Abdurrahman Gürses Hocaefendi’nin değerli talebelerinden Hafız Mustafa Demirkan’dan bir iki hatırayı nakledelim:
“1974 yılında İstanbul İmam-Hatip Mektebi’nde bir “Kur’an-ı Kerim Okuma Müsâbakası” tertiplenmişti. Kendileri o gün jüri başkanıydı. Bendeniz de müsâbıklardan biriydim. O zaman imam-hatip lisesi ikinci sınıfında okumaktaydım. Daha önce “Kesikbacak” ünvânıyla mâruf İsmail Efendi’den ilm-i kıraat okumuş, Mısır tarîkından icazet almış bulunuyordum. Müsâbakada arkadaşlarımdan farklı olarak bu maharetimi ortaya koyunca o büyük kıraat âlimi, bütün zarâfetine rağmen jürideki sıradan hafız olan arkadaşlarına dönerek: ‘Hadi bakalım, bu talebeye nasıl not vereceksiniz görelim!..’ demek suretiyle beni taltif buyurdular.
O günkü musâbıklar için bir boğaz gezisi tertib edilmişti. Bu gezi esnasında mes’ud bir tesadüfle bendeniz de Hocaefendi hazretlerinin bindiği arabadaydım. Burada iltifatlarına devam buyurarak dediler ki: ‘Hafız Efendi, bu kıraat ilminin bir kanadı bende, bir kanadı sende!.. İstersen bendeki kanadı da sana vereyim, sen gençsin, ileride bu millete hizmet edersin. Böylece iki kanatlı ol!’ Bu sözüyle, kendisinin icâzetli olduğu ilm-i kıraatin İstanbul tarîkını kastediyordu. Bu teklif beni ziyadesiyle bahtiyar etti. İlk yaz tatilinde derse başladım. Haftada iki akşam Teşvikiye’deki hâne-i saadetlerine gidiyor, ikindiden sonra başladığımız dersi yatsı namazına kadar devam ettiriyorduk. Bu suretle “aşere”yi ikmâl etmek nasib oldu.
1978 yılında Mekke-i Mükerreme’deki Ümmü’l-Kura Üniversitesi’ne kabul edilince Hocaefendi’den takip etmekte olduğum ders, 1986 yılındaki avdetime kadar kesintiye uğradı. Bu tarihte İstanbul’a dönünce dersleri, ta’limimi biraz daha olgunlaştırmak üzere yeniden tekrarlayarak “takrib”i ikmâl eyledim. Bunun neticesi olarak Hafız Osman Şâhin’le birlikte cemiyetimiz, Beyazıd Câmii Şerifi’nde icra edildi.
Hocaefendi Hazretleriyle bâkî âleme intikaline kadar daima beraber oldum. Haftada iki gün kendilerini Teşvikiye’deki hâne-i saadetlerinden alıp Hafız Emin Saraç Hocamız’la birlikte Çengelköyü’ndeki fakirhânemize devamlı bir surette getirdim. Burada tanıdığımız ne kadar ilm-i kıraata hevesli arkadaş varsa onların da “aşere” ve “takrib” okuyup çoğunun icazet almasına vesile oldum.
Bu dersler esnasında zaman zaman kendileriyle sohbetlerde bulunmak bahtiyarlığına ermiş nadir kimselerden biri olduğuma kânî bulunmaktayım. Geçmişteki Hocaefendilere has, vekar ve tevâzu meczetmiş bulunan o büyük şahsiyetten, hâl ve kâl olarak minnettarlığı ifade edilemeyecek olan bir surette istifade etmişizdir. Eski hocaefendilerin hâl ve şânına, menâkıblarına dair Abdurrahman Hocaefendi’nin mahfuzu olan sayısız hatırat kırıntıları dinlemişizdir. Çoğunlukla ders sonunda açılan böyle sohbetlerle hepimiz adeta maziye kanat açar, içinde yaşadığımız cemiyetin kir ve pasından arınacak şekilde lâhûtî bir âlemde yaşardık. Hocaefendi Hazretlerinin gerek kendi hayat macerasına ve gerekse yetiştiği ulemâ ve meşâyihin ahvaline dair zaman zaman naklettiği hatıralar, bize ulemânın bol ve itibarda olduğu zamanlarla içinde yaşadığımız cemiyet arasında bir mukayese yapmak imkânını verirdi.”
(Mehmed Emin Demirkan tarafından Sebil Yayınları’nda basılmak üzere hazırlanan Reisü’l-Kurra Hacı Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi isimli kitap üzerinden derleme yapılarak alınmıştır.)