Salı, Kasım 11, 2025

Nuri Pakdil’in Yeşerdiği Ortam: Diyar-ı Maraş

Zeynep Sultan Sınırlı
Topkapı Üniversitesi-Mimarlık

Paylaş

1934 yılında Kahramanmaraş’ta doğan Nuri Pakdil, genç yaşta kelimenin gücüne inanmış bir yazardır. Nuri Pakdil’in fikir dünyasını anlamak, yalnızca onun eserlerine bakmakla mümkün değildir; onu şekillendiren mekânı, yani Kahramanmaraş’ı da anlamak gerekir. Çünkü Maraş, hem tarihî hem kültürel olarak Anadolu’nun en köklü İslâmî merkezlerinden biridir. Kahramanmaraş, Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’e uzanan süreçte, ilim ehli, medrese geleneği ve güçlü bir manevî miras ile yoğrulmuştur. Uleması, tasavvuf ehli, şairi ve halkıyla bu şehir, her dönemde İslâm’ın toplum içindeki dirilişini sürdürmüştür. Maraşlılar için din, sadece bir inanç sistemi değil, hayatın merkezidir. Ezan sesi, sohbet halkası, şiir meclisi ve direniş ruhu iç içe yaşar bu şehirde. Bu bağlamda Nuri Pakdil’in çocukluğu, Kur’an’la, sohbetlerle, ilimle ve ibadetle yoğrulmuş bir çevrede geçmiştir. Annesinin manevi yönü güçlü, babasının ahlaki titizliği yüksek bir ailede yetişmiştir.

MARAŞIN ÖZÜ

Maraş insanı, dindarlığını gösteriş için değil, özünden yaşar. Burada din, kalpten kalbe taşınır; iman, günlük hayata sirayet eder. Komşuluk, adalet, merhamet, yardımseverlik gibi kavramlar, sadece toplumsal değil, imanî davranışlardır. Kısacası, Maraş’ın imanı yüksek bir şehir olmasının nedeni; tarihten gelen derin İslâmî kökleri, medrese ve tasavvuf geleneği, millî mücadele bilinci ve halkın içten gelen samimi inancıdır. Maraş’ın devam eden bu ilmî ortamı, sadece medrese ve din eğitimiyle sınırlı değildir. Aynı zamanda fikrî ve edebî bir uyanış merkezidir. Büyük Doğu ve Diriliş dergilerinin takip edildiği, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un düşüncelerinin tartışıldığı bir atmosfer vardır. Genç Pakdil, bu iklimde “yazmak” fiilini sadece bir sanat eylemi değil, imanın bir tecellisi, adaletin bir aracı olarak görmeyi öğrenmiştir diye düşünebiliriz. Maraş, bir yönüyle Anadolu irfanının kalbi, diğer yönüyle İslâm davasının kıvılcım yeridir. Burada yetişen her genç, yazmayı, düşünmeyi, mücadele etmeyi bir sorumluluk olarak görür. İşte Nuri Pakdil, bu toprakların imanla yoğrulmuş ikliminde, kelimelerini bir dava bilinciyle harmanlamış; edebiyatı bir direniş alanına dönüştürmüştür.

NURİ PAKDİLİN KALEMİ

Dolayısıyla, Nuri Pakdil’in kaleminde gördüğümüz “İslâmî duruş”, “ümmet bilinci” ve “dava ahlakı”, aslında Maraş’ın manevî mayasından da beslenir. Hakikati savunmak, zulme karşı kalemle direnmek ve inancın onurunu kelimelere taşımak; Nuri Pakdil’in düşünce ve edebiyat dünyasının şekillenmesinde en büyük paylardan biri, kuşkusuz Necip Fazıl Kısakürek’e aittir. Bu etki, sıradan bir “hayranlık” ilişkisi değil; bir fikrî uyanış ve dönüşüm hikâyesidir. Pakdil, ortaokul yıllarında “Büyük Doğu” dergisiyle tanıştığında henüz genç bir öğrenciydi. Ancak o satırlarla ilk karşılaştığı an, ruhunda derin bir sarsıntı yaşadı. Necip Fazıl’ın yazılarındaki iman, dava ve adalet bilinci, onun zihninde yepyeni bir ufuk açtı. O günden sonra Pakdil’in hayatında “yazı” sadece bir sanat olmaktan çıkarak, bir direniş biçimi oldu.

İstanbul Hukuk Fakültesi yıllarında, Necip Fazıl’ın konferanslarına katıldı, onu yakından dinledi. Bu dönem, Pakdil’in hayatında fikrî bir olgunluk evresiydi. Üstadıyla tanıştığında, onun yüzündeki kararlılık ve gözlerindeki iman ateşi, Nuri Pakdil’in iç dünyasında derin izler bıraktı. Bu etkiyle kendi çevresinde Edebiyat dergisini kurdu (1969). Bu dergi, Büyük Doğu’nun fikrî mirasını devralırken, genç kuşağa yeni bir direniş bilinci kazandırdı. Necip Fazıl, bir dönem Nuri Pakdil ve arkadaşlarına “Benim yerime siz konuşacaksınız artık” demiştir. Bu cümle, aslında fikrî mirasın devrini simgeler.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında iz bırakan “Yedi Güzel Adam” ekolü, sadece şiirleriyle değil, düşünceleriyle de bir dönemin ruhunu şekillendirmiştir. Bu ekolün öncüsü, aynı zamanda “Kudüs Şairi” olarak bilinen Nuri Pakdil, kalemiyle fikirlerini bir silaha, yazıyı bir direniş biçimine dönüştürmüştür. Pakdil’in edebi anlayışı, inanç, adalet, özgürlük ve insan onuru üzerine kuruludur. Nuri Pakdil’in etrafında toplanan bu düşünce halkası, edebiyata Kahramanmaraş’tan içimize çektiğimiz yeni bir nefes olmuştur. Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve Ali Kutlay, onunla birlikte “Yedi Güzel Adam” olarak anılmıştır. Bu isimler, kalemlerini inanç, ahlak ve medeniyet bilinciyle birleştirmiş; sanatın, sadece estetik bir alan değil, aynı zamanda ruhsal bir direniş olduğunu göstermişlerdir. Rasim Özdenören, modern insanın çözülüşünü hikâyelerinde işlerken; Cahit Zarifoğlu, kelimeleriyle ruhun derinliklerine inmiştir. Erdem Bayazıt, “Sebeb Ey” ile ölümü bile bir diriliş olarak yorumlamış; Mehmet Akif İnan, “Mescid-i Aksa” şiiriyle Kudüs’e adanmış bir yürek bırakmıştır. Alaeddin Özdenören, karanlığı bir bilgelik hâline getirirken; Ali Kutlay, sessizliğinin ayak izlerini sayfa sayfa bırakmıştır. Bu yedi ismi buluşturan ortak payda, iman ve edebiyat ortak kümesi olmuştur.

Bugün, Nuri Pakdil ve Yedi Güzel Adam’ın bıraktığı miras hâlâ canlıdır. Onların satırlarında, bir çağın uyanışı ve insanın kendine dönüşü vardır. Her biri, Türk edebiyatında kelimenin kutsallığını savunmuş, yazıyı hakikatin yankısı hâline getirmiştir. Nuri Pakdil’in kalemiyle kurduğu o kale, hâlâ dimdik ayaktadır. Çünkü o, kalemiyle savaşmış, inancını yazıya dönüştürmüş ve ardında bir düşünce medeniyeti bırakmıştır.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir