiği tecrübeler ve yapmış olduğu gözlemler Mukaddime gibi çok kıymetli bir eserin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Gençlik yıllarında da siyasetin hareketli olması sebebiyle devlet ve iktidar, değişen güç dengeleri onun fikirlerinin temelini oluşturmuştur.
BİR BAŞYAPIT
İbn Haldun’un Mukaddime eseri, toplumların yükseliş ve çöküş döngüsünü açıklayan tarihsel ve sosyolojik incelemeleri barındıran çok önemli bir eserdir. Devlet yapıları, asabiyet ve medeniyet kavramları, iktisat, siyaset, tarih gibi pek çok başlık altında dönemi için bir ilk sayılacak değerlendirmeler yapmıştır.
Bu eseri önemli kılan detaylardan birisi ise Mukaddime eserinin yazıldığı şartlarda sosyolojinin henüz bir bilim dalı olarak ortaya çıkmamış olmasıdır. Tarihsel ve toplumsal olayların o güne kadar genellikle yalnızca kronolojik olarak ele alındığı bir dönemde İbn Haldun incelemelerini sosyolojik, ekonomik, politik pek çok açıdan değerlendirerek devrimsel bir adım atmıştır. Bu sayede tarih yazıcılığına yeni bir yön kazandırmıştır.
BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR
İbn Haldun’un Mukaddime eseri, tarih, toplum ve devlet yapısına dair geniş kapsamlı konuları ele almaktadır. Tarihî olayların nasıl incelenmesi gerektiği, asabiyet kavramı, devletlerin doğuş ve çöküşleri, ekonomi, bedevi-hadari toplumlar ve medeniyet kavramı, eğitim ve bilgi gibi başlıklar altında incelemeler yapmış, bu kavramların birbirleriyle ilişkisi ve tarihin seyrine etkisini çarpıcı biçimde ortaya koymuştur.
Mukaddime’de ilgi çekici kavramlardan birisi “asabiyet” kavramıdır. İbn Haldun asabiyeti, yani toplumsal dayanışmayı toplumların varlığını sürdürmesinde önemli bir etken olarak görmüştür. Bu asabiyet sayesinde varlıklarını korur, güçlenir, devlet olur ve daha büyük bir otoriteye sahip olurlar. Ancak nasıl ki her devletin doğuş, yükseliş ve çöküş devri vardır; tıpkı bunun gibi gruplar arasındaki asabiyet bağı da zamanla azalır ve birlikteliğin dağılmasına ve toplumların güçsüzleşmesine sebep olur.
“COĞRAFYA KADERDİR” Mİ?
İbn Haldun Mukaddime’de günümüzde hala güncelliğini koruyan “umran” kavramını insan toplumlarının ve medeniyetlerinin gelişimini açıklamak için kullanmıştır. Umran; toplumsal yapılar, şehirleşme, ekonomik faaliyetler ve kültürel gelişmeler gibi unsurları kapsayan geniş bir kavramdır.
Bedevi umran ve hadari umran olarak iki kısımda değerlendirdiği bu teoriye göre; “bedevi umran” yani göçebe toplumlar sert doğa koşullarında toplumsal dayanışma (asabiyet) ile bir arada kalır ve güçlenir. “Hadari umran” yani yerleşik toplumlar ise üretim ve ticaretle daha konformist toplum dinamikleri geliştirerek zenginlik ve lüks yüzünden asabiyet bağlarını kaybeder ve güçsüzleşirler. Böylece bir yandan devlet kuracak bir toplum güçlenirken, öte yandan medeniyet inşa etmiş bir devler güçsüzleşerek çöküşe geçmektedir.
İbn Haldun toplumların ve medeniyetlerin böyle bir döngüsel gelişim içerisinde ortaya çıktıklarını, yükseldiklerini ve en sonunda çöküşe geçtiklerini savunmaktadır. Hiçbir medeniyet ve toplum sonsuza dek güçlü ve birlikte kalamaz. Zor şartlar toplumları bir arada tutarken, yozlaşma ve israf iç dayanışmayı azaltır ve çöküşü hazırlar. Geçmişten günümüze medeniyetlerin gelişim süreçlerini incelediğimizde tıpkı İbn Haldun’un Mukaddime’de işaret ettiği gibi bir gerçeklikle karşılaşırız. Bu anlamda eserin günümüz toplumu için de ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Özellikle şu anda kontrolsüz gücü elinde bulundurduğunu düşündüğümüz ulus devletlerinin de bu tarihsel döngünün bir parçası olduğunu görmek, onların da sürekli büyümek yerine duraklama ve gerileme yaşayacağını bilmek önemlidir. Bugün bu toplulukları ayakta tutan ortak dil, kimlik, tarih, din, kültür gibi kavramlar onların dayanışmasını ve gücünü artırmaktadır. Ancak bu bağ zayıfladıkça çöküş de hızlanacaktır. Bu anlamda İslam dünyasında asabiyet geliştikçe umranın da gelişeceğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Mukaddime eserinde İbn Haldun’un toplumları ve tarihi olayları sosyolojik bir bakış açısıyla incelemiş olması, tarihin yalnızca sıralı olaylardan ibaret olmadığı; arkasında pek çok farklı dinamiğin olduğunu göstermesi açısından çok kıymetlidir. Bu yönüyle Mukaddime zamansız bir eser olma özelliğini korumaktadır. Mikro ve makro ölçekte herkesin ihtiyaç duyacağı, tarihi ve günceli birçok açıdan analiz edebileceği nadide bir eserdir.