Hüma Dergisi Bülten Kaydı

İlham veren içerikler, eğitimden kültüre, İslami ilimlerden psikolojiye, tarihten edebiyata kadar pek çok alanda keyifli bir yolculuk için doğru adrestesiniz. Yeni ve zengin içeriklerimizden haberdar olmak, özel bültenlerimize erişmek ve güncellemelerden anında haberdar olmak için ailemize katılın! E-posta bültenimize kaydolarak en son içeriklerimizi kaçırmayın. Hemen kaydolun, Hüma Dergisi'nin ayrıcalıklı okuyucu ailesine katılın!

Menü

Salı, Ocak 7, 2025

Tarafı(mı)z: Olmazsa Olmayız!

Akile Tekin

Paylaş

Maksadı Allah Teâlâ olan, rızasını talep eder. Dünyevî bir ihtiyacımız olduğunda, muhatabına gideriz; kapı açılır, girer, aradığımız ne ise söyler, ister, arar, buluruz. Allah’a Teâlâ’ya dair her hâcetimizde ise “anahtarımız” Besmele, “parolamız” Hamdele’ydi; tarzımızı, tavrımızı, rehberimizi, örneğimizi, derûnumuzu belirleyen ve Hakk Teâlâ’nın bize mukabelesini celbeden “izin” ise Salvele’dir. Bu sebeple, Allah’ın rızasını arayan, Rasûlullah’ta (sallallâhu aleyhi ve sellem) bulur. Rasûl’ün izinden giden, dünya ve ukbâda nimete garkolur. Öyleyse, Efendimiz’e sâlat nedir? Buyrun, birlikte, izini sürmeye!

Besmele, Hamdele, Sonra Niçin Salvele?

Sûfîler, Rasûlullah Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) varoluş/ilk yaratılış sebebimiz olduğunu söylerler.[1] Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın (celle celâluhû) tercihi ve isteğiyle varolduktan sonramızı; mümin, kul, gayesi ve sonucu bakımından Allah’ın yarattığı âlemlerin gözbebeği insan olma yolunun mutlaka Rasûl’den, O’na itaat, ittibâ, teslimiyet ve salâttan geçtiğini haber verir. Her iki var olma ifadesi açısından da -inkar veya tahfif/önemsememe maksadıyla soranlar için- bu soruda, adeta “Âlemde hava-su herşey var, insana ne gerek var?” diyen meleklerle[2], “Âdemin/insanın var kalması için hava-su olmasa olmaz mı?” diye sorgulayan beşer aczi eşdeğerdedir. Bu soru, acziyet ve fikir fakirliğinin bir temsîli…Zira, Rasûl ve O’na salât, ümmeti için, hava-su misali…

Kulluk açısından ise, Allah’tan kula tenezzülün aşamalarının ve kulun Allah’a kavuşma rotasının belirlendiği, olmadan tamam olmayacakların gösterildiği tariftir. Îman haritasıdır, bu ayrılmaz üçlü.

Kur’ân’ın Dilinden Salvele

Kur’ân-ı Kerîm’de salâtü selâm etmenin bir emir olarak arzolunduğu ilk ve doğrudan muhatap Peygamber Efendimiz’dir (sallallâhu aleyhi ve sellem). Neml Sûresi 59. âyette: “De ki: “Hamdolsun Allah’a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına…” buyrularak, bu sûrede anılan Musâ (aleyhisselâm), Dâvûd (aleyhisselâm), Süleymân (aleyhisselâm), Sâlih (aleyhisselâm) ve Lût (aleyhisselâm)’ın, Kendisi’nin de maruz kaldığı imtihanları hatırlatılarak Peygamberimiz teselli edilmekte, verilen nübüvvet emanetine, zorluklarının nihayetsizliğine rağmen hamdetmesi istenmektedir. Önceki âyetlerinde diğer peygamberlerin kavimleri tarafından öldürülmeye çalışılması ve yurtlarından çıkarılması Peygamberimiz’e hatırlatılan Neml Sûresi’nin nazil olduğu –yaklaşık- hicri beş ve altıncı yıldaki ortama gözatıldığında, tebliğe açıktan davetin başladığı, eziyetlerin gittikçe arttığı ve Habeşistan Hicreti’nin gerçekleştiği hatırlanacak, bu tesellinin sebebi anlaşılacaktır. Dolayısıyla Mekke’de Peygamber Efendimiz’in uygulamasıyla salvele nebevî üslûp haline bu âyetle gelmiş, Âl, ashâb, tabiî ve takipçi nesil her işinde salveleyi bu ayetin gereği olarak zikretmeyi, bir gelenek haline büründürüp sürdürmüştür.

Medenî dönemin –yaklaşık- beşinci yılına gelindiğinde, nebevî bir gelenek olan salvelenin hususi olarak emredildiği, Ahzâb Sûresi 56. âyet-i kerîme bizi karşılar. Burada salâtü selâm edilmesi istenen bizzat Efendimiz’dir; âyetin muhatabı ise müminlerdir: Şüphesiz ki Allah ve melekleri o Peygamber’e çok salât ederler. Ey iman edenler, siz de Ona salât edin, tam bir teslîmiyyetle de selâm verin.”

“Ahzâb” olarak isimlendirilen Sûre’de Rabbimiz temelde iki meseleyi, Hendek Savaşı’nı ve Peygamber Efendimiz’in ailesini özellikle eşleri ile ilgili meseleleri konu etmektedir. Burada ilk olarak Müminlerin, müşrik, münafık ve Yahudilerle “fiilî cihâd”ı öncesinde ve savaş esnasında, söz ve fiileriyle onlara düşmanlık edenler ve düşmanlık paydasındaki ittifak tasvir edilmiş, Müminlerden bunlara kanmamaları istenmiştir. “Müminlerin anneleri” olarak nitelenen Peygamber eşleri ile alakalı kısımda ise müminler, kalbî-zihnî tasavvur, niyet, söz ya da fiille Peygamber Efendimiz ve mahremi hakkındaki her türlü taşkınlıklardan menedilmiş, adeta “kalbî cihâd”ta da galibiyete davet edilmiştir. Kur’ân’da “Ey Peygamber” hitabının beş kez ve en fazla zikredildiği Sûre’de, Peygamberimiz’e ve mahremine mahsus hükümlerin yer aldığı kısımlarda, tüm Kur’ân’ın ilk muhatabı olan Efendimiz’in Rabbi’ne karşı teslimiyeti ve muamelesi övülmüş; Efendimiz’de, -eşlerinin, ailesinin dahi dahil edildiği- tüm müminler için güzel bir örneğin olduğu belirtilmiştir. Bu örnekliğe ulaşma usulü olarak, “Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman mü’min erkek ve mü’min kadınlar için kendi isteklerine göre tercih hakkı olmadığı” mottosu belirlenmiş ve buna uyulması istenmiştir. Müminlere altı kez bizzat hitâb edilen Sûre’de bu örnekliğe tabi olanların vasıfları sayılmış ve nail olacakları nimetler hatırlatılmıştır.

İşte böyle bir bağlamda Allah ve meleklerinin Peygamber’den yana olan sahiplenici tavrı, sözü ve tavsiyesi/emri olarak salât ü selâm, müminlerin icabete davet edildiği Allah-melekler-tâbî müminler tarafında olma çağrısının timsali olmuş ve bu grubun dışında olan herkese hatta Müslümanların söz konusu Peygamber olduğunda kendi nefislerine karşı bir duruşta bulunma halinin adını almıştır.

Rasûlullah’ın (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Dilinden Salvele

Hadis-i Şerîflerde nakledilen salât “namazda teşehhüdle” ilgili bahislerde okunması ve çeşitleri açısından zikredilmiştir. Sahabe-i Kirâm arasında Rasûl’e salâtın nasıl olması gerektiğini araştıranlar olur, bizim gibi, belki, bizim için. İki temel hadis kaynağımızdan birisi Müslim’de vakıa şöyle nakledilir: “…(İbn Ebî Leylâ) Bana Kâ’b b. Ücrâ tesadüf etti de şunları söyledi: Sana bir hediye vereyim mi? Bir defa Rasûlüllâh yanımıza çıktı da biz (Kendisine Yâ Rasûlallâh!) Sana nasıl selâm okuyacağımızı öğrendik. Ama sana nasıl salât okuyacağız? dedik.” Rasûlullah: “Allah’ım Muhammed’e ve Âl-i Muhammed’e, Âl-i İbrâhîm’e salât buyurduğun gibi salât eyle. Şüphesiz ki Sen Hamîd ve Mecîd’sin. Yâ Rab Muhammed’e ve Âl-i Muhammed’e, Âl-i İbrâhîm’e ihsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle. Çünkü Sen Hamîd ve Mecîd’sin; deyin.” buyurdular.[3]

Mânası Açısından Salvele

Sözlükte “dua, tâzim, rahmet” gibi anlamlardaki salât, çoğulu salavât ile “esenlik” mânasındaki selâm kelimelerinden oluşan salât ü selâmla, Osmanlı Türkçesi’nde “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” veya “sallallâhu aleyhi ve sellem” gibi dua cümleleri kastedilir. Böyle dua etmeye “salavat getirme”, Arapça’da ise “tasliye” denmiştir. Salât ü selâmdan söz edilirken “salvele” kısaltmasının kullanımı bir gelenektir.

Alimlerimiz Ahzâb Sûresi 56. âyette zikredilen salât ü selâmı bir emir olarak telakki etmişler ve ömürde bir kere zaman, mekan ile sınırlamaksızın icmâlen salât etmenin farz olduğunu belirtmişlerdir. Âyette Allah’ın Efendimiz’e salâtı rahmet ve in’âmı/Peygamberlik ve diğer nimetleri vermesi, melekleri katında Onu övmesi; meleklerin salâtı Efendimiz için istiğfar etmeleri ve hizmette bulunmaları, Müminlerin salâtı ise Allah’tan Peygamber’in kendi katındaki makamını yüceltmesi için “dua” etmeleri, yanında bizzat bulunanların kavlî ve fiilî, izinde olanların ise hem söz ile taklidî, hem tavır ve fiil ile tahkîkî “destek ve teslimiyet”i, Efendimiz’in şerefini izhâr, şânını tazim, şefaatini “talep” olarak tarif edilmiştir. “Tam bir teslimiyet” vurgusu, îmanın kalplere hâkim olması, irade ve tercihin Allah ve Rasûlü’nün rızasına uygun hale getirilmesidir.[4]

Olmazsa, Olmaz Mıyız?

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Kim bana salât etmeyi unutursa ona cennetin yolu unutturulur.” buyurmuş; “Yanında ben anıldığım halde üzerime salât etmeyen kişinin burnu yerde sürtülsün!” diyerek müminleri îkaz etmiştir.

O örneğimiz, O’na salâtımız olmazsa, Allah ve meleklerinin tarafında taraf, emr-i ilâhînin gerektirdiği gibi mü’min olamayız.

Olmasaydı, Allah’ı Kendisi’nin istediği biçimde tanıma ve buna uygun davranma, Kelâm’ından ve bu vesilesiyle Kendisi’yle iletişim imkanımızdan mahrum kalır; hayalimiz, ufkumuz, yani aczimiz kadar inanabilir ve öylece kalakalırdık.

Olmazsa, îman şuurumuzu, İslâm şiârını, kulluk idrâkımızı yönetemeyiz.

O olmasaydı, sevgi menbaı Vedûd’un muazzam, mücessem sevgisinin mazhârı Sevgilisi/Habibi’nin sevdikleri/ümmeti olamaz; Allah’ın Kendisi’nin yanıbaşında makâm tahsis ettiği Mahmûd’u, kulları, nebî ve rasûlleri arasından seçtiği Mustâfâ’yı, tüm insanlığa cennet rehberi Ahmed’i, tevhîd maksadının son temsilcisi Muhammed’i tanıyamazdık.

Olmazsa cennetsiz kalırız.

İşte bu yüzden, O ve O’na salât, olmazsa olmazımız!

Olmazsa, olmayız!

Olmuş, olan, olacak; varlıklar, âlemler, nefesler, zerrelerce; salât olsun Efendimiz’e; selâm, âline, ashâbına, tâbîlerine ve Rasûl’ün örnekliğini her şeyde olmazsa olmazı haline getirebilenlere…

[1] Bu konunun delillendirildiği hadis-i kudsî: “Sen olmasaydın, Sen olmasaydın ey Habibim, ben bu kainatı yaratmazdım.” Acluni, II, 164; Hakim el-Müstedrek, II, 615.

[2] Bakara Sûresi 2/30.

[3] Müslim, III, 1310.

[4] Yararlanılan Kaynaklar: İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân Tefsîru’t-Taberî, Mustafa el-Bâbi el-Halebî ve Evlâduhû, Kahire, 1954/1373; Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 1990/1411; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, 1942; Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990; Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi (Tahlil ve Tenkit), İnsan Yayınları, İstanbul, 2003; M. Suat Mertoğlu, “Salâtü Selâm”, DİA, 2009, 23-24.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir