Pazartesi, Aralık 30, 2024

Muhabbet Sofrası

Akile Tekin

Paylaş

Ev, okul, iş, aile döngüsündeki adımları, Allah için hayatlara dönüştüren niyet, sürdüren davranış, ulaştıran yön, kavuşturan düzendir İslâm. İslâm’ı beş N bir K sığlığında anlatmaz Kur’ân. Peki ne yapar? Her dine, millete bir mâide/sofra kurar ve çağırır. Gök sofrasından inen, yerdeki varlığı doyurur, barındırır, arındırır, yağmur gibi. Bu yağmur aynı zamanda yalnızca insana Allah’a teslim olması için vahiy olur, mânâ sofrasına dönüşür. Mûsâ Peygamber’in kavmi İsrailoğulları’na bıldırcın eti ve helva sunulmuş, isyanları, hadsizlik ve yaptıkları haksızlıklar sebebiyle zillete, yoksulluğa, azaba çevrilmiştir.[1] Îsâ Peygamber’den mucize olarak istenen sofra indirilmiş, şayet inkar edilirse, yeryüzünde hiçkimseye edilmeyecek bir azap sebebi olacağı bildirilmiştir.[2] Peygamber Efendimiz’e verilen en büyük mucize Kur’ân’dır; Kur’ân’ın bütününe imanın yaşanması İslâm’dır.[3] Tevhîd ikliminin birer mevsimi olan dinlerin sonuncusu İslâm, Mâide Suresi’nde kemâline ulaştığı biçimiyle anlatılır. Acaba İslâm’ın müntesipleri de diğer kavimler gibi İlâhî düzen olan dine isyanın sonuçlarıyla karşılaşacak mıdır?

MÂİDE SURESİ’Nİ TANIYALIM

Mâide Sûresi, Medine’de nazil olmuştur, 120 ayettir. Veda Haccı’nda topluca indirildiği veya Hudeybiye Antlaşması’ndan itibaren hicretin altıncı yılında indirilmeye başlanıp, Veda Haccı’nda bölümlerin tamamlandığı nakledilir.

Mushafta yer alışı akımından Mâide Suresi kendisine kadarki Surelerde yer alan içkinin yasaklanması gibi bazı ameli hükümlerin, hırsızlık suçunun karşılığı gibi cezaların ve dinin kesin ifadelerle son biçimine kavuşturulduğu ayetleri ihtiva eder. Bu sebeple Efendimiz (Aleyhisselâm) “Mâide Suresi Kur’ân’ın nüzulce son olanlarındandır; helalini helal, haramını haram kılınız.” buyurmuştur. Akde vefanın gereğini, gıdanın helalini açıklayan, manevi gıda ve ibadete vesile abdest, teyemmüm gibi ihtiyaçların ölçülerini, kurbanın maddi ve manevi şartlarını belirleyerek başlayan Surede sofra, Müslümana, yemin ve ihramlı iken av hayvanı öldürme hatalarına kefaret vesilesi olarak yoksulu doyurması için kurdurulur.[4]

Surenin adını, Îsâ’nın (Aleyhisselâm) gökten ziyafet sofrası indirmesi hakkındaki kıssadan aldığı belirtilse de, Mâide Suresi’nin “İslâm” nimetini anlatmakta olduğu ve bu kıssanın bu sebeple bu surede zikredildiği ifade edilmektedir.

MÂİDE-İ KUR’ÂN’DA İSLÂM’DAN İRTİDAT/DÖNME

Hudeybiye Anlaşması öncesi müminler, yerleşik İslâm düzeninin kuruluş aşamasında olup, Kureyş müşrikleriyle savaşlar yapmışlardır. Zahiren aleyhte gibi görünen Hudeybiye Anlaşması şartları sebebiyle Müslümanlar, İslâm’ı bulundukları Medine’deki Yahudi ve Hristiyan muhataplarına anlatabilmişler, Mekke ile Medine dışındaki yerlerde sistemli tebliğ faaliyetlerine başlamışlardır. Bu durum, daha önce olmayan refah ortamı meydana getirmiş ve Müslümanların İslâm dışı muhataplarla eskisinden farklı bir sosyal ilişki geliştirmelerine sebep olmuştur. Ehl-i Kitab hanımlarla evlilik izni, kestiklerinin helal sayılması, bu ortamın sonucunda indirilen bazı hükümlerdir.[5]

İslâm Devleti’yle zahiren güçlenen Müslümanların itikadi ve ameli açıdan kendilerini garantide hissetmeleri mümkündü. Bu ortamda Mâide Suresinin 3. ayetiyle Efendimiz’in vefatına işaret edilmiş; Efendimiz’in ahirete irtihaliyle İslâm hakimiyetinin ortadan kalkması ümidinde olanlara cevap, zihin ve fiileriyle bu tehlikeye yaklaşmakta olan Müminlere bir uyarı mahiyetinde Surenin 54. ayeti indirilmiştir.

İslâm’a imanın ve bu doğrultudaki amelin oluşturması gereken ahlakın madde madde işlendiği, dine isyanın akıbetini bildiren 54.ayette Ey îman edenler, içinizden kim dininden dönerse Allah -mü’ minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği- bir kavim getirir ki onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiç bir kınayanın kınamasından (dedikodusundan) çekinmezler. Bu, Allahın lutf-ü inayetidir ki onu kime dilerse ona verir. Allah ihsanı bol olan, en çok bilendir.[6] buyrulmuştur.

MANASI AÇISINDAN MÂİDE SURESİ 54. AYET-İ KERİME

Yazılan, söylenen, hissedilen bir kelimelik sempati ya da antipatiyle İslâm dışı kalmanın, Kur’an ve Sünnet’e anlık muhalefetin olabildiğince kolaylaştığı günümüzde Mâide Suresi 54, Kur’an’ın nazil olduğu ortamla sınırlı olmayan maksat ve mesajlarının kolayca anlaşılabileceği ayetlerden biridir.

Ayette, iradesiyle İslâm dinine müntesip olduktan sonra, yine iradesiyle kullandığı söz, fiil ya da fikri, kalbi tercihleriyle irtidat eden kimseler olabileceği belirtilmiştir. Efendimiz hayattayken Esved-i Ansi, Müseylimetü’l-Kezzab ve Beni Esed kavminin, Ebu Bekir’in (Radıyallahu Anh) döneminde yedi kabilenin irtidat ettiği nakledilmektedir. Bu irtidadın mahiyeti itikadi esaslarla sınırlı değildir, ameli hükümlerden bir ya da birkaçının inkarı, reddi, küçümsenmesi, alay konusu olmasını kapsar. Dolayısıyla terk-i mevkî eden, tevbe etmeyen mürtedin yerini dünyada mutlaka bir başka Müslüman alacaktır ve bu yer yalnızca zekat vermeyi kabul etmeyenlerle savaşan Ebu Bekir Efendimiz’den başlayarak kıyamete kadar İslâm’ı topyekün ikâme eden tüm kişi ve kavimlere ait olacaktır. Ahiret azabı ise kaçınılmaz sondur.

Din, Allah’ındır. Şayet seçilmiş, razı olunmuş son din İslâm’dan dönülürse Allah’ın takdir ve tercihiyle gelecek kutlu kavmin ilk özelliği Allah Teala tarafından sevilmektir; bu sayede ve bunun ardından kulun Allah’ı sevmesi, bu nedenle mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu olmasıdır. Müfessirler ayette önce Allah’ın kulunu sevmesinin zikredilmesini, kalbi de kalıbı da sevgisinden ve sevgisiyle yaratan Allah’ın kulu tarafından sevilmesinin ancak O’nun dilemesi ve bahşetmesiyle olabileceğiyle ilişkilendirirler. Müminlere sevginin gereği olan alçak gönüllülük ise ise zeka, yetenek, etki, servet, güç veya sahip olunan herhangi bir şeyi Mümine zarar vermede kullanmamaktır. Ayetin devamında Allah yolunda savaşma ve hak konusunda hiç bir kınayanın kınamasından çekinmeme sayılmıştır. Bunlar aynı zamanda dininde istikamet sahibi Müminlerden, Peygamber’in varlığında da yokluğunda da istenen tavırlardır. 35. ayette de belirtilen Allah’ın hoşnutluğuna ulaşma vesilelerinden sayılabilecek bu nitelikler arasında sevgi-muhabbet mefhumunun önemi, Surede müminlerin kafirleri dost edinmesinin yasaklanması ve dost olarak Allah, Rasulü ve Onlara tâbî müminlerin seçilmesiyle vurgulanır.[7] Bu sebeple İslâm, muhabbetten bahşolunan, muhabbetle kurulan, müntesipleri birbirlerine muhabbet besleyen, kapsamındaki lezzetlerin hikmetlerin mayasında muhabbet bulunan İlâhî bir sofradır.[8]

HÜLASA…

İslâm, Allah’a kul olmak isteyen için her çağda, imkanda sürdürülebilir bir hayat düzenidir. Kur’ân vahyiyle ve Efendimizin örnekliğiyle oluşmuş bu sistem, entegre olunduktan sonra anlamını, hissiyatını kaybeden durağan bir yapıda değildir. İslâm, Müminin eylemlerini, ahlakını, zihnini ve kalbini kuşatan, her imtihanla ya da her şükür sebebiyle somut şekilde açığa çıkan tüm anlık tepkilerinin sebebi ve sonucudur. Mâide Suresi’nde vasıfları anlatılan Müslüman, Allah’ın sevdiği, başkalarına tercih ettiği, bundan dolayı kendini düzeltmekle meşgul, Allah’ın ve rızasının peşinde olduğundan selamete, dosdoğru yola iletilen, iyilikte yarışan, kötülükten diğerlerini vazgeçirmeye çalışan, hakkı ayakta tutup adil davranan, adaletle şahitlik eden, hata edebilen ama kulluktan vazgeçmeyip hemen tevbeye sığınan, Allah’a karşı gelmekten sakınarak Rasulü’ne itaat eden, son nefesine kadar bu şuurla kalan, ahireti de Allah’ın kendisinden razı olması ve Allah’tan razı olmakla şimdiden müjdelenen, hülasa başarı ölçütü Allah’ın rızası olan kimsedir.[9]

 

[1] Bakara Suresi 57-61

[2] Mâide Suresi 112-115

[3] Mâide Suresi 48-50

[4] -Paragraftaki sırasıyla- Bahsi geçen konular için bkz: Mâide Suresi 90, 38, 3, 1-6, 96, 27, 95, 87-89

[5] Mâide Suresi 5. Suredeki Ehl-i Kitap konulu diğer ayetler için bkz: Mâide Suresi 12-26, 32-34, 41-47, 64-66, 68-86

[6] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 1: 168

[7] Mâide Suresi 51, 55-57, 80, 81

[8] Yazıda Yararlanılan Bazı Kaynaklar: Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 1990/1411; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 3; 1715-1720

[9] -Paragraftaki sırasıyla- Zikredilen vasıflar için bkz:  Mâide Suresi 54; 105; 16; 48; 69, 79; 8, 106-108; 34, 39, 98, 101; 7, 11, 35, 87, 88, 92, 96, 100, 108; 119

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir