“Eser aşkın ile şems-ü kamer
Hep sema’ın gibi devran eyler
Merhamet senden olur eyle nazar
Meded it bendene ya Hazret-i Pir”
Teneffüs edilen nefesin dahi sınırlı olduğu fani dünyada, kulluk şemsiyesinin altında ifa etmek üzere farklı görevlerin üstlenildiği bir âlemde yaşamaktayız. Kimi zaman hüzün kimi zaman sevinç; günlerin geceyi, baharın kışı takip ettiği bir ömürde farklı alanlarda, farklı kimliklerde var olma çabamızla ayakta kalma savaşının tam ortasındayız. Önemli Mevlevî şairler arasında ismi zikredilen Leyla Hanım, dalgalı bir deniz timsali ömründe Mevlânâ’yı ve Mevleviliği sığınacak bir liman olarak görmüş ve şiirlerinin önemli bir kısmını bu etkiyle kaleme almıştır.
Kaynaklarda doğum tarihiyle ilgili net bir bilgi edinilemeyen Leyla Hanım’ın babasının kazaskerlik görevinde bulunmuş Moralızâde Hamid Efendi olduğu, anne tarafından ise soyunun Keçecizade İzzet Molla’ya dayanmakta olduğu bilinmektedir. Leyla Hanım’ın dayısı ve önemli Mevlevî şairlerinden olan İzzet Molla, kendisinin eğitim hayatında önemli bir role sahiptir. Öyle ki dayısı İzzet Molla’nın yokluğundaki eksiklik ve hüznü şiirlerine yansımıştır. Şair kimliğinin oluşmasında ve Mevleviliği tanımasında kendisine öncülük eden dayısı İzzet Molla, şiirlerini tashih ederek bir açıdan hocalığını yapmıştır.
Edebiyatla hemhâl olan güzide bir ailede büyüyen Leyla Hanım’ın şair kimliğinin oluşumunda bu durumun olumlu etkileri görülmektedir. Annesi başta olmak üzere saltanat çevresinden kadınlara, cariyelere şiirlerinde yer veren ilk kadın şair olması, dönemin kadınlarıyla arasında oluşan sosyal bağ açısından örnek teşkil etmektedir. Leyla Hanım’ın bazı gazel ve şarkılarında içki meclisleri hususunda yer verdiği tasvirler, bir takım suçlamalara maruz kalmasına sebebiyet vermiştir. Leyla Hanım, bu suçlamalara karşı ahirette yüzünün ak olacağına dair bir cevap mahiyetinde ikinci bir gazel yazmıştır:
“Gam mı bugün eylerse ahibba beni ta’yib
Bir bir çıkar ukbada ne dirlerse disünler
Bu kara yüzüm ağ ola da ruz-ı cezada
Şimdi bana dünyada ne dirlerse disünler”
Klasik Türk şiirinin incelendiği ilk dönemlerden itibaren Mevlânâ’nın fikir ve yorumları, şiirin şekillenmesinde yön verici nitelikte olmuştur. Mevleviliğe özgü terimlerin klasik şiirlerde görülmeye başlanması, Mevleviliğin etkisinin ne denli büyük olduğunun göstergelerinden biridir. Mevleviliğin klasik şiir üzerindeki izlerinin yanı sıra Mevlevî divan şairi yetişmesinde, dönemde var olan Mesnevi okuma ve okutma geleneğinin etkisi söz konusudur. Bu nedenle Mevlevihaneler, klasik edebiyatı besleyen en önemli kaynaklardan biri olmuştur. Klasik şiirin usta isimlerinden Naili, Neşati, Cevri, Nef’i, Nabi, Şeyh Galip gibi isimlerin Mevlevî olması, Mevlevî olmayan şairlerin önemli bir kısmının da Mevleviliğe özgü terimlere şiirlerinde yer veriyor olması, Mevlânâ’nın Klasik Türk Şiiri üzerindeki etkisinin görülebilmesi açısından önemlidir.
Mevlevî bir çevrede yaşayan Leyla Hanım, divanında Mevlânâ ve Mevlevilikle ilgili bir çok şiire yer vermiştir. Şiirlerinde Mevleviliğe ilişkin “Sema, def, ney” gibi unsurların izlerine rastlamak mümkündür. Leyla Hanım’ın Mevlânâ’yı konu alan şiirlerinde onu, “Gizli sırlar hazinesi”, “Âlemin güneşi” gibi kavramlarla tanımlaması göstermiş olduğu değeri de örneklemektedir. Leyla Hanım, yaşamı boyunca Mevlânâ’nın izinden ayrılmamış, şiir kabiliyetini Mevlânâ’ya borçlu olduğunu ifade etmiştir. Mevlânâ’nın ilahi aşk ile mevcudiyet bulmuş şiirlerinden aldığı ilhamla şiirlerine yön vermiştir.
İlâhî aşk ile kavrulan Leyla Hanım ve nice kıymetli isme minnetle…