Çarşamba, Haziran 11, 2025

Semine Çemrek Demirci

Ümmü Gülsüm Yeşil

Paylaş

Sosyal medyadan konuşmacı, yazar ve dinî sohbetler yapan bir hanımefendi olarak bildiğimiz Semine Çemrek Demirci kimdir? Kendinizi kısaca tanımlar mısınız?

Zor olan sorudan başladık. Semine, Allah’ın kulu diyebileceğimiz sıradan bir insandır. Hemşirelik lisesinden mezun oldum. Ardından Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü’ne girdim fakat okul yarım kaldı. Sonra annelik serüvenim başladı. İçimdeki okuma aşkı bir türlü dinmeyince 95’te tekrar Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandım. O senelerde özellikle başörtüye yönelik sıkıntılı süreçler yaşıyorduk. Bazı sebeplerden ötürü üniversiteye kaydımı yaptıramadım, derken ikinci annelik sürecim başladı. Ortanca oğlum doğdu. Arkasından 2002’de üçüncü kızım doğdu. Sonra Allah bana üç tane emanet verdi, ben bu emanetlerle ne yapabilirim diye düşünürken kıssalarla ilgili çalışmalara başladım.

Daha öncesinde de birtakım çalışmalar yapıyordum. Sohbet gruplarımız vardı. Ortaya bir şeyler koymak için arkadaşlarımızla çaba sarf ediyorduk. Birçok çalışma yapmıştık fakat arkadaşlar arasında dar bir dairede kalmıştı. Edindiğimiz imanî tecrübeleri insanları ürkütmeden, zihinlerine bir suizan gelmeden nasıl aktarabiliriz diye düşündük. Aklımıza hepimizin ortak paydası olan Kur’an-ı Kerim geldi. Kur’an’ın ışığında insanlara bilgilerimizi aktaralım dedik. Mesela, Kur’an’da insan nasıl geçiyor? Öğrendiğimiz, tecrübe ettiğimiz o imanî bilgileri de işin içine katarak bunu anlatalım. Kur’an ve insan, Kur’an ve nübüvvet, Kur’an ve kâinat, Kur’an ve kadın, Kur’an ve kıssalar gibi birçok konu belirledik. Kur’an ve kıssalar konusu bana denk geldi.

Ben sosyal fobisi olan bir insanım. Bana, şu kadar yazı, ödev vs. hazırlayacaksın desen, varım fakat hazırladıklarımı sözlü olarak aktarma konusunda çok ciddi sıkıntım vardı. İlk dersimi anlattığım günü hatırlıyorum. Sırtımdan sanki bir şelale akmıştı. Buna rağmen çok şükür, sesim titremedi. İnsanların gözüne çok bakamadan o dersi atlattım. O bir kırılma anı oldu. Böylece başlamış olduk.

Bu pilot çalışmadan sonra çalışmalarımızı daha derinlikli hâle getirelim, dedik. Kuran ve kıssalar konusunda araştırmalar yaptım, doktora tezleri okudum ve dedim ki ben kıssayı biraz daha farklı anlatmak istiyorum. Mesela, ilk kez Ashab-ı Kehf’i anlatırken, “Ashab-ı Kehf’in mağarası bizim neyimize denk gelir?” diye bir soru sorarak başladım. Bu soruyu bütün kıssalara sorarak devam ettim. İki bahçe sahibinin hikâyesi, Hızır, Yunus ve Zülkarneyn’in yolculukları, Yusuf Peygamber, Musa, İsa, İbrahim derken bir baktım ki on dört sene içerisinde bütün kıssaları çalışmışım. Mesela, Yusuf Peygamberi çalışırken bütün psikolojik durumları, kıskançlığı, kardeş ilişkilerini, hasedi, şehvet konusunu ya benimsin ya toprağın gibi meseleleri de çalışmış oldum. Tüm bunları yaparken o esnada bir de üniversiteye başlayıp bitirdim. En son anlattığım kıssa Âdem’in (Aleyhisselam) kıssasıydı. Nedense Hz. Âdem’in kıssasını anlatma konusunda bir çekingenlik yaşadım ve onunla bitirmiş oldum. Şimdi ise gruplarda en baştan başlıyorum.

Tekrar soruya dönersek, Semine Demirci’nin üç tane evladı var. Amasyalı. Hemşire. Psikolojik Danışmanlığı bitirememiş ama Davranış Bilimleri’ni tamamlamış; Bütüncül Psikoterapi, evlilik terapisi ve yaşam koçluğu eğitimleri almış bir anne. Annelik en önemli sıfatım. Şimdi yeni bir terfi aldım, kayınvalide oldum.

Nasıl bir çocukluk ve yetişkinlik süreci geçirdiniz? Yetiştiğiniz ortamın üzerinizdeki etkisi nasıl oldu?

Ben 1971 Ağustos’unda, Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinin bir köyünde doğdum. Annem, okuryazarlığı olmayan bir ev hanımıydı. Babam, ilkokul mezunu bakkaldı. Arka arkaya gelen beş kız kardeşiz, en son iki erkek kardeşim var. Çocukluğumda, erkek çocuklarının biraz daha üstün görüldüğü bir yerde kız olmanın bütün dezavantajlarını yaşadım. Bütün çocukluğum kendimi babama kabul ettirebilmek, onun gözüne girebilmek, “Erkek de olsa ancak bu kadar yapardı.” dedirtmek gibi bir çabayla geçti. Dolayısıyla sonradan kızsal davranışlara geçmek biraz zor oldu.

Daha sonra ortaokulu yatılı olarak Trabzon’da okudum. Okulda çok büyük bir kütüphane vardı, oradan çıkmamaya çalışıyordum. Kitap okumayı çok seviyordum. İlk okuduğum kitaplardan birisi, Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya’sıydı. O kitabın terkipleri, söylediği bazı noktalar hâlâ zihnimdedir. Sonrasında başka kitaplar, tarihî romanlar okudum, klasikleri neredeyse bitirmiştim. Tolstoy’un Diriliş’ini Ba’sü Ba’del Mevt adıyla okumuştum. Osmanlıca Türkçesine ve eski kelimelere olan merakım o zaman başlamıştı. Kendime bir sözlük yapmıştım. O dile, Kur’anî kelimeler içerdiği için ve Kur’an’la bağımızı kurduğu için bağlanmış oldum.

Kıssaları okudum bir de Peygamber Efendimizin hayatını okuyayım dedim. Bir yayınevinden Peygamber Efendimizin hayatını istedim, yayınevi Peygamberler Tarihi göndermiş. Bunda bir hikmet var diye düşünerek bir daha okudum. Aslında bir şeye hazırlanıyormuşum da neye hazırlandığımın ben bile farkında değilmişim.

Üniversitede okuduğunuz bölüme baktığımız zaman insana ve insanı tanımaya dair bir merakınız olduğunu görüyoruz. Davranış Bilimleri, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nü seçmeye nasıl karar verdiniz?

İtiraf edeyim, Psikolojik Danışmanlığı seçmem pek bilinçli değildi. Puanım yüksekti. Yetenekli bir öğrenci olduğum için Boğaziçi’ni yazalım dedik. Uluslararası İlişkilerden başladık, puanımın tutabileceği sosyal bölümlerden felsefeye kadar yedi tercih yaptık. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlığa girmiş oldum.

Psikolojik okumalar yapıyordum ama çok değildi. İşin içine girince biraz daha psikoloji okumalarımı arttırdım. Kendimi tanımaya, anlamaya yönelik bir çabam olduğu için önce kendimi anlayayım, çözeyim diyordum. Belki başkalarına da faydam olur düşüncesiyle belki de çaresizlikten o kadar okuma yapıyordum, bilemiyorum. Belki de biraz kimsesiz kalmaktan kaynaklıydı. Kendimin kimsesi olma adına yaptığım bir çalışmaydı.

Davranış Bilimleri de gidebileceğim başka bir seçeneğim olmadığı içindi, çünkü o dönemde başörtüsüyle girebileceğimiz tek yer orasıydı. Sonrasında tüm eğitimlerimi kendim isteyerek aldım. Mesela, tüm yöntemleri bütünleştirerek anlatan bir eğitim olan Bütüncül Psikoterapiyi almak istedim. Çünkü insan sadece bilişten, düşünceden ve duygudan ibaret değildir. Parçalara ayırabiliriz fakat insan bir bütündür. Parçaya bakıp bütünle ilgili fikir edinebilirsin ama biraz yukardan bakmak daha fayda verici olur. Sırf bedene, sırf davranışa ya da sırf cinselliğe yönelmek bana doğru gelmedi. O yüzden Bütüncül Psikoterapi eğiti[1]mi almak çok akıllıca bir davranıştı. Davranış Bilimlerinin denkliği yoktu. Denklik almak için açık öğretimden okumayı düşündüm ama annelik ve başka sorumluluklar olunca yapamadım, bu nedenle bir de yaşam koçluğu sertifikası almak istedim.

Peki, aldığınız bu eğitimlerin Kur’an kıssalarını çalışırken size ayrı bir faydası olduğunu düşünüyor musunuz?

Mustafa Merter diye bir abimiz var, o Jung yöntemiyle çalışıyor. Psikolojik bir tefsire başlamış. Desteklenmesi gereken güzel bir çalışma. Bir kısmını okumuştum. Kur’an, insanı insana tanıtan, kâinatı insana tanıtan, Allah’ı insana tanıtan, insanın bütün ilişiklerini düzenleyen, insanın kullanım kılavuzu diyebileceğimiz bir kitap. İçinde insanla ilgili pek çok tanım var. Psikoloji de insanın kendisini tanımasına, insanın kendisini kabul etmesine dayanan bir bilim. Eğer inkâr etmeden kabul edersen, bu böyle bunu ben yaptım dersen, çıkış yolunu bulursun. Ama inkâr ediyorsan, isterse Freud’un kendisi gelsin seni değiştiremez. Her şey senin kabulünden geçiyor. O yüzden ben anlatırken Kur’an’daki bilgilerimle, psikolojideki bilgilerimi biraz birleştirdim. Mesela, Havva ile Âdem’in şecere-i hulde dokunmalarının temel sebebi ne? Şeytan onları, insanın ebediyet arzusundan, lezzetin kesilişini istemeyişinden ve sorumluluktan kaçma ümidinden yakaladı. “Şecere-i huldden yerseniz melek olacaksınız ve ebediyen cennette sorumsuz olarak yaşayacaksınız.” dedi. İnsan zahmetten, acıdan kaçıyor ama zevke koşuyor. Freud’un anlattığı temel konu da zaten budur; insan zevke koşar, hazcıdır, acıdan da kaçar.

Psikoloji insanı, Allah’la olan ilişkisinden soyutlayarak tek başına bir varlıkmış gibi anlatıyor. O sekülerliği çok sevmiyorum. Kendi zihnimde birleştiriyorum.

Rabbimizin insanları muhatap alıp onlara kılavuz olarak gönderdiği kitabının büyük bir çoğunluğunda kıssalara yer vermesinin hikmetini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsan birbirinin hikâyesinden etkilenerek yeni hikâyeler oluşturuyor. Bir psikoloji kuramına göre kişi ne kadar çok kelime bilirse düşüncesi o kadar derinleşir. Kelimeler azaldıkça, kelimelerin açılımlarına karşı duyarsız kaldıkça da düşüncesi kısırlaşır. Hâlbuki biz insan ne kadar düşünürse, sözü lisanı o kadar gelişebilir zannediyoruz ama öyle değil. Lisan ne kadar gelişirse düşünce o kadar zenginleşir. İnsanın insandan, hikâyelerden çok etkilendiğini anlatan başka bir kuram da var. Foucault diyor ki bir olayı çözmek istiyorsanız arkeolojik kazı yapar gibi geriye doğru gidin, kırılma noktasını bulursanız meselenin yüzde ellisini çözmüş olursunuz. Sebebi anlamanız, görmeniz lazım.

İnsan, insandan örnek alır. Mesela, biz yürümeyi, konuşmayı, nasıl davranacağımızı, ilişkilerimizi nasıl yürüteceğimizi anne babamızı seyrederken öğreniyoruz. Böyle yapılacak diye kimse bize tarif etmiyor. Ses tonlamalarımız bile anne babamıza benziyor. Önce taklit ediyor sonra tahkik ediyor, kendimize has bir kıvama sokuyoruz. Buradan Kur’an’daki kıssaların anlatılma hikmetini daha rahat anladım. Madem biz her şeyi insandan öğreniyoruz, Rabbimiz de bize taklit edebileceğimiz, uygulayabileceğimiz bir insandan teklif sunuyor. Peygamberlerin insan olarak gönderilmesindeki sır da yine burada saklı. Biz dini onlardan öğreneceğiz, onlar gibi yaşayacağız.

Bir de kıssalar bize bir tecrübe sunuyor, çünkü insanın her bir hatayı yapıp ondan ders alabilecek kadar uzun bir ömür sermayesi yok. Bu nedenle insana diğer insanların yaşadıklarının, tecrübe ettiklerinin ve kazandıklarının sunulması çok büyük bir değer.

Mevlanâ Mesnevi’de bir hikâye anlatıyor: Aslan, tilki ve kurt beraber ava çıkıyorlar. Önce büyük bir yaban öküzü sonra geyik gibi bir şey bir de tavşan avlıyorlar. Av bitince aslan lider olarak kurda diyor ki: “Hadi bakalım, şunları taksim et.” Kurt, büyük olanı aslana veriyor, geyik de benim olsun dediği anda aslan kurda bir pençe atıyor. Kurt ölüyor. Tilki de orada gözlerini açmış bir vaziyette seyrediyor. Aslan, tilkiye “Hadi bakalım, bu sefer sen taksim et.” diyor. Tilki de “Kralım, öküz şu öğününüz, antilop şu öğününüz, tavşan da bu öğününüz olsun.” diyor. Aslan, “Sen böyle güzel taksimat yapmayı nereden öğrendin?” diyor. Tilki de kurdu göstererek kurttan öğrendim, diyor yani ibret aldım demiş oluyor. Mevlanâ hemen dönüp diyor ki: “Ey Ümmet-i Muhammed, siz ümmet-i merhumesiniz. Rahmet edilmiş bir ümmetsiniz. Çünkü sonda geldiniz. Kurdun aslanın payına göz dikmesi gibi Allah’ın mülkünden 50 mülk kopartmaya çalışan, Allah’a şirk koşan, Allah’ın kudretini görmezden gelen, sanki kendi kendine var olmuş gibi hareket eden ve Allah’tan hak dava eden kimseler olacak. Sen, Allah’ın hakkını Allah’a teslim et. Kul olma vazifeni kabul et.” Mevlanâ, geçmiş kavimlerin başına gelenlerden ders almak gerektiğini çok veciz bir hikâye ile bize anlatmış.

Bireyin gördüğü insanları taklit ederek öğreniyor olması, kişiliğinin gelişiminde olmazsa olmaz süreçlerden biri. Etrafında örnek alabileceği güzel insanlar olmayan bir kimseye kendisini geliştirmesi hususunda neler tavsiye edersiniz? Farklı zamanlarda yaşamış kişilerden de taklit yoluyla istifade edebilir miyiz?

Gençlere ne söylemek istersiniz soruları biraz yaşlandığım için beni hep ürkütür. Çünkü şu zamana ayak uydurmak çok zor. Onlar bilgisayarla, tabletle birlikte doğdular ve önlerinde o kadar çok lüzumsuz insan figürleri, ikonlar, oyunlar vs. var ki bunların içinden güzel bir örneği çıkarmaları ve ona tâbi olmaları oldukça zor bir durum. Allah gençlere yardım etsin.

İkinci olarak, ilk öğretmenleri olan anne-babaya çok vazife düşüyor. Biz anne olarak vazifemizi yaparsak ve çocuk bizde huzur bulursa, hangi bilgiyi görürse görsün yine döneceği şey, annesinin babasının teslim olduğu şeydir. Musa’nın annesinin içinden gelen sese, Rabbinin sözüne itimat edip onu suya bırakması gibi. Musa döndü dolaştı bir peygamber oldu, tevhid ehli oldu. Puta tapan bir kimse olmadı. Annesinin babasının temsil ettiği dinde olmaya devam etti.

Gençler isterlerse etrafında kimse olmasa da Kur’an’a bakıp, sünnete bakıp, diğer kitaplara bakıp, tarihî şahsiyetlerin hayatlarına bakıp okuyarak onları da kendilerine örnek alabilirler.

Gençler ve Kuran kıssaları deyince aklımıza Ashab-ı Kehf kıssası geliyor belki ama sizin özellikle günümüz gençlerine öncelikli olarak tefekkür etmelerini tavsiye edeceğiniz kıssa hangisidir?

Yusuf (Aleyhisselam). Çünkü Rabbimiz “O ahsenu’l kasastır.” buyuruyor. Yusuf ve kardeşlerinde düşünüp ders almak isteyenler için çok dersler vardır, diyor. Yusuf’un (Aleyhisselam) çocukluk hâlinden yetişkinlik hâline kadar kıssanın bütün bölümlerini anlattığı için kardeş ilişkileri, anne baba ilişkileri, kadın erkek ilişkileri, bir toplumda sosyal olarak yüksek bir yerde olmanın gerektirdiği bütün davranışları, Allah’ın onaylayacağı davranışları Yusuf örneğinde bize gösteriliyor. Yusuf çok güzel, çok aranan, çok arzu edilen hani tam günümüz gençlerinin çok tanınayım, çok bilineyim, çok güzel olayım, insanlar beni kabul etsinler, beni alkışlasınlar dedikleri noktada… Abdullah Yıldız’ın Yusuf’un Üç Gömleği kitabını bir de Necmettin Şahinler’in Üç Gömlek Meselesi kitabını tavsiye ederim. Yusuf kıssasını çok güzel anlatmışlar.

İbrahim’i (Aleyhisselam) de okumaları gerekir. Çünkü İbrahim (Aleyhisselam) çocukluktan itibaren tevhidî bir yönelim üzerinden fıtratına tâbi olarak devam ediyor. Babası onu, putlara olan davranışından dolayı taşlayarak öldürmekle tehdit ediyor ve bana görünme diyerek kovuyor. İbrahim hayatta tek başına kalıyor, ateşlere atılıyor, bir an bile söyleminden vazgeçmiyor. Fıtratını muhafaza edebilme adına bize çok güzel örneklik sunuyor.

Musa (Aleyhisselam) da öyle. Firavunun sarayına bebekken gelip onu öldürmeye yönelik bütün çalışmalarına rağmen ayakta kalmanın örneğini sunduğu için Musa’nın kıssası da gençlere çok şey anlatır. Derler ki Osmanlı döneminin son hattatlarından birine erkek evladının olduğu haberi gelince “Adı Musa olsun.” diyor. Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönemleri olması bakımından zor bir dönem olduğu için adam, aşağı yukarı insanların o dönemlerden neler yaşayacağını kestiriyor. Çocuğun adı Musa olursa, ne yaşarsa yaşasın ayağa kalkmanın bir yolunu bulur, diyor.

Kuran kıssalarının ortak özellikleri nedir? Kıssalarla insana verilmek istenen mesajları 3 maddede özetleyebilir misiniz?

Kur’an kıssalarının ilk ortak özelliği, tevhidi anlatmasıdır. Peygamber geldiğinde ilk söylediği şey, Allah’ı birlemektir, tevhiddir. İkinci maksat ise nübüvvettir. Üçüncüsü, bize haşri anlatmasıdır. Bir hesap olduğunu, Allah’a iman eden ve salih amelde bulunanların kurtulacağını ama Allah’a iman etmeyip şirke, kötülüğe sapanların da kurtulamayacaklarını asırlar sürecek sonsuz bir azaba müstahak olduklarını anlatır. Bir de kıssalar, adalet ve ibadeti muhakkak söyler. Çünkü insanın Rabbine ubudiyetini sunması adaletin kendisidir. Rabbi onu yokluk derelerinde bırakmamış, varlığa çıkarmış, ruhundan ruh üflemiş, hayatı vermiş, hayatın lazımı neyse onları da önüne sermiştir. İstediği tek şey, ibadet etmemizdir. Biz ibadet ile mukabele ettiğimizde adaletli davranmış oluyoruz.

Sizce eğitim-öğretim metodu olarak hikâye anlatıcılığı üslubundan gerektiği kadar faydalanabiliyor muyuz?

Faydalanamıyoruz. Ortaokuldaki matematik öğretmenim bazı şeyleri hikâyeleştirerek anlatıyordu, ben de matematiği gözüm kapalı yapıyordum. Lisedeki matematik öğretmenimin ise yazıp çizdikleri hiç kafama girmiyordu. Sonra ikisinin arasındaki fark nedir diye baktım. Biri hikâyeleştirerek anlatıyor ve tekrar yapıyor. Diğeri ise anlatıp geçiyordu.

Matematikte bile olsa hikâyeleştirerek, örnek çözerek anlatmak o bilgiyi insanın zihnine ve kalbine yerleştiriyor. Diğer türlü kuru bir bilgi olarak vermek, hayatımızın neresine koyacağımıza dair bir örnek sunmamak, o bilgiyi sadece sınav geçmek için öğrenilen sonra unutulan bir şeye dönüştürüyor.

Zihin onu bir yerlere atıyor. Bu nedenle hikâyeleştirmek, kişinin kendisini o hikâyenin içerisinde bulmasını sağlamak öğrenmeyi çok kolaylaştırıyor. O yüzden Rabbimiz bize kıssa ile hitap ediyor. Çok yüksek hakikatleri o kıssalar içinde bize veriyor.

Konuşma konusunda çekingen olduğunuzu ve bunu zamanla yendiğinizi söylüyorsunuz. Bunun gibi herhangi bir konuda kendini yetersiz ve eksik gören, hayata karşı çekingen davranan insanlar kendilerine karşı olumlu bir bakış açısı nasıl kazanabilir?

Yetersiz hissettikleri konularda çalışarak. Ben ortaokuldayken azcık kekeleyerek konuşurdum. Şehirde büyümüş bir arkadaşım, “Zaten köyden gelmişsin, konuşmayı bilmiyorsun.” diye çok ağır bir ithamda bulundu. Konuşmamı nasıl düzeltebilirim diye 11-12 yaşındaki çocuk kafamla kütüphane kurdu olmuştum. Sürekli kitap okuyordum ama kitabı okurken çok kısık bir sesle kendime de okuyordum. O sesli okuma benim konuşmamı çok düzeltti. Yine mesela çok utanmama rağmen şiir okuma yarışmalarına giriyordum. Sahne programlarına katılıyordum ki korkumu yenebileyim.

Fobileri değiştirmek adına üzerine gitme çalışmaları yapılıyor, bunun gibi sosyal fobilerin de üzerine gitmek lazım. Bunu yaparken de adım adım, sınırımızı bilerek gitmek, kendimizi çok zorlamamak gerekiyor. Ben o adımları atmasaydım, insanların önünde konuşma gibi bir şeyim katiyen olamazdı. Küçük küçük adımlarla şu anda daha rahat konuşur hâle geldim.

Adım adım ilerlesinler, acele etmesinler. Her şey bir anda olmuyor. Bu noktada kendilerini inşa eden iyi bir duvar ustası olsunlar. Çünkü önce sağlam temel yapılır sonra onun üzerine ilk kat koyulur en son çatı yapılır. Bir anda temelin üstüne çatı koyulmuyor. Özellikle bu zamanın insanı çok aceleci. Her şey bir anda mükemmel olsun istiyor. Öyle bir şey yok. Her şey adım adım… Allah gayret edene veriyor. Bunlar da fiilî duadır. Sadece kavlî dua var ama fiilî dua yoksa kapıda bekliyorsun. Allah, ortaya bir gayret koymayarak sözünü niye yalanlıyorsun diyor. “Kader gayrete âşıktır.” deniliyor ya onun gibi.

Hâlihazırda devam ettiğiniz dersleriniz, projeleriniz nelerdir?

Şu an üç tane kıssa seminerim var. Biri Rebi Akademi’de, birisi Maide Derneği’nde, birisi de Ayed Derneği’nde. Önümüzdeki günlerde Dilbeste Akademi’de Yusuf Peygamber ve roller üzerinden birkaç arkadaşla birlikte Yusuf Peygamberi anlatacağım.

Bu dersleriniz başvurulu, kayıtlı mı oluyor yoksa isteyen herkes katılabiliyor mu?

Hepsi başvurulu ve kayıtlı. Pandemiden önce dersleri yüz yüze yapıyordum fakat şimdi bütün derslerimi Zoom üzerinden yapıyorum.

Ruhunuzu yansıtan renk?

Mor

En çok merak ettiğiniz, tanışmak istediğiniz peygamber?

Musa (Aleyhisselam)

En sık tekrarladığınız dua?

“Rabbenâ atinâ min ledunke rahmeten ve heyyi’ lenâ min emrinâ raşedâ = Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.”

Okumak mı, dinlemek mi?

İkisi de

Size mutlu ve huzurlu anları hatırlatan bir koku?

Menekşe

İnşallah gençlerin sadrına şifa olacak sözler söylemişimdir diye ümit ediyorum. Rabbim sözlerimizi de zamanımızı da azalarımızı da israftan muhafaza etsin.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir