Cumartesi, Mayıs 17, 2025

Sevgiye Dair

Esra Kurt

Paylaş

Dipsiz kuyuların kuytularında yeşeren bir dal çiçek nasıl ki kör karanlıkları ruhuna şifa eyleyip de taş parçalarını köklerinin yuvası bellediyse; insanoğlu da bir fidan misali narin olan bir sevgiyi, kalbindeki ıssız kuyuların çiçeği bilmeli. Çünkü sevgi sandıklara saklanan kıymetli hatıralar misali sarıp sarmalar kalbi. Ruhun en nadide örtüsüdür. Su gibi akar gönülden gönüle. İçten bir bakış saf bir gülüşle yumuşatır celalle çatılmış kaşları. Sevmek bir bahar gecesi ılık bir meltemin ruhumuzu okşaması gibi masum, derin dalgaların bir iç çekiş nidasıyla kıyıları serinletmesi gibi esenlik doludur.

İnsanı insan olduğundan ötürü sevmek, ne olursan ol yine gel diyerek âlemi kucaklamak ecdadımızdan yadigâr ne de olsa. Lakin hasretle bezenmiş tek bir adımın, sevgiyle kuşatılmış cesaretli bir tebessümün yokluğuyla mustarip bir çağda yaşıyoruz maalesef ki. Bireyselleşmek ve özgürlük adı altında tutsak edilen kalplerimiz de nasipleniyor bu yoksunluktan. Gözlerimize görünen pespayelikler, kulaklarımızın işittiği acımasız sözler, ruhumuzu değil de midemizi doyuran sözde kazançlar, vicdanımızın duyarsız kaldığı çaresiz yürekler ve daha niceleri belki de kalbimizin katılaşıp yalnızca insanlığı değil, kendi öz sevgimizi de söndürmemize yol açıyor. Başka hayatlara kör, sağır, dilsiz kalmak bizi onlardan daha fazla noksanlaştırıyor olabilir mi acaba? İnsanın insanda demlenmeye, dinlenmeye, renklenmeye ihtiyacı var hâlbuki. Kalbini tüm benliğinle başka bir kalbe açabilmekti meziyetlerin en güzeli. Sahi eskiden miydi yoksa ahir ömürlerin ebedi sevdaları? Sevmeye de sevilmeye de ürkekleşen yüreğimiz, dermanın dertte gizli olduğunu bilemeden “ben” adına sığınıyor “biz” diye sarılmak varken. Oysa bedenlerin ve kelimelerin hisleri sınırlandıramadığı bir sarılma iyileştirebilir ancak kabuk bağlamış ruhumuzu.

Göklere süzülürken gözlerimizi de alıp götüren turnalara muhabbet duyuyoruz, sevgi ile soluklanmayı umarak. Ve her solukta bedenimizi yeryüzünden, gözlerimizi gökten alıkoyamıyoruz. Zira ebedimiz gökte, ezelimiz toprakta sırlanıyor. Sevgi ilham oluyor, yerle gök arasında ve gönülle gönül arasında sırlanan her zerreye. Soğuk bir tenhanın ezgisi yankılanırken dudaklarımızın kenarında, hasreti mecburiyetlerin en güzeli hâline geliyor. Yaşadığını hissetmek sevgiyle hâsıl olan muhabbetin yangını gibi alevleniyor içimizde. Öyle bir yangın ki bir çift göze sığmayan kâinatı, bir kalbe dolduruyor sevgiyle korlanarak. Kavrulup da bir ah etmiyor sevda maşukluğuyla. Sevmek dolu dizgin bir at edasıyla coşarken, sevilmek rüzgârın güzde dökülen kuru yaprakları umarsızca savurması gibi gönlümüzün eşiğinde. Her şeye rağmen, tüm yüklerimize ve bizi yakışına rağmen lütfu da kahrı da hoş gelir sevda ile kenetlenen yüreklerin. O hâlde zifiriye boyalı ruhumuza sevgi ışığımızla nur olalım. O ışıkla kalbimizden aklımıza giden yolu temizleyelim, aydınlanalım ki bize kiriyle pasıyla gelen mahlûkat, berraklığımızla arınıp bizde şifa bulup dinginleşsin. Bu ahvalde sevgiyi ruhumuzun simgesi hâline getirdiğimiz zaman, kalbimizde sakladığımız özümüz bizi “insan” olmanın ferahlığına eriştirecektir. Yaşamak denen yük sinemize göz bebeği gibi yerleşecektir.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir