İslâm tarihinin gözbebeği olan Asr-ı Saadet dönemi, insan kimliğinin de anlamını bulduğu, var olmanın kıymetinin en iyi şekilde idrak edildiği, Cânan’dan Cân’a ulaşma arzusunun en yüksek düzeyde hissedildiği dönemi ifade eder. Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ashabı ile ilişkisini incelediğimizde onların kişilik ve karakter yapılarını da dikkate alarak onlara tavsiyelerde bulunduğunu ve onları yönlendirdiğini görürüz.
Peygamber ve Sahabe arasındaki ilişki, hem ilke hem de uygulama bakımından büyük öneme sahiptir. Vahye muhatap olan ilk nesil, bazen günlük hayatın bir gereği olarak birtakım yanlış fiillerde bulunmuşlardır. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), olumsuz eylemde bulunan Sahabeye, insan olmaları açısından yaklaşmış ve davranışlarını bu çerçevede değerlendirmiştir. Ayrıca O, muhataplarına kibar ve nazik bir şekilde davranmış, yanlış yapmaları durumunda genel ifadeler kullanmak suretiyle kişilerin toplum içerisindeki konumunu dikkate alarak hem ferdi hem de toplumu eğitmeyi amaçlamıştır. İslâm’ın ilke ve prensiplerinin çiğnenmesi durumunda ise Peygamber Efendimiz, kuralları ihlal edenlerin mevki, makam ve sosyal statülerine bakmadan dinin emrettiği şekilde muamelede bulunmuş; adaletin tecellisine, toplumsal huzur ve barışın teminine büyük özen göstermiştir. Çünkü Peygamber, Sahabeye beşer nazarıyla bakmış ve onların tutumlarını bu bağlamda değerlendirmiştir. Bu konuya tebessüm edeceğimiz bir örnekle devam edelim.
SEN ONU BİZE HEDİYE ETMEDİN Mİ?
Nuaymân el-Ensari (Radıyallahu Anh) , oldukça fakir ancak Peygambere karşı aşırı muhabbeti olan bir sahabe idi. Medine’ye taze meyve veya süt gelince hemen onlardan alıp Resulullah’a getirerek, “Ey Allah’ın Resulü, bunu Senin için satın aldım ve Sana hediye ettim.” dedi. Birkaç gün sonra malın sahibi Nuaymân’dan malının bedelini istediği zaman, o kişiyi Resulullah’a getirip; “Ey Allah’ın Resulü, şu adamcağızın mallarının bedelini versene.” dedi. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) da “Ey Nuaymân, sen onu Bize hediye etmedin mi?” diye sorduğunda Nuaymân, “Ya Resulullah, alırken onun parası yanımda yoktu. Senin de ondan yemeni istiyordum, onun için alıp getirdim.” deyince, Resulullah güldü ve satıcıya parasını ödedi.1 Nuaymân (Radıyallahu Anh) mizahi yönü olan bir sahabeydi. Allah Resulü onun bu yönünün farkındaydı ve bu tür davranışlarında ona kızmamış aksine gülerek karşılık vermişti.
GÜZEL SESLİ HANGİNİZ?
Peygamberimiz, gençlerin hataya meylini bilir ve onlara karşı sabırlı, anlayışlı ve müsamahakâr davranırdı. Sahabeden Ebu Mahzûre isimli şahsın hatırası bu hususta ilginç bir örnek teşkil etmektedir: “Peygamber Huneyn savaşından dönüyordu. Ben de hepsi Mekkeli olan on kişilik bir grup gençle beraberdim. Gönlüm gerçek anlamda İslâm’a ısınmamıştı. Bu esnada Resulullah’ın müezzini ezan okumaya başladı. Biz de bir köşeye saklanıp müezzinin sesini alay ederek tekrarlamaya başladık. Yaptıklarımızı Resulullah da duymuştu. Ezan bittikten sonra ‘Şunların içinde güzel sesli biri var.’ diye gönderdiği adamlar bizi alıp O’nun huzuruna götürdüler. Yanına vardığımızda: ‘Güzel sesli hanginiz?’ diye sordu. Arkadaşlarım beni gösterdiler. Resulullah beni yanına çağırdı ve ezan okumamı istedi. Bu esnada Peygamberden hiç hoşlanmadığım hâlde çaresizlik içerisinde önünde ezan okudum. Ezanı bitirdiğim zaman bana bir miktar para verdi. Daha sonra da alnımı öpüp sırtımı sıvazladı. Bunun üzerine ben de: ‘Ey Allah’ın elçisi, Mekke’de ezan okumama izin verir misin.’ dedim. O da izin verdiğini söyledi. İşte o anda bende Resulullah’a karşı duyduğum hoşnutsuzluktan eser kalmadı, gönlüm O’na karşı sevgi ile doldu. Mekke’ye geldim ve O’nun emriyle müezzinlik yapmaya başladım.”2
BABAM HARUN, AMCAM MUSA
Resulullah, Hayber dönüşünde Hazreti Safiye ile evlendi. Medine’ye dönüldüğü zaman Âişe (Radıyallahu Anh) , yeni gelin hakkında bilgi almak için hizmetçisi Berîre’yi Hayber seferinde Peygamberin yanında bulunan Ümmü Seleme’ye gönderdi. Berîre’nin, Safiye’nin güzel olup olmadığını sorması üzerine Ümmü Seleme, “Seni Âişe mi gönderdi?” dedi. Berîre cevap vermedi. Berîre’yi Âişe’nin gönderdiğini anlayan Ümmü Seleme: “O, çok güzeldir ve Resulullah’ın da ona muhabbeti vardır.” dedi. Berîre duru[1]mu Âişe’ye haber verdi. Bunun üzerine Âişe tebdili kıyafetle Ensar hanımlarının yanında bulunan Safiye’nin yanına geldi. Tebdili kıyafetle olmasına rağmen Peygamber onu tanıdı ve Safiye’yi nasıl bulduğunu sorunca Âişe’nin, “Yahudilerden bir Yahudi.” demesi üzerine Peygamberimiz, “Ey Âişe, böyle konuşma. Ben, ona İslâm’ı teklif ettim. O da hemen kabul etti.” buyurdu.
Bir diğer anlatıma göre; Hz. Safiye Medine’ye yerleştikten sonra Peygamberimizim diğer hanımları tarafından Yahudi oluşu nedeniyle eleştirilir. Nitekim bir gün Âişe ile Hafsa’nın aleyhinde konuştuklarını öğrenen Safiye çok üzülür ve bu durumu Resulullah’a bildirir. Bunun üzerine Allah Resulü ona şöyle der: “Nasıl siz benden daha hayırlı olabilirsiniz? Benim eşim Muhammed, babam Harun, amcam Musa’dır deseydin ya!”
Peygamberin hanımları birer insan ve kadın olmalarından dolayı duygularına mağlup olup yeni gelini güzelliğinden dolayı kıskanarak “Yahudi” sözcüğüyle aşağılamak istemişlerdi. Peygamberimiz hem Âişe’nin hem de diğer hanımlarının bu davranışını hoş karşılamamış, Safiye’ye de kendisini onlara karşı nasıl savunması gerektiğini öğretmiş ve bu sorunu aile içerisinde ortaya çıkması muhtemel olaylar kapsamında değerlendirerek taraflar arasında daha fazla büyümesine müsaade etmeyerek çözmüştür.
Bahsettiğimiz örneklerle beraber Allah Resulü ile Sahabe arasındaki ilişkileri incelediğimizde genel olarak Kur’anî ve nebevî ölçülerin hâkim olduğunu görürüz. Bundan dolayıdır ki beşerî münasebetlerde bu itidal korunmuştur. Rahmet Elçisi’nin kendilerine karşı olan sevgisini, merhametini ve düşkünlüğünü çok iyi bilen Sahabe, O’na saygı ve hürmette kusur etmemekle birlikte O’nun yanında kendilerini gayet rahat hissetmişlerdir. Sahabe ile Rahmet Elçisi arasındaki bu samimi ilişki, aslında Müslümanlar arasındaki alt-üst ilişkileri açısından ideal bir model oluşturmaktadır. İnsan ilişkilerinde yaşadığımız birçok problemin kaynağı da nebevî öğretileri hayatımıza geçirememekten kaynaklanır. Her bir insanın aynı karakter yapısına sahip olmadığını idrak etmeliyiz. İnsanları tabiatlarıyla kabul ettiğimizde, daha müsamahakâr, anlayışlı, geniş ahlaklı, affedici bir yapıya sahip oluruz. Öfkemiz, tahammülsüzlüğümüz ve anlayış göstermediğimiz alan; iman, farzlar, haramlar ve İslâm cemaatinin hakkı olan meselelerde olur. Bu da Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ahlâkıdır.
Yüce Allah, bizleri hikmetlerini anlamaya ve razı olduğu güzel ahlâka muvaffak kılsın.
1 İslâm Ansiklopedisi, “Nuaymân b. Amr”
2 Ahmed b. Hanbel, III, 409; İbn Mâce, Ezan 2