İnsanı en güzel şekilde yarattığını “Ahsen-i Takvîm” tabiri ile yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de ifade eden Rabbimiz ona dünya ve ahiret arasında denge bilincini inşa edip yaşamasını tavsiye etmiştir. O, uhrevî saadet ile neticelenecek bir hayat sürmeyi hedefleyen kullarını başıboş bırakmamış, kalplere şifa olan kitabı Kur’an-ı Kerim’i ve Fahr-i Kâinat olan sevgili peygamberini göndermek suretiyle onları sonsuz rahmetiyle kuşatmıştır.
Rabbimiz tarafından ‘‘Üsve-i Hasene’’ diye bizlere takdim edilen Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek yaşantısı, en hayırlı nesil olarak vasıflandırılarak nebevî övgüye mazhar olan ilk neslin başlattığı ve sonrakilerin onların ayak izlerini takip ederek sürdürdüğü çaba ile evvela sudûrda (kalplerde) sonra da sutûrda (satırlarda) kaydedilmiştir.
Nebevî mirasın muhafazası ve nakli için ortaya koyulan hayret verici çabanın meyvesi olarak karşımıza çıkan muazzam hadis külliyatının her biri bizdeki çeşitli eksiklikleri ortadan kaldıran Hadis-i Şerifler içerir. Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Cevâmiu’l-Kelim oluşunun yani az sözle çok şey anlatmasının kuvvetli birer delili niteliğinde olan bu Hadis-i Şerifler arasında “Niyet hadisi’’ ismiyle meşhur olan hadis müstesna bir yer edinmiştir. Elbette niceliğin değil niteliğin esas kabul edildiği İslâm medeniyetinde çeşitli sebeplerle vurgulanan niyet konusuna dair Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek lisanından birçok Hadisi Şerif sadır olmuştur. Ancak niyet hadisine ayrı bir önem atfedildiği de aşikârdır.
“AMELLER ANCAK NİYETLERE GÖREDİR…”
Söz konusu Hadis-i Şerif’in metni şu şekildedir: “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resulü’ne varmak, onlara hicret etmekse eline geçecek sevap da Allah’a ve Resulü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünya[1]lığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”1
Niyet hadisi, İmam Malik haricindeki Kütüb-i Sitte müellifleri ve diğer ulema tarafından çeşitli eserlerde zikredilmiştir. Sahabe neslinden yalnızca Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) tarafından aktarılan bu hadis, Yahya b. Said el-Ensari adlı râviden sonra ciddi bir yaygınlık kazanmıştır. İmam Şafiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla irtibatlı olduğunu ve din ilimlerinin yarısı sayılması gerektiğini söylemiş, İmam Buhârî ise eser telif edecek olanlara kalemleri ile evvela bu hadisi yazmalarını tavsiye etmiştir.2 Hüccetu’l-İslâm İmam Gazâlî’nin “İhya” adlı kıymetli eserinin “Kurtarıcılar (münciyât)” adlı son kısmında niyet konusunu işlemiş olması da ancak halis bir niyetin kişiye gerçek manada bir fayda sağlayacağı düşüncesini benimsemiş olmasının bir neticesi gibi gözükmektedir. Ayrıca Osmanlı dönemi hadis çalışmaları arasında yalnızca niyet hadisini ele alan çok sayıda müstakil hadis şerhinin mevcudiyeti, bu hadise yönelik teveccühün devam edegeldiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.3 Sahip olduğu önem sebebiyle sürekli ele alınan, üzerine yazılar yazılan niyet hadisi, günümüzde de önemini sürdürmektedir. Hatta belki de önemine önem katmıştır, diye[1]biliriz. Zira modern bir hayatın akışında dinini yaşamaya çalışan bir Müslümanın niyetini sağlam tutması çetrefilli ve zor bir iştir. Bu sebeple niyet hadisini daha iyi anlamamıza ve manasını zihnimizde diri tutmamıza yardımcı olacak çalışmalara her zaman ihtiyaç duyarız. Bizler de bu düşüncenin etkisiyle bu yazımızda niyet hadisini ele alıyoruz.
Bu Hadis-i Şerif’in Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek lisanından sâdır olmasının sebebi olarak Ebu Talha adlı sahabînin Ümmü Süleym adlı hanım ile evlenmek maksadıyla Medine’ye hicret etmesi zikredilir.4 Hadisin sebebi vürûdunun özel oluşu, hükmünün genel olmasına engel teşkil etmemektedir. Hayatın her bir aşamasında sürekli amel işleyen biz kullar, söz konusu amellerimizin her birinde niyet hadisine muhatap oluruz. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, amellerimize canlılık kazandıracak olan halis bir niyeti daima kalbimizde diri tutmalıyız.
Zamana ve mekâna meydan okuyan oldukça derin manaları içeren hadisler ışığında hayatını tanzim etmek gayesini taşıyan bir mümin için niyet hadisi, taşıdığı büyük müjdeler ile bir taraftan kişiyi hayırlı ameller yapmaya teşvik ederken diğer taraftan da ciddi bir şekilde uyarmaktadır. Böylece insan amellerine güvenip tembelliğe dûçar olmak veya mevcut hâli üzerine tefekkür edip ümitsizliğe kapılmak gibi durumlardan uzak durmaktadır. Meşhur tabir ile ifade edecek olursak; insan korku ve ümit arasında gidip gelmektedir.
Niyet hadisinin mümin kişinin kalbinde uyandırdığı hissiyat herhâlde bu hadise dair teveccühün en güçlü sebebidir. Zira bu Hadis-i Şerif’i duyup manasını idrak etme nimetine ulaşan bir kul, kendisiyle daima amellerini kontrol edeceği bir bilinci zihninde tesis etme mecburiyetini fark eder; böylece kalbin bir ameli olan ve niyet diye adlandırılan şeyi halis tutma hassasiyetini gözetir. Zikretmiş olduğumuz bu hassasiyet bizden öncekiler için olduğu kadar bizim için de elzem ve hayatî bir özelliktir. Hiç şüphesiz ki nisyan, acelecilik, tûl-i emel ile ma’lûl olan insandan her ne kadar halis bir niyeti sürekli kalbinde taşıması beklense de bu beklentinin her insan tarafından eşit derecede karşılanamayacağı açık bir gerçektir. Fakat bu durum insanın geçersiz özürler, bahaneler ileri sürmesini meşru hâle getirmekten uzaktır. Öyleyse insan, tamamını idrak edemediği şeyin cüz’ünü bırakmaması gerektiği bilincinde olmalı ve amellerini yaparken taşıdığı niyeti, imkân bulduğu ölçüde arındırmalıdır.
KAZIĞI ÇAKAN MI SÖKEN Mİ HAKLI?
Niyet hadisi aynı zamanda bizlere yaptığımız işlerin sonunda karşılaştığımız manzaranın değil, o işe başlamadan önceki halimizin önemli olduğunu göstermektedir. Kimi zaman çok halis niyetlerle başlanılan işlerin dahi sonu hüsran ile bitmektedir. Kul nazarıyla bakıldığı zaman başarısızlık ile sonuçlandığı düşünülen bazı olayların arkasında kimsenin bilmediği hikmetler ortaya çıkmaktadır. “Eski zamanlarda bir adam atıyla giderken kuyu başında durmuş. Kuyuya inip su alabilmek için atının bağlayacak bir yer bakmış, fakat bulamamış. Hemen bir kazık hazırlayıp kuyu kenarına çakmış. “Benim gibi su almaya gelen başka birisi de buna atını bağlayabilir” diye düşünmüş. Atını bu kazığa bağlayıp kuyuya inerek suyunu almış. Hem kendisi içmiş, hem de atını sulamış. Sonra su almak için kuyu başına bir başkası gelmiş. Ancak yerdeki kazığı fark edemediği için ayağı ona takılıp düşmüş. O, benim gibi başkaları da takılıp düşmesin diye tutmuş, yerdeki kazığı sökmüş. Bu olayda kazığı çakan da söken de niyetlerinin iyi olmasından dolayı sevap kazanmışlardır.”
İLAHİ VAHYİN İLK ŞAHİTLERİNİN İZİNDE…
Kim bilir, belki de Sahabe-i Kiram efendilerimizin ilahî övgüye mazhar olmasının en önemli sebebi, halis niyetlerinin bir gereğince ilmi; kişiyi salih amellere götüren bir alet olarak görmüş olmalarıdır. Nitekim onların tüm çabalarını evvela öğrenmiş oldukları bir Ayet-i Kerime veya Hadis-i Şerif ile amel etmek için harcadıktan sonra yeni ilmî arayışlar içine girdikleri bilgisi kulaklarımızın sıklıkla şahit olduğu bir hakikattir. İlahi vahyin nüzûlüne şahit olan o hayırlı nesle sunulan imkânlar ve fırsatlar bizlere de sunulmuştur. Mevcut imkânları salih amellere tahvil etme başarısını ise kimin ne derecede ortaya koyacağı gayret ve niyete göre farklılık gösterecek bir husustur. Bizlere sunulan imkânlar bu kadar aşikâr iken bizden yalnızca halis bir niyet beklenmektedir. Hâl böyleyken amellerimize hayatiyet katacak olan niyetimizi sağlam tutmak, en iyi hâle getirmek için bekleyecek vakit var mıdır? Bu sorunun hepimiz için açık olan cevabını zihinlerimize bildirecek olan kalplerimizdir.
1 Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn, 1, 113
2 Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn, 1, 116
3 Korkmazer, Ahatlı, “Osmanlı Hadis Şerhçiliğinde Niyet Hadisi Örneği”, sy. 8
4 İbn Hacer, Umdetu’l-Kari’, sy. 28