“Duvarları çatlak,
Tavanı dökülmeye hazır,
Temelinde bitlerin, karıncaların, ince bacaklı böceklerin gezindiği
İhtiyar evlerde,
Zamanı çekip üstümüze,
Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi”
Şair böyle sıralamış dizelerini, ötelerden beri var olagelen “Zaman her şeyin ilacıdır.” sözüne atıfta bulunarak. Gerçekten de zaman, insanın gönlünü sızlatan, geçmez, düzelmez, bitmez sandığı her şeyin ilacıdır. Yaşadığımız bazı kördüğümleri zaman çözebilir, insanı çıkmaz sandığı sokaklardan zaman çıkarabilir ve bize kaybettiğimiz bazı değerleri zaman geri getirir. Tıpkı bizden giden, kaybolan ve yitirdiğimiz ne varsa alıp götürenin yine zamanın kendisi olduğu gibi. Kaybettiğimiz o değerlerden birini hatta birçoğunu Mehmet Akif’in unutturmama çabalarından birinde, bir şiirinde görüyoruz. Akif, senelerce Damat Said Paşa’nın yalısında Ramazan imamlığı yapmış olduğu için Said Paşa İmam’ı diye anılan Hasan Rıza Efendi’nin saraydaki mevlid cemiyetine davetli olduğu bir gün yaşanan hadiseyi, Safahat’ın da “Said Paşa İmamı” adlı şiiriyle uzun uzun nazmetmiş, zaman içinde geçen yıllarla birlikte kaybettiğimiz daha nice erdemlere ve değerlere ışık tutmuştur.
MEVLİD BÖYLE OKUNUR
Bahsi geçen hadise şöyledir: Sarayda ihtişamının avizelere, kandillere, sahil kıyılarına dahi yansıdığı bir mevlid düzenlenir. Sarayın kapısı o güne özel alışılagelenin aksine davetli davetsiz herkese açıktır. Mevlidi okuması için döneminin en önemli icracıları arasında yer alan, dinleyen[1]lerin “Asıl mevlid böyle okunur.” demekten kendilerini alıkoyamadıkları, Said Paşa İmamı lakabıyla meşhur olan Hasan Rıza Efendi görevlidir.
Ne var ki yatsı bir hayli geçer, çifte ezanlar verilir, namazlar kılınır, aminler çekilip niyazlar Hakk’a arz edilir, mevlide başlama emri de gelir fakat mevlidi icra edecek olan mevlithan yoktur, gelmemiştir. Üstelik Üsküdar’dan gelecek olduğu bilgisi dışında haberi olan, gören bilen de yoktur. İmama gösterilen tepki büyüktür. Zira zaman, söz verildiğinde sözde durmanın, ahde vefanın, vakte riayetin bir anlam taşıdığı zamandır. Bu yüzden davetliler ve davetsizler “Olur şey mi ki bu? Bari söz verme!” diye söylenirler. Hatta Osmanlı tarihinin en usta mevlidhanı olarak yakaladığı şöhrete ve mevlidhan olmasının yanı sıra hafız, imam, müderris, hattat, şair ve hanende de olmasına rağmen tüm ömrünü mütevazı bir derviş olarak geçirmeyi tercih ettiği için midir bilinmez- kimileri bu söylemleri “Adam sen de bırak meczubu!” diye cevaplarlar.
Vakit ilerlemekte, insanlar bekleşmekte, Hasan Rıza Efendi ise hâlâ gelmemektedir. Ta ki Valide Sultan kızmış olacak ki daha fazla beklememe ve başlama emrini verir. Mutat olan adabı ile mevlide başlanır. Okuyan, misafirlerin “anaç bülbül” diye isimlendirdikleri değilse de okunulan aynı, tesir aynıdır; gönüllerin okunanlara karşı verdiği coşku değişmemiştir. O kadar ki müteessir olan sadece insanlar da değildir. Şair, mevlidin insanın haricindekiler üzerindeki etkisini şöyle tasvir eder:
“Gecenin kalbi durur; ürperir inler, cinler;
Açılan pencereler, göz kulak olmuş, dinler.
O enîn karşıki sahilden açılmaz mı biraz,
Sûr-i mahşer gibi sesler çıkarır, şimdi Boğaz!”
Mevlidin ardından İmam Efendi çıkagelir. Valide Sultan’ın sitemi, kaybettiğimiz üslubun da bir örneğidir. Hem yapılan yanlışın büyüklüğüne hem mevlithanın kıymetine işaraten şöyle söyler: “Sen de kalleşlik edersen bize eyvahlar ola!”
Mevlidhanın geç kalma sebebi ise bambaşkadır. Başlar anlatmaya. Meğer imam akşamüzeri saraya gitmek için yola koyulmuş fakat yavrusunun ölümünün üzerinden sadece kırk gün geçmiş olan ve kendisinden kızı için mevlit okumasını talep eden yaşlı bir kadınla karşılaşmıştır. Rıza Efendi o an tereddüt etmişse de yaşlı kadın “Sen benim yavrumu şâd et ki rızaenli’llâh, iki dünyada aziz eylesin Allah da seni” diye ekleyince imam için ne saray kalır hayalinde ne sultan ne filan.
Çaresiz bir durumda olduğunu, saray için yüzlerce mevlit okuyacak adam bulunmasına karşın biçare kızın bağrı yanık anneciğin böyle bir imkânı bulunmadığını ifade ettikten sonra Said Paşa İmamı ile Sultan arasında şu diyalog geçer:
“Elin evladına yanmaz parasız bir kimse!
Çaresizdim sizi bekletmede, beklettimse.
– Hoca! der Valide Sultan, beni ağlatma, yeter! Yeniden mevlit okursun bize, dava da biter.”
Mesele vuzuha (açıklık) kavuşmuştur. İnat yoktur, diretmek, kibir etmek yoktur. Mehmet Akif’in “Said Paşa İmamı”, kaybettiğimiz yığınların altındaki pek çok değerin mesajını taşımakta, medeniyetimizin üzerindeki toz tutmuş meselelere üflemekte, her şeyden önce başka kaynaklarda adına rastlayamadığımız Hasan Rıza Efendi gibi bir şahsiyeti tarihin tozlu sayfalarına karışıp gitmekten kurtarmaktadır.
HER ŞEYİN İLACI ZAMAN
Her satırı ayrı bir meziyeti kucaklayan şiir, aynı zamanda kaybettiğimiz işi ehline vermek, vakte ve ahde riayet etmek, eşyalar üzerinde dahi tesir eden mevlidin ruhu besleyen yanını keşfedebilmek, müşkül bir durum ile karşılaşıldığında ehem-mühim ayrımı yapabilmek, “Allah rızası için” dendiğinde söylenenin ne denli kritik olduğunu idrak edip akan suları durdurabilmek, dinlemeyi, izah etmeyi, tevazu göstermeyi bilmek gibi erdemlere ve daha birçok değere ayna tutmaktadır.
Kaybettiğimiz tüm bu değerleri, her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bizden götürmüştür.
Peki, şimdi, medeniyetimizin duvarlarındaki tüm bu çatlaklara,
Tavanındaki dökülmelere,
Temelinde gezinen bitlerin, karıncaların, ince bacaklı böceklerin varlığına rağmen
Yeniden çeksek üzerimize zamanı,
Örter mi acaba
Kirli ve açık yanlarımızı?