Perşembe, Ekim 2, 2025

Prof. Dr. Zekeriya Güler

Nurşen Altundağ

Paylaş

Daha çok akademik kimliğiyle Hadis alanında ön plana çıkan Zekeriya Güler’i kısaca tanıyabilir miyiz?

Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihî nestaîn. Öncelikle bu mülakat sebebiyle teşekkür eder, çalışmalarınızda Yüce Rabbimden tevfîkini refîk eylemesini dilerim.

Benim çocukluk yıllarım Adana’nın merkez ilçesi Seyhan’ın Denizli mahallesinde geçti. Barbaros İlkokulu’ndan sonra rahmetli babamın yönlendirmesi üzerine Kur’an hıfzını tamamladım. Eş zamanlı olarak klasik Arapça ve İslâmî İlimler eğitimi alarak Adana İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldum (1981). 1982’de evlilikten sonra Konya İl Müftülüğü’nde imam-hatip olarak göreve başladım. 1986’da Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldum ve yüksek lisansa başladım. 1987’de aynı fakülteye Hadis Anabilim Dalı araştırma görevlisi olarak tayin edildim. 1993’te Doktor, 1997’de Doçent, 2003’de Profesör oldum. 2011 tarihinde İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne naklen atandım. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi seçildim (2015-2018). Hâlâ 2016 yılında göreve başladığım İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesiyim.

Hadis ilminde ilgi alanınız ve lisans-lisansüstü eğitim hayatınızda sizi etkileyen kimlerdi?

Doğrusu fıkhü’l-hadîs, müşkilü’l-hadîs, zâhirîlik, Hanefî hadis âlimleri, hadis ricâli ve kitâbiyâtı, klasik hadis şerhleri ve hadis ilminin diğer ilim dallarıyla ilişkisi, şahsen akademik ilgi alanlarım arasındadır. “İlk Yedi Asırda Hadis İlimleri Literatürü” ile “Hadis İlmi: Problemler ve Çözüm Yolları” adlı kitap çalışmalarımı tamamlayıp baskıya hazırlama çabası içindeyim. Ardından inşallah, “Hanefî Hadis Âlimleri” adlı kitap çalışmasını tamamlamayı planlamış durumdayım.

Lisans ve lisansüstü eğitimi yıllarında Ali Osman Koçkuzu, Mehmet Ali Sönmez ve emsali hocalarım Muhammed Hamidullah ile Muhammed Tayyib Okiç’in derin ilim ve yüksek ahlâkına dair verdikleri bilgiler hep dikkatimi çekerdi. Keza, lisans eğitimi ve yüksek lisans ders döneminde Orhan Karmış hocamızın tefsir derslerinde verdiği ricâl ve kitâbiyât bilgileri de alaka uyandırırdı.

Hadis âlimi Abdülfettâh Ebu Gudde Hocaefendi’den etkilenmişimdir. Zât-ı Âlîlerinin sohbetinde bulunmak ve o sohbeti tercüme edip neşretmek de nasip oldu. Ciddi bir hadis âlimi, etkili bir eğitimci ve karizmatik bir şahsiyet olan Ebu Gudde’nin “İlim Uğrunda” diye tercüme edilen “Safahât min Sabri’l Ulemâ” adlı eseri, ilim yolcularının motivasyonu için gayet faydalıdır. 1997’de rahmet-i Rahmân’a kavuşan Halepli Ebu Gudde, son devir Osmanlı ulemasından Düzceli Muhammed Zâhid Kevserî’nin (Onun “İrgâmü’l Merîd” adlı eserini İlahiyat üçüncü sınıf öğrencisi iken okumuştum) Mısır’da özel talebesi olmuştur. Bu münasebetle o, medyûn-i şükran bir dil ve üslupla “Bende ne varsa hepsi sizin ecdadınızdandır.” demiştir.

Bilhassa “İslâm’a Giriş”i ile Muhammed Hamidullah’tan etkilendiğimden, Paris’te onu ziyaret etmek istemiştim (Şubat 1996). Ancak hastanede yoğun bakım ünitesinde yattığı ve doktoru dışında görüşme yasağı olduğu söylenince ziyaret imkânı bulamamıştım. Fakat onun tek odalı mütevazı meskenini, dünyanın dört bir yanından gelen mektup, dergi ve kitaplarla dolu posta kutusunu görmekten son derece mutlu oldum. Cuma saatlerinde Paris Camii’nde onun, “Bugün şu kadar insan daha kardeşimiz oldu elhamdülillah!” diyerek bir bayram havasında yaşadığı sevinci nakledenlerle karşılaştım.

Bakü Devlet Üniversitesi Tarih Fakültesi’nde lisans ve yüksek lisans programına konulan Din Tarihi dersinde Azerbaycan Türkçesi ile neşredilen “İslâm’a Giriş”i ders kitabı olarak takip etmiştim. Hiç unutmuyorum, okuduklarını düşünüp anladıktan sonra “Biz böyle bir kitabı ilk defa okuduk. İslâm dininin ictimaî, iktisadî, siyasî, hukukî ve ahlâkî sisteme dair bir dünya tasavvurunun olduğunu doğrusu bilmiyorduk. Bu kitap bizim ufkumuzu açtı ve bizde muazzam bir inkılap meydana getirdi.” diyerek imanın coşku ve heyecanını dile getiren pek çok öğrenci olmuştur.

Son olarak kendileriyle fazla hemhâl olup hürmet duyduğum, akademik çalışmalarımda danışmanlık görevi üstlenmiş bulunan ve 29 Kasım 2020’de dâr-ı bekâya irtihal eden hocam Ali Osman Koçkuzu Bey’in bilgi, nükte ve hayat tecrübesinden oldukça faydalandığımı bir vefa borcu olarak burada ifade etmeliyim.

Kütüphane oluşturma aşamasında ilk yaşadığınız tecrübeleri merak ediyoruz?

Adana’da katıldığım bölge hafızlık yarışmasında takdim edilen “Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meâl-i Âlîsi (Ali Fikri Yavuz)”, benim için ilk ve eşsiz bir hediye olmuştu. Ahmed Hamdi Akseki’nin “İslâm Dîni”, “Tefsîru’l Celâleyn”, “Hâşiyetü’s Sâvî alâ Tefsîri’l Celâleyn (I-IV), “Hak Dini Kur’an Dili (I-IX)”, sahip olduğum ilk kitaplar oldu. Hiç unutmuyorum 1975 yılında Adana’da Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın dokuz ciltlik “Hak Dini Kur’an Dili”ni satın almak üzere Büyüksaat’in yanındaki Okullar Pazarı’na gitmiştim. 750 TL karşılığında tezgâhın üzerinde dokuz cildi görünce, henüz on beş yaşındaki bir genç safiyetiyle “Peki, ama ben dokuz değil bir adet (Tek cilt) satın alacaktım!” diye mukabelede bulunmuştum. Kitapçının “Hayır, dokuz cildi tek kitaptır, tamamı senin.” diye cevap vermesi, benim için bir heyecan vesilesi ve unutulmaz bir hatıra olmuştu.

Keza, Babanzâde Ahmed Naîm ve Kâmil Miras’ın “Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi”, ilk kaynak kitaplarım arasında yer almıştı. Yine o tarihlerde İstanbul’a gelip Beyazıt Camii yanındaki sahaflardan Süyûtî’nin “el-Câmiu’s Sağîr”i başta olmak üzere bazı kitapları satın almıştım.

Kitaplardaki ilim ve hikmet yüklü satırlara dokunup duygusal bağ kurmak ve onların kokusunu hissetmek ancak kütüphanelerin feyizli ortamında çalışmakla veya bizzat kitap edinmekle mümkün olabiliyor. Hicri ikinci asırda bazı hadis âlimleri, mesela meşhur muhaddis Abdurrahman b. Mehdî, babasıyla birlikte ilim meclisine gelen/getirilen 4-5 yaşlarındaki küçük çocuklara “Size hadisin kokusu yeter.” dermiş. Bizim tarih ve medeniyetimizin temelinde işte bu ruh ve heyecan var.

“Şu konu hakkında bir hadis işittim!” denildiği zaman insanlarda bir tedirginlik, güvensizlik oluşmaya başladığını görüyoruz. Sizce bu yerinde bir tedirginlik ve güvensizlik midir?

“Şu konu hakkında bir hadis işittim.” cümlesinde bizi ilgilendiren husus, o hadisin kaynağıdır. İlkesel olarak hadis, ancak muteber kaynaklardan veya yazarı hadis âlimi olan kitaplardan nakledilir. Sağlam bir kaynak belirtilmeden keyfemâyeşâ hadis nakledilmez. “Hadis ilmi dört kişiden alınmaz.” diyen İmam Malik, onlar arasında fazilet, salâh ve ibadet ehli olmasına rağmen naklettiği hadisin mahiyetini tanımayan zâtı da sayar. Şafiî fıkıh ve hadis âlimi İbni Hacer el-Heytemî de “el-Fetâvâ el-Hadîsiyye” adlı eserindeki şu fetvasıyla, bu noktanın önemine dikkat çeker: “İrad ettiği hutbede uydurma rivayete yer veren hatip, uyarılara rağmen bunda ısrar ederse ağır tazir cezasına çarptırılır.”

Ne var ki başta “Sahih-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim” olmak üzere Kütüb-i Sitte’den bir hadisin nakledilmesi durumunda hiçbir gerekçe yokken endişe ve güven problemi yaşanıyorsa, bir defa orada bir vehim var demektir. Ayrıca bu durumda itidal çizgisi kaybedilmiş, ifrat ve tefrit gibi uç görüşler peyda olmuş demektir. Usulü ve tarihiyle hadis ilminin yeteri kadar bilinmemesi sebebiyle daha çok hevâdan ve haddini bilmemekten kaynaklanan bu tepkiler, genellikle düzenli ve disiplinli ilmî bir terbiye (Rahle-i tedrisat) görmemiş fevri ve aceleci tabiatlarda görülür. Her şeyden önce “Heva ve hevesini ilâh edinen.”1 bir karakter, bencil ve kibirlidir. Maalesef günümüzde, özellikle hadis alanında cehalet baskındır; bilen de konuşuyor, bilmeyen de. Bu yüzden, Sahabi Ebu-Derdâ ile tâbiî hadis âlimi Şa’bî’nin, “Bilmiyorum diyebilmek ilmin yarısıdır.” sözü, bu hususta her mümin tarafından bir “Vâiz-mürşid” gibi değerlendirilmelidir. Ebû Amr b. el-Alâ da diyor ki: “İlim öğrenmenin gereği ve birinci basamağı susmak, ikincisi güzel soru sormak, üçüncüsü iyi dinlemek, dördüncüsü iyi ezberleyip bellemek, beşincisi ise onu ehli nezdinde yaymaktır.”

Bu konuda uyarıda bulunan ve sözü dinlenen selef-i sâlihin örnekleri de mutlaka vardır, onlardan birkaçına yer verebilir misiniz?

Kuşkusuz pek çok örnek var. Mesela, Abdullah b. Abbas diyor ki: “Hadise yalan karışmadan evvel birisi, ‘Peygamber şöyle buyurdu.’ dediğinde gözlerimizi ve kulaklarımızı açar onu dinlerdik. Fakat doğru-yalan demeden rastgele konuşulmaya başladıktan sonra artık bildiğimiz şeylerden başkasını almaz olduk.” Onun, hadisi korumaya yönelik bu açıklaması, isnad sisteminin, cerh ve tadil işleminin ne zamandan beri uygulandığını göstermesi bakımından önemlidir. Benzer bir önemli tespit de Basralı tâbiî âlim Muhammed İbni Sîrîn’e ait. O da diyor ki: “Önceleri isnad sormazlardı. Fitne vuku bulunca ‘Hadis ricâlinizin isimlerini söyleyin!’ dediler. Sünnet ehline bakılır, onların hadisleri alınırdı. Bidat ehline bakılır, onların hadisleri de alınmazdı.”

Tabii buna rağmen kasıtlı veya kasıtsız bazı haberlerin Resulullah’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nispet edilip tehlike işaretleri görülünce Abdullah İbnu’l Mübarek’e “Bu mevzu hadislerin hâli ne olacak?” diye sual sorulur. Bunun üzerine o, “Ciddi hadis âlimleri yaşamaktadır ve onlar her daim teyakkuz halinde olacaklardır!” cevabını verir. Bazı kaynaklarda onun, bu cevabın ardından şu ayeti okuduğu bilgisi de yer alır: “Kesin olarak bilesiniz ki bu zikri kuşkusuz Biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine Biziz.”2 Bu cevaptan Abdullah İbnü’l Mübârek’in, Kur’an’ın yanı sıra, dinin doğru anlaşılıp uygulanmasına imkân verecek kadar hadis ve sünnet ve hadisin de korunduğu görüşünde olduğu anlaşılır. Nitekim Endülüslü âlim İbn Hazm, Ayet-i Kerimede geçen zikir kelimesinin, Kur’an olsun Sünnet olsun şeriatı içine aldığına sık sık vurgu yapar.

Hayatınızda düstur edindiğiniz üç Hadis-i Şerifi bizimle paylaşır mısınız?

  • “Kim (Kur’an’dan edindiği) hizbini veya onun bir kısmını okumadan uyur, sonra da onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, böyle bir kimse için onu geceden okumuş gibi sevap yazılır.”3
  • “İki haslet var ki onlar münafıkta bir araya gelmez: Güven veren görüntü (Hüsn-i hâl, zâhir-bâtın ittifakı, suret-siret bütünlüğü, söylem-eylem birliği) ve dini doğru anlamak.”4
  • “Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.”5

İslâmî İlimler / İlahiyat Fakültelerinde okuyan öğrencilere neler tavsiye edersiniz?

Örnek bir İslâmî İlimler/İlahiyat mensubu olma yolunda ilerlemek isteyen genç bir insanın, söylem-eylem birliğini ve suret-siret bütünlüğünü gözetmesi son derece önemlidir. Zira selef uleması bunun ihlas alametinden sayıldığını belirtirken söylem-eylem tutarsızlığı ve suret-siret (Aleniyet-sır, zâhir-bâtın) uyuşmazlığı yaşayan bir karakterin ise münafık olduğunu ifade eder.

Doğrusu başarılı olabilmek için üç şey gerekir: Hüsn-ü niyet, tahsili ciddiye almak, ulvi gaye peşinde olmak. Her şeyden önce ilim yolcusunun temel hedefi, Allah’ın rızasına erişebilmek için azim ve sebat gösterip faydalı bilgi (hakikat, hikmet) arayışını sürdürmek, dinin bekası ve hayatiyyeti için çalışmak olmalıdır. Nitekim Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kılıp güne başlarken, “Allah’ım Senden faydalı bilgi, helal rızık ve kabul gören amel istiyorum.” diye dua ederdi. Bu dua ve iltica asla ihmal edilmemeli. Yine “Biliniz ki amelin Allah’a en sevimli geleni az da olsa devamlı olanıdır.” hadisi, ilim ve düşünce hayatında başarılı olabilmek için bize “Az da olsa süreklilik” ilkesini öğrettiği gibi, aşırı hırs ve yersiz rekabetten kaçınılması gerektiğine de işaret eder. Kanaat ahlâkı, huzur, bereket ve zenginlik kapısıdır. Tamahkârlık ve açgözlülük ise telaş ve strese sürükler. Bu temel ilke gereği başarı bursları bir yana, aile ocağından gelen harçlığı yeterli ise cemiyet, dernek ve vakıfların zekât kaynaklı burs imkânlarına başvurmayan öğrencilere şahit olmaktayım. Şüphesiz bu bir erdemdir. Zira zaruri ihtiyaçtan fazla burs peşinde olmanın, karakter eğitimini olumsuz yönde etkilediği, bencillik ve cimriliğe sevk ettiğinden özellikle mali anlamda iffete ters düştüğü görülmektedir.

Bilhassa Kur’an-ı Kerim iyi okunmalı, anlaşılmalı ve özümsenmelidir. Düzenli ve bilinçli bir Kur’an ve hadis okuma seferberliği, her şeyden önce bireysel ve toplumsal hayatımız için bir ıslah hareketidir yani düzeltir, dönüştürür ve geliştirir. Ayrıca bizim Anadolu’da ve Trakya’da pek hadis okunmadığı görülüyor. Hâlbuki hadis ilmi; tefsir, fıkıh, siyer ve tarih gibi ilimlerin de temel kaynağıdır. Hayatın her aşamasında yolumuzu aydınlatan ve hafızada kalabilecek kısa hadisleri orijinal metinleriyle ezberlemek ve yaygınlaştırmak lazım. Hadis ve fıkıh âlimi Süfyân es-Sevrî’nin, “Hadis, dünya ilimlerinin en hayırlısıdır.” sözü, her İmam-Hatip ve İslâmî İlimler/İlahiyat öğrencisini harekete geçirmelidir.

Ancak bahsi geçen okuma seferberliği esnasında müfredattaki diğer dersler aleyhine denge hiçbir zaman bozulmamalı, her dersin hakkı verilmeli ve başarılı olunmalıdır. Bu arada dil ve edebiyatla yeteri kadar meşgul olunmalıdır. İyi derecede Arapça ve bir yabancı dil öğrenmek, artık izahtan varestedir. Selef-i sâlihin sözleri, Türkçe-Arapça şiir ve kelâm-ı kibâr mahfûzatı ihmal edilmemelidir. Ayrıca, özellikle ihtisas alanı olarak düşünülen ilim dalından muhtasar bir metni ezberlemekte fayda var. Zira mahfûzat olmadan muhâkemat olmaz.

Bilinmelidir ki hayatın akışı içinde ortaya çıkan problemlerin çözümünde işin erbabı tabii olarak gayret sarf edecektir. Ancak gelip geçici akımların ihdas ettiği suni problemlerle enerji tüketilmemeli ve zaman israf edilmemelidir. Aslında bu, Muhammed el-Gazâlî’nin de belirttiği gibi oryantalizmin bir tuzağıdır.

Şu da var: Sağlıklı ve dengeli bir kişilik ve karakter eğitiminde meşru oyun, eğlence, gezi, spor ve sanat etkinliklerin payı büyüktür. Tabii bu noktada “Meşru” kelime sinin altı çizilmelidir. Çünkü toplum, kendisinden örneklik ve önderlik beklediği kesimin duruşunu yakından takip eder. Mesela, şakalaşmalarda aşırıya kaçılmamalıdır. Zira bu durum veya laubali ve malayani tutum ve davranışlar, Resul-i Ekrem’in sünnetine, örf ve ananeye ters düşer.

Hâsıl-ı kelam, ilim yolcusu, Peygamberin sözcülüğünü yapan bir nefes olarak hadis ve sünnetin, her zaman ve her zeminde dünyaya söyleyecek mutlaka bir sözünün bulunduğunu unutmamalıdır. Bundan dolayı görev ve sorumluluğu üstlenip hayata atılmadan önce çok iyi yetişmek lazım. İmam-ı Âzam Ebu Hanîfe diyor ki: “Kişi bilgi ve hikmet sahibi olmadan riyâset ve mevki peşine düşerse, orada kaldığı müddetçe kendisini zilletten kurtaramaz.” İbni Atâullah el-İskenderî de “Başlangıçta zor ve ağır şartlara tahammül etmeyen, ilimle yanıp tutuşmayan bir talebenin, aydınlık sonu da olmaz.” der.

Öğretim sürecinizde üniversiteli talebelerde gördüğünüz en güzel haslet ve kaçınılması gereken en önemli haslet sizce nedir?

Aldığı eğitimin farkına varmak, âdâb-ı muâşerete riayet etmek, takva ve mürüvvet sahibi olmak, bir öğrenci için en güzel haslet diye düşünüyorum. Derslere gereken ihtimamı göstermemek, üniversite hocasına ön yargılarla yaklaşıp kendi özel hocasını takdim ederek onu ıskalamak, internet bağımlılığına maruz kalmak. Bunlar da kaçınılması gereken hususlar/kusurlar arasındadır.

Öğrencilere ilaveten örnek bir âlim olma yolunda tavsiyeleriniz nelerdir?

Doğrusu okumak, düşünmek ve araştırmak daimî bir süreç. Temel kaynaklar son derece kıymetlidir. Meşhur hadis ve tefsir âlimi Ebu Ubeyd Kâsım b. Sellâm diyor ki: “Asıl kaynakları bırakıp da teferruatla ilgili kitapları okuyan kişiye şaşarım.” Bu itibarla, belli bir ilim dalında ihtisas önemli, fakat hakikat arayışında inter-disipliner bir yöntem ve anlayışı dikkate almak daha önemlidir. İlimler arasında var olan o hassas ilişkinin kurulamaması kesinlikle problem olur. Günümüzde yaşanan pek çok gerilim noktasının veya gereksiz tartışmanın sebebi de budur. İyi bir hoca olma yolunda ilerlemek isteyen kimse için “İnsanlara hayırlı olanı (İlim ve fazileti) öğretip de kendisini unutan âlim, etrafını aydınlatıp kendisini yakıp bitiren mum gibidir.” hadisi gereği iç tutarlılık ve söylem-eylem birliği son derece önem arz eder. Ayrıca o, “Kişi ne zamana kadar hadis yazıp ilim tahsil eder?” sualine muhatap olan Ahmed b. Hanbel’in “Ahmed kabre girene kadar.” diye verdiği cevaptan ibret dersi çıkarmalı ve kendisini artık bir maraton koşusunda görmelidir.

Mübarek Şaban ayına girmiş bulunuyoruz. Ramazan ve sonrası için duygu ve düşüncelerinizi öğrenmek istiyoruz.

“Allâhümme bârik lenâ fî Receb ve Şa’bân ve belliğnâ Ramadân. (Allahım Recep ve Şaban aylarını bizim için bereketli eyle ve bizi Ramazan ayına kavuştur.)” diye niyazda bulunuyoruz. Rabbimiz, bu özel ayları, bilhassa Kur’an ayı Ramazan’ı saadet ve selamete vesile kılsın.

Oruç, “Zirve noktada boyun eğmek” diye tarif edilen ibadet hayatımızın önemli bir parçasıdır. Yüce Kur’an, “Takva sahibi olasınız diye”6 ayetiyle oruç ibadetinin hikmetine işaret eder. Dinimizin temel bir kavramı olarak takva, sorumluluk bilincine sahip olmak ve kulu Allah’ın huzurunda zor durumda bırakabilecek her türlü gelişmeden uzak durmak demektir. Tefsir âlimi Beyzâvî, muttakiyi tarif ederken “Hesap günü (Dünyada kebâirden kaçınmak suretiyle) zarar verecek şeylerden kendini koruyan ve kollayan kimsedir.” der. Bu demektir ki ahirette mümin Allah’ın huzuruna savunulabilir bir amel defteri ile çıkmalı, savunmasını yapamayacağı hareket ve davranışlarla gelerek kendisini mahcup durumda bırakmamalıdır. İşte hakkı verilen ve gereği yapılan bir Ramazan ayı, bu bakımdan müstesna bir fırsat ve mübarek bir zaman dilimidir.

Bilindiği üzere Şeytan, “Helâke mâruz kalmış, hayırdan ve rahmetten uzaklaşmış, vesvese ve hilelerle insanoğlunu doğru yoldan saptırmaya izin verilmiş varlık.” diye tarif edilir. Ramazan ayı ibadet yoğun bir zaman dilimi olduğundan, özellikle “Mârid (alabildiğine inatçı) ve “Garûr (Aldatan)” şeytanî güçlerin kötülüklerinde, görünen ve görünmeyen şer odaklarının zarar ve tahribatında, işlenen suç ve günahların oranında oldukça azalma görülür.

Ne var ki Ramazan ayının kazandırdığı sorumluluk bilinci (Takva) ve arınmışlık, on bir aya yayılmalıdır. Zira bu ay, beden ve ruhun sağlık bulduğu müstesna bir mekteptir. “O (Sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği Ramazan ayıdır. “Artık sizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin.”7 ayeti, bu mektebin kitabının, şifa, rahmet ve hidayet kaynağı olan Kur’an-ı Kerim olduğunu öğretir.

“Her Kur’an hatminden sonra müstecab bir dua vardır.” diye ifade edilen bir tecrübe vardır. Bu kadim tecrübeyi İmam Buharî’den nakleden Zehebî, onun Ramazan aylarında gündüzleri bir hatim, geceleri de on cüz okumak suretiyle kırk Kur’an hatmi yaptığını belirtir. Modern zamanlarda hiç değilse gündüzünde bir cüz, gecesinde de bir cüz okuyarak iki Kur’an hatmi yapmak, Ramazan mektebinin “Semeresi/çıktısı” olarak düşünülmelidir. Şüphesiz, “Sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır ki insanlar onun ayetlerini iyice düşünsünler ve akıl sahipleri ondan ders alsınlar.”8 ayetinden, bu semerenin, fehim ve tedebbür mahsulü olduğu anlaşılır. Aksi hâlde tefsir ve kıraat âlimi Mekkî b. Ebi Tâlib’in şu suali sorulur: “Manasını bilmediği Kur’an ile mümin (İlâhî mesajları nasıl anlayabilir ve onlarla) nasıl amel edebilir?” İmam Nevevî de el-Ezkâr’da “Bilesiniz ki Kur’an okumak en faziletli zikirdir. Fakat matlup olan, onu anlayıp ibret dersleri çıkararak okumaktır.” derken, galiba aynı noktayı vurgulamış olmalıdır.

  1. Casiye Suresi, 23
  2. Hicr Suresi, 9
  3. Muvatta’, Kur’an,

3; Müslim, Müsâfirîn, 142

  1. Tirmizî, İlim, 19
  2. Müslim, Zühd, 64
  3. Bakara Suresi, 183
  4. Bakara Suresi, 185
  5. Sâd Suresi, 29

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir