Cumartesi, Mayıs 17, 2025

Sanata Bakmak

Hatice Hilal Gülenay

Paylaş

“Onlara hem âfâkda (kendi dışlarındaki âlemlerde), hem de kendi nefislerinde(enfüsde) delillerimizi göstereceğiz; tâ ki onun (o Kur’ân’ın) gerçekten hak olduğu onlara belli olsun! (Bu hususta) Rabbin yetmez mi ki, şüphesiz O, her şeye hakkıyla şâhiddir.” (Fussilet Suresi 53)

Şu kâinât denilen âlem-i ekber (en büyük âlem) ve insan denilen onun misâl-i musağğarı (küçük bir nümûnesi) olan âlem-i asğar (küçük âlem), kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî (dış âleme âid) ve enfüsî (insanın iç âlemine âit) vahdâniyet delâilini (Allah’ın birliğinin delillerini) gösteriyorlar. Evet, kâinâttaki san‘at-ı muntazamanın (intizamlı san‘atın) küçük bir mikyasta (ölçüde), nümûnesi insanda vardır. O dâire-i kübrâdaki (en büyük dâiredeki) san‘at, Sâni‘-i Vâhid’e (bir olan san‘atkâra) şehâdet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebînî (mikroskopla görülebilecek) san‘at dahi, yine o Sâni‘a işâret eder, vahdetini (birliğini) gösterir. Hem nasıl ki şu insan, gâyet ma‘nîdâr bir mektûb-ı Rabbânî’dir (Allah’ın isimlerini gösteren bir mühürdür), muntazam bir kasîde-i kaderdir. Öyle de, şu kâinât dahi aynı o kalem-i kader ile, fakat büyük bir mikyasta yazılmış muntazam bir kasîde-i kaderdir. Hiç mümkün müdür ki, hadsiz alâmet-i fârika (ayırdedici alâmetler) ile bütün insanlara bakan şu insan yüzündeki sikke-i vahdete (birlik mührüne) ve bütün mevcûdâtı (varlıkları) omuz omuza, el ele, baş başa veren kâinât üstündeki hâtem-i vahdâniyete (Allah’ın bir olduğunu gösteren mühre), Vâhid-i Ehad’den (sıfatlarında ve zâtında bir olan Allah’dan) başka bir şeyin müdâhalesi bulunsun?[1]

Bakmak işine gözler ile birlikte ruhu ve kalbi de koşturmam gerek. İkisini bir miktar sair vazifelerinden alıkoyup daha çok himmetlerini “görmeye” hasredince, afakta devam edegelen bir hareket buluyorum. Toplamda tek bir hareketi oluşturan muhtelif hareketler bunlar. İçlerine duyguların yüklendiği, öylesine olmayan, bir plana ve programa tâbi harekât, içimde binler renklerle akis buluyor. Kâinat türlü görüntüleriyle bana doluyor, bana kimlik oluyor. Nerede olduğumu anlarsam, kendimi bulabilirim.

Şehrin beton yığınları arasından, bina, apartman, gökdelen ve türevlerinden ne kadar uzaklaşabilirsem o kadar uzaklaşıyorum. Bir kaç adım geride yine beş dakikada bir geçen arabaların motor sesleri ve egzoz dumanları, kaçamadığım şehrin temposunu, unutmayı hatırlatıyor. Önümde ise deniz var. Denizde bir aşağı, bir yukarı çırpınan, maviyi ödünç alan haylaz ruhlu, gürültülü dalgalar. Dalgalara batıp çıkan daha haylaz martılar. Güneşin batışını ardında bırakan ve doğuşun coşkunluğunda parlayan ışıkları. Güneşten kaçıp kendine bir gölge bulmuş tüm insanlar. Önce biraz sağa, bir müddet sonra tekrar sola meyleden kararsız rüzgâr. Ağaçların rüzgâra uyum sağlayarak zarifçe dans eden yaprakları. Ve hareketini bir sürece yaymış olan ağacın kalın kökleri. Yeşilin her yönde bulduğum farklı nüansları.

Yerden göğe kayınca gözlerim, acelesi olan, seyahate çıkmış bulutlar görüyorum. Büyük bulut, sürüsünü toplar gibi diğer bulutları toplamış da ardına, ufuk çizgisinin arkasına ilerliyor. Bulutlar ve gök mavisi birbirinin güzelliğini arttırıyor. Hava huzurlu bir hüzün kokuyor.

Bütün bu sanatın ortasında ben duruyorum. Yani insan duruyor.

Bazen hüzün dokunmuş yüreğine. Bazen yıldızlar işlenmiş gözlerine. Bazen yüreğinde deniz çalkalanır. Bazen gözlerinden yağmur boşalır. Bazen bağrında güneş saklanır. Bazen rüzgârı dört bir yana yayılır.

Bazen zihninde şimşekler ses verir. Bazen parmak uçlarında çiçekler açar. Bazen omzunda dağlar yeşerir. Bazen göğsünde dört mevsim yaşanır. Bazen ruhunda tufanlar kopar. Bambaşka iklimlerde, bambaşka şekillerde yaşar.

Sanatçı sanatını anlatıyor. Ben sanatçının anlattığı sanatı anlatıyorum. Adına edebiyat deniyor…

[1] Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’ndan Mektubat Mecmuası, Hayrât Neşriyat, s. 79

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir