Dünya, galaksi sisteminde yaşam emarelerinin bulunduğu, canlılara ev sahipliği yapan, Güneş’e üçüncü dereceden akraba yegâne gezegen. İçinde barındırdığı, sarıp sarmaladığı binlerce canlı kümesi arasından bir tanesi ise açık ara önde: İnsanoğlu. “Allah, O (Rabbinizdir) ki gökleri ve yeri yarattı ve gökten bir su indirdi de onunla size rızık olmak üzere mahsuller çıkardı. Ve izni ile denizde akıp gitmesi için gemileri emrinize itaat eder kıldı. Nehirleri de hizmetinize verdi.”1
Dünyanın en büyük kütüphanesinde olduğunuzu hayal edin: Jeolojiden zoolojiye, tıptan gastronomiye her alanın en spesifik konularını içeren ciltlerce kitap. Bu hazine içerisindeki her bir kitap birbirinden ne kadar uzak görünse de aslında hepsinin en temel noktası insanı anlamaktır.
Yaratılmışların arasında en üstün olan insanın kendini anlamak için gösterdiği çaba elbette takdire şayan.
BEDEN & ZİHİN
Psikoloji, insan davranışları ve zihinsel süreçleri ile birlikte bunların altında yatan nedenleri inceleyen ve araştıran bilim dalıdır. Yani en kısa ifade ile insanla ilgilenen hem de çok yakından ilgilenen bir bilim dalıdır. Psikoloji bilimi çok büyük icatlardan ziyade araştırmacıların emeklerinin özetlenmiş ve sistematik hâle getirilmesinden oluşmuştur. Psikoloji kuramlarından en önde gelen Bilişsel Davranışçı ekole göre ise insan aslında 5D’nin etkileşimidir:
− Durum
− Düşünce
− Duygu
− Davranış
− Duyum (Bedensel duyular)
5D kavramsallaştırmasına göre insanoğlunun 5 farklı alandaki deneyimleri çift yönlü etkileşim hâlindedir. Diğer bir ifade ile düşüncelerimiz duygularımızı ve duyumlarımızı etkilediği gibi beden duyumlarımızın da duygularımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı direkt yahut dolaylı olarak etkileyebilmektedir. Bu anlayışın bilimsel araştırmalarla da desteklenmesi üzerine Descartes’in beden ve zihni birbirinden bağımsız iki varlık olarak addetmesi şu anda kabul edilemez bir savdan öteye geçmemektedir.
Bu satırları okurken Miladi takvim, Nisan ve Mayıs aylarını gösterirken Hicri takvim, 11 ay boyunca beklediğimiz, kıymetlimiz Ramazan ayını gösteriyor. Ramazan’ın uhrevi havasının tesiri altındaki ruhlarımız huzuru yaşarken bedensel anlamda da 11 aydan çok farklı bir deneyim içerisindeyiz. Şimdi gelin insanı, Ramazan ayı içerisinde oruç tutarken psikoloji bilimi ile farklı bir açıdan anlamaya çalışalım.
Oruç tutmak, en gözle görülür yansıması ile kişinin bilerek ve isteyerek, ulaşabileceği hâlde tüm maddî zevklerini terk etmesidir. Temelinde kişinin besin maddelerini terk etmesi olarak algılansa da aslında oruç tutmak nefsin ya da psikoloji terimi ile dürtülerin tüm isteklerinin ertelendiği bir süreçtir. Ramazan ayı geldiğinde en sık duyduğumuz Hadis-i Şerifi bir kez de beraberce okuyalım:
“Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu zaman kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da kavga etmeye kalkarsa iki kere ‘Ben oruçluyum.’ desin.”2
Hadis-i Şerifte geçen insana ait bileşenleri yukarıda zikrettiğimiz 5D üzerinden çözümleyecek olursak:
− Durum: Kavga ortamının oluşması
− Düşünce: “Bana küfretti”
− Duygu: Öfke yahut korku
− Davranış: “Ben oruçluyum” demek
− Duyum (Bedensel duyular): Oruçlu olmak
– Bedensel açlık
Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize tavsiyesini detaylıca inceleyince oruç ibadetinin bedensel açlıktan öte olduğunu anlamak çok daha kolay olacaktır. Buradan bizim hissemize düşen bedeni üzerinde kontrolü sağlayan kişinin diğer alanlarda da kontrolü sağlamasının çok daha kolay olacağıdır.
ZEVKİ ERTELEME BECERİSİ
İnsanoğlunu oruç tutarken anlama çabamızı biraz daha genişletmek için sizi psikoloji literatüründeki en eğlenceli deneylerden biri olan Marşmelov Deneyi (Marshmallow Experiment) ile tanıştırmak istiyorum. İlk olarak 1972’de Stanford Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bu deney şaşırtıcı ve bir o kadar da dikkat çekici sonuçları nedeniyle günümüzde dahi farklı dizaynlar ile tekrarlanmaktadır. Deneyden kısaca bahsetmek gerekirse 4 yaşındaki bir grup çocuk daha önce görmedikleri araştırmacı ile beraber, içeride gizli kameraların olduğu bir odaya alınırlar. İçeride bir masa, masanın üzerinde de içinde 1 adet marşmelovun bulunduğu bir tabak yer alır. Araştırmacı ile beraber odaya giren çocuk, masanın önündeki sandalyeye oturduktan sonra deneyin can alıcı yönergesini işitir: “İstersen şimdi bu marşmelovu yiyebilirsin. Eğer ben gelene kadar beklersen sana ikinci marşmelovu vereceğim.” Araştırmacının odadan çıkması ile odada sadece cezbedici kokusu ve rengiyle savunmasız şekilde bekleyen marşmelov ve onu yemek için can atan çocuk baş başa kalır. 15 dakika boyunca daha büyük bir ödüle ulaşabilmek için zevkini erteleyebilen çocuklar ikinci marşmelovu yerken diğerleri yalnızca bir tane yiyerek evlerine geri dönerler.
Peki, bu deney neden bu kadar önemli? Araştırmacılar, marşmelov deneyine katılan çocukları yetişkinlik çağlarına dek izlerler ve hayatlarında ne gibi değişlikler olduğu ile ilgili bilgi toplamaya devam ederler. Ve sonuçlar beklenenden çok daha dikkat çekicidir: 15 dakika boyunca ikinci marşmelov için zevki erteleyebilen çocukların erteleyemeyenlere göre akademik açıdan daha başarılı, SAT gibi sınavlarda (Türkiye’deki ÖSYM sınavı) daha yüksek skor aldığı, madde-alkol bağımlılık riskleri ve obezite olasılığı daha az, strese karşı daha iyi yanıt verdikleri ve ebeveynlerinin raporlarına göre sosyal becerilerinin daha iyi olduğu tespit edilmiştir. Diğer bir ifade ile zevki erteleme becerisine sahip olmanın başarılı olmanın en önemli anahtarı olduğu fark edilmiştir. Hayat boyu etkisini gösteren zevki erteleme becerisinin altında yatan nedenler araştırıldığında iki önemli sonuç karşımıza çıkıyor:
- Kendini kontrol edebilme becerisi.
- Bekleyebilmenin ne kadar yapılabilir, uygulanabilir bir şey olduğu kararını alma.
OTOKONTROLDE USTALAŞMAK
Müslümanlar olarak, cennet yolunda isteklerimizi dizginlediğimiz, en gözle görülür ibadetlerin başında gönüllü olarak bedenimizi aç bıraktığımız oruç ibadeti gelir. 4 yaşındaki çocukların ikinci maşmelovu yemek uğruna 15 dakika erteleyebildikleri zevklerinin dünya hayatları üzerindeki bu etkisi bu kadar çarpıcı iken Müslüman yetişkinlerin bir ay boyunca bedenleri üzerinden başladıkları kontrol becerisinin sadece mide özelinde kalacağını beklemek sığ düşünmektir. Beden ile başlayan bu otokontrol; duygu, düşünce ve davranışları da etkisi altına alarak yaşamımızı dahi değiştirebilecek güce haizdir. Hadis-i Şerife konu olan sahneyi tekrar düşünelim. Ramazan dışındaki herhangi bir günde çok daha çabuk şekilde duyguların alevleneceği, yumrukların konuşacağı bir sonucu beklerken “Ben oruçluyum!” sözlerinin ağızdan dökülmesi ile beklenen sonuç değişebilecektir.
Ezcümle, Ramazan ayında mide özelinde başlayan otokontroldeki ustalığın hayatımızın tüm alanına yayılması sürpriz değil beklenen bir sonuç olacaktır.
- İbrahim Suresi, 32
- Buhârî, Savm 3