“Bil ki ruhlar okyanus, bedenler köpüklerdir.” Hz. Mevlânâ
İnsanın dünya sahnesinde varoluş süreci başladığından itibaren ihtiyaçlar hiyerarşisinde yeme-içmesi mühim bir konuma hâizdir. Kişinin hayatını idâme ettirebilmesi ve ihtiyaç duyduğu diğer aktivitelere yönelik güç toparlayabilmesi için en temel gereksinim olan bedensel tokluğunu karşılaması gerekmektedir. Ruhsal boşluğun var olduğu bir bedende diğer tüm konfor alanlarını tatmin edici bir doymuşluk söz konusu olsa da iki unsur (ruh-beden) dengede olmadığı sürece mutmain bir sıhhat müşahede edilemez. Fiziksel ve ruhsal denge koordine edilmediğinde açlık yaşayan tarafın sinyal vermesi kaçınılmazdır. Nasıl ki mide aç olduğunda kısa bir süre sonra beslenme ihtiyacı hissediliyorsa aynı gereksinim ruh için de geçerlidir.
Ruhun beslenme muhtaciyetinin karşılanmaması kişiyi değersizleştirmeye ve mutsuzluğa sürükler. Bu sebeple kişi, sadece bedeninin hizmetkârı olup nefs-i emmâre mertebesinde kaldığında mutmain bir ruha irtifâ edemez. Ruh, bütün bedene ve nefse hükmetmeye muktedir olduğu için ruhun ve bedenin uyum içinde olabilmesi, kişinin hayat yolculuğundaki konforunu da beraberinde getirir. Bunun için kişi cismanî yanını eğitip beslerken ruhi gıdayı da ihmal etmemelidir.
Bakara Suresi 10. ayette “(…) Kalplerinde bir bozukluk vardır.” ifadesinin karşıladığı anlam gibi kalbin hastalanması da mümkündür. Göz ya da diğer uzuvlar hastalandığında tedavi ile gerçekleşen bir iyileşme süreci olduğu gibi kalpler hastalandığında da manevi bir tedavi ile şifalanır. Organların sağlıklı bir işleve sahip olabilmesi için kendi özelliklerine göre tatmin olması gerekmektedir. Çünkü insanlara iyi gelen gereksinimler farklılık gösterebilir. İlahi kaynaklı olan ruhu birçok farklı yöntemle geliştirmek ve gerçeğine yükseltmek mümkündür. Ruhun tekâmülüne ilişkin farklı argümanlardan bahsetmek mümkün olmakla beraber burada üç mühim husus olan ibadet, ilim ve aşk üzerinde durulmuştur.
Tasavvuf öğretisinde kişinin kemal mertebesine terakkî edebilmesinin ilk merhalesi, Yaradan’a ibadet etmek ve Kur’an ile sünnet üzere bir yaşam sürmektir. Mahlûkâtın en şereflisi olarak yaratılan ve diğer canlıların dışında farklı özelliklerle donatılan insan, bu özelliklerin neticesinde bir şükran emaresi olarak ibadet etmekle mükellef kılınmıştır. Çünkü ezelî ve ebedî olan Allah Teâlâ, insanı yaratırken onun fâni bedenine kendi ruhundan üfleyerek kulunu ebediyen diri kılmıştır. Yaradan’ın diri kıldığı bu bedeni ve ruhu öldürmemek adına insanın kendi içine bakması ve hakikati görmeye odaklanması gerekir.
Karamanlı Aynî;
Hüviyetden haberdar ol, de-gil yâ Hû, nedir yâ Hû,
İşâretdir, beşâretdir, dilinde cân ider ihdâs. (Karamanlı Aynî, T.B.V.)
(Hüviyetten haberdar ol ve sürekli “yâ Hû” diye zikret; “yâ Hû” zikri işarettir, müjdedir; bu işaret, bu müjde gönlünü canlandırıp diri kılar.)
derken tam da bu öğretinin hakikatine işaret eder.
Ra‘d Suresi 28. Ayette zikrolunan “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” ifadesi de iman gücünün, ibadetin ve Allah’ı anmanın, psikolojik açıdan kişinin kendine dönmesini, kendinde olan eksiklikleri görerek tüm bunları tamamlaması gerektiğini söyler. Bu ibâdetler arasında mühim olan farzlardan biri de oruçtur. Gelişiyle müşerref ve mesrûr olduğumuz o mübarek ayı müşâhede etmekteyiz. Ramazan-ı Şerif ayında bir süreliğine bedeni aç bıraktığımızı düşünürüz. Aslında bedenimizi tanımak ve onun isteklerini kontrol altına alabildiğimizi görmek için bu bir fırsattır. Bu tanıklık sadece bir ayda sınırlı kalmayıp onu müteâkip aylarda da devam ettiğinde zihinsel algının üzerinde ruhsal bir algının inkişâfına şâhitlik etmek mümkün hâle gelir. Bu ise, varlığın ve zâhir olan her şeyin çehresini aydınlatır.
Bütün bir kâinata Allah Teâlâ’nın nazarı ve sanatı kabilinden bakabilmek ve zâhir olan her şeyi Allah’ın (Celle Celaluh) yansımasının bir tezahürü olarak değerlendirmek bir okuma sanatıdır.
İslâm’da ilk vahiy olarak kabul edilen Alak Suresi’nin birinci ayetinde “Oku!” dördüncü ayetinde “Kalem” ifadelerini görmekteyiz. Bu da bize Kur’an-ı Kerim’de yazılanları anlayıp uygulayabilmemiz için bir eğitim gerektiğini hatırlatır. İnsan için ilim tahsiline hem hakikati arayış serüveni hem de ruhun beslenme süreci demek mümkündür.
Ruhun beslenmesi ve arınmasında etkin rol oynayan diğer alternatiflerden biri de ilim hatta şiirdir diyebiliriz. Fuzûli, “Bil ki şiir söyleyebilmek de kendi başına ayrı bir ilimdir. Ve kemâl nevilerinden çok itibarda olan bir şubedir. Bunu inkâr edenler, onun zevkine erişemeyenler veya şiir söylemesini beceremeyenlerdir.” der. (Tarlan, 2018: 7) Âşık sevgiliye olan duygularını şiir aracılığıyla anlatır. Bunun yanı sıra kişi duygu yoğunluğu yaşadığı zamanlarda, kederli ve hüzünlü anlarında şiir okumak ya da şiir dinlemek ister. Çünkü şiirin ruhu güçlendiren, huzur veren ve sağaltıcı bir işleve sahip olması söz konusudur. Ali Nihad Tarlan’ın “Şiirin fert ve cemiyet üzerinde tasavvurun fevkinde bir tesiri ve nüfuzu vardır.” (Tarlan, 2020, 63) ifadesi şiirin gücünü izaha kâbildir.
Ruh ve bedenin ihtiyaçlarını gözetip ikiden tekliğe terakki etmek ve mutlak varlığın yalnızca Allah’a ait olduğu bilinciyle bütün mahlûkâtı Hakk’ın rahmet ve muhabbetiyle sevebilmek bir aşk sanatıdır.
Ruhu kanatlandıran yegâne olgu ise aşktır. Aşkın kalbi yumuşatan, merhamet ve huşû duygularını harekete geçiren tarafı düşünüldüğünde divan şâirlerinin aşkı anlatmayı bu kadar öncelemesi daha da anlam kazanmaktadır. İlâhi bir makam olan aşk, kâinatın yaratılması için bir vesiledir. Elbette aşka; sevilmeye layık olan yalnızca Allah’tır. Yunus da;
Ki sevdügünden öte menzilün yok
Asıl ma’ni budur söz keleci çok (Yunus Emre, RN. 36)
(Sevdiğinden öte varacak yerin yok, söz söylemesini bilen çoktur ama asıl mana budur.)
diyerek aslolanın ve varılacak yegâne durağın Hakk olduğunu söyler. O zaman insan, kesret olan âleme, vahdet olan Allah’ın (Celle Celaluh) sıfatları nazarıyla bakabildiğinde ezelî ve ebedî olan sevgilinin varlığında “bir”liği görür ve bu bilinç düzeyinde yaşamını idâme ettirir.
Meraklısına Kaynakça
Fuzûlî, (2018), Fuzûlî Divânı Şerhi, (Haz. Ali Nihat Tarlan), Ankara: Akçağ Yayınları.
Tarlan, Ali Nihat, (2020), Mevlânâ, İstanbul: Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı.
Karamanlı Aynî, (1997), Karamanlı Aynî ve Dîvânı, (Haz. Ahmet Mermer), Ankara: Akçağ Yayınları.
Yunus Emre, (2005), Yunus Emre Dîvân ve Risâletü’n-Nushiyye, (Haz. Mustafa Tatcı), İstanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı.