Hırka- i Şerif Camii, manevî atmosferi ve göz alıcı mimarisi ile Fatih semtinin hüviyetine bambaşka ufuklar katan nadide mekânlardan biridir. Kıztaşı, Fatih Camii ve Yavuz Sultan Selim Camii’ne yürüme mesafesinde bulunan bu gözde mekân, adını vermiş olduğu Hırka-i Şerif Mahallesi’nde yer almaktadır. 1851 yılında Sultan Abdülmecid Han’ın emri üzerine inşa edilmiş olan bu caminin hikâyesine geçmeden önce Hırka-i Şerif’in kendisinden bahsetmek daha doğru olacaktır.
Bilindiği üzere Peygamberin hırkası denilince akla iki hırka gelir: Biri Hırka-i Saadet diğeri Hırka-i Şerif’tir. Hırka-i Saadet, Muallakat-ı Seb’a şairlerinden Kâ’b b. Züheyr’e Müslüman olduğu sırada Huzur-ı Saâdet’te okuduğu kaside (Kaside-i Bürde) dolayısıyla bizzat Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından giydirilmek suretiyle hediye edilmiş olan hırkadır.1 Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethettikten sonra 1517 yılında kutsal emanetlerin İstanbul’a taşınması sırasında Hırka-i Saadet de İstanbul’a getirilmiştir ve o günden beri Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir. Hükümdarların halifelik nişanesi olarak gördükleri hırkanın, her yıl Ramazan ayında ziyaret edilmesi zamanla bir devlet geleneği hâlini almıştır.
RAMAZAN’IN KOKUSU, GÜLÜN KOKUSU, HIRKANIN KOKUSU
Ramazan’da hürmet dolu ziyaretlere muhatap olan gül suyuyla temizlenmiş sandukaların içinde misk kokulu odaların ardında saklanan Hırka-i Şerif’in İstanbul’a geliş öyküsü ise biraz daha farklıdır. Bilindiği üzere bu hırka, Peygamberin vasiyeti üzerine Ömer ile Ali’nin (Radıyallahu Anha) Yemen’e giderek Veysel Karanî’ye hediye ettiklerine inanılan hırkadır. Kaynaklarda Veysel Karanî’den sonra kardeşi Şihabeddin el-Üveysî’ye ve ondan da torunlarına intikal ettiği belirtilmektedir. Üveysî ailesi, bir döneme kadar Irak bölgesinde yaşadıktan sonra tam olarak bilinmeyen bir tarihte Kuşadası’na taşınmıştır.2 Daha sonra Sultan I. Ahmet’in (1603- 1617) daveti üzere İstanbul’a gelmiş ve Fatih’e yerleşmişlerdir. Bu vesileyle İstanbul halkının Hırka-i Şerif ziyaretleri de başlamıştır. Hırka-i Şerif, ilk zamanlar Üveysî ailesinin yaşadığı konakta, daha sonra Çorlulu Ali Paşa’nın yaptırdığı bir hücrede ve 1780 yılından itibaren ise Sultan I. Abdülhamid’in yaptırdığı Hırka-i Şerif Dairesi’nde ziyaret edilmiştir.3 1847 yılına gelindiğinde ise bu dairenin ziyaretler sırasında yetersiz kalması sebebiyle Sultan Abdülmecid tarafından bugünkü Hırka-i Şerif Camii’nin yaptırılması emri verilir ve dört yıllık bir süreçten sonra caminin yapım süreci tamamlanır.
Hırka-i Şerif Camii, ziyaretçisine daha ilk bakışta klasik bir cami mimarisine sahip olmadığını hissettirmektedir. Yüksek ve ihtişamlı kapılarından girerek avluya geçtiğimizde içimizi yapının mimarî öyküsüne dair bir merak duygusu kaplayıvermektedir. Cami ve camiye bağlı yapıların üzerinde bulunduğu arsa, Doğu’da Akseki Caddesi, Güney’de Kadı Sokağı, Batı’da Keçeciler Caddesi ile sınırlanmaktadır. Doğudan batıya doğru eğimli arsanın merkezine cami inşa edilmiş, arsayı kuşatan avlu duvarlarından camiye giriş yine bu duvarlar üzerinde açılan farklı yönlerdeki birbirine simetrik olmayan üç kapı ile sağlanmıştır.4 Arsanın eğimli ve engebeli yapısı öyle zannediyoruz ki avluya farklı bir ahenk katmıştır. Özelikle Keçeciler Caddesi’ne bakan avlu kapısına doğru salınarak inen merdiven, zeminin engebesinin bir sanat eserine dönüştürülmesinin canlı örneği olarak karşımızda durmaktadır.
MİMARI SEYYİD ABDULHALİM EFENDİ
Hırka-i Şerif Camii ile ilgili çalışmalarda o dönemin yapılarına bakılarak caminin mimarının Balyan ailesinden Nikagos ya da Garabet Balyan olduğu ifade edilmektedir.5 Ancak 2015 yılında yapılmış bir yüksek lisans tez araştırmasında caminin planlama ve inşa görevinin Seyyid Abdülhalim Efendi’ye ait olduğu arşiv belgeleri üzerinden ortaya çıkarılmıştır. Abdülhalim Efendi, klasik Osmanlı mimarisine dair eğitimini Mühendishâne-i Berr-i Hümâyun’dan edinmiştir. Bununla birlikte Avrupalı eğitmenlerden edindiği bilgi sebebiyle Batı üslubunu hakkıyla bilen önemli mimarlardandır.6 Nitekim Seraskerlik Binası, Beyazıt Yangın Kulesi, Rami Kışlası, İzmir Kışlası, Eski Çırağan Sarayı, Kasımpaşa Bahriye Hastanesi ve Ortaköy Cami gibi eserlerin tasarımlarının Abdülhalim Efendi’ye ait olması onun dönemin köşe taşı mimarlarından biri olduğunu göstermektedir.
Bilindiği üzere bahçe duvarıyla çevrelenmiş olan alan içerisinde Hırka-i Şerif Camii’nin dışında başka birimler de bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak Hırka-i Şerif Vakfı tarafından kullanılan iki katlı bina, buna bitişik olan Eski Hırka-i Şerif Dairesi, Kur’an Kursu binası sıralanabilir. Bunun dışında Hırka-i Şerif’in korunması için bir Muhafız konağı ile Üveysî şeyhlerine ait bir konak mevcut alana eklenmiştir.
CAMİNİN MİMARÎ ÖZELLİKLERİ
Hırka-i Şerif Camii, amacına uygun olarak oldukça fonksiyonel bir plan şemasına sahiptir. Kutsal emanet mekânı caminin planının şekillenmesinde büyük rol oynamış, ziyaretler sırasında akışın bozulmaması hedeflenmiş ve bu durum cami tasarımına yansıtılmıştır.
Genel olarak baktığımızda cami, dört ana bölümden meydana gelmektedir. Bunlar: İki katlı hünkâr dairesi, bu birime güneyden bağlanan sekizgen planlı harim bölümü, yine mihrap duvarına bitişik sekizgen planlı Hırka-i Şerif dairesi, harimi iki yandan kuşatarak hünkâr dairesinden kutsal emanet mekânına ulaşımı sağlayan iki katlı ziyaret galeri leridir.7 Hırka-i Şerif dairesinin zemin katı hırkanın muhafazası, üst katı ise ziyareti için ayrılmıştır. Kutsal emanet mekânına ulaşım harimi iki koldan saran iki katlı ziyaret galerileriyle sağlanır. Ziyaretçilerin galeriye bir taraftan girip kutsal emaneti görmesi ve diğer taraftan çıkması şeklinde bir dolaşım yolu düzenlemiştir. Bu tasarım aynı zamanda harim mekânında ibadetin kesintiye uğramasını engellemiştir.8
Hırka-i Şerif Camii’nin özellikle iç dizaynında bulunan ögelere bakıldığında Batı sanatının etkileri görülmektedir. Caminin genel olarak Neoklasik bir tasarıma sahip olduğu söylenebilir.
Osmanlı padişahlarının ve Türk halkının kutsal emanetlere olan saygı ve sevgisi böyle bir caminin ve aynı zamanda bir sanat eserinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Şair ve mutasavvıf kimliğiyle tanınan eski İstanbul müftüsü merhum Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’nın (1904-1978) Hırka-i Şerif hürmetine yazdığı şu dörtlük bu sevginin başka bir yansımasıdır:
“Ziyaret kılsın ümmetler ridâ-i can-bahadır bu,
Cenab-ı Üveys’e ihsân atây-ı Mustafa’dır bu,
Eşiğine Şeref rûy-ı siyâhın sür niyâz eyle,
Makam-ı Hırka-i pâk-i Habîb-i Kibriyâ’dır bu”
Her yıl Ramazan ayında ziyarete açılan Hırka-i Şerif’in ömürde bir kez dahi olsa ziyaret edilmesi, o atmosferin tadılması ve ardından cami ve çevresinin gezilmesi kişiye çok şey katacaktır.