Kardeşim Ali gömleğinizi mutlaka giyecektir
Hâlbuki ben Bay Fransız sizin gömleğinizi
Hatta Matmazel Nikol’un o kırmızı ipekli gömleğini
Hani etekleri şöyle kıvrım kıvrımdır ya
Bile giymek istemem istemeyeceğim
“Biz” bilincine geri dönüldüğünde, Matmazel Nikol’un süslü sanılan gömleklerinin aslında ne kadar biçimsiz olduğu anlaşılacaktır.
“Çok şeyler oluyordu dışarda: değişen giysiler, bulunan yeni yeni araçlar, gereçler, çıkan savaşlar, yazın sıcakları, kış günlerinin soğukları, doğan çocuklar, ölen dostlar, hatta ezanın okunması, bayramlar.” Gül Yetiştiren Adam’ında çağın sürekli değişimini böyle anlatır Rasim Özdenören. Her devir böyledir, farkına varmadan değiştirir. Her şey aynı gibi gelirken bir bakarsınız, şimdiniz geçmiş oluvermiş. Akışın içinde yaşanılan olayların ne ölçüde etki oluşturduğunu anlamak kolay değildir. Kimimiz kolay uyum sağlar bu duruma; kimimiz de kahramanımız Çarli gibi değişimin karşısında durmayı tercih eder. Sessiz bir protestodur bu, değiştiremez belki ama dâhil de olmaz.
Bu durum yalnızca edebiyatımızda değil, son üç yüz yıldır sosyal hayatımızın merkezinde yaşayan bir meseledir. Buradaki en önemli husus nerede durduğumuzla alakalıdır. Akıntıya, sorgulamadan kapılanlar olacağı gibi durup düşünenlerimiz de olacaktır. İkinci grubun insanı bu dünyanın sefasını sürmez, sorgulamak acı vericidir çünkü. Necip Fazıl:
“Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence”
mısralarında tam olarak bu ikinci grubun meramını dile getirir.
Bizim çağımızın önümüze konulanı ile birlikte sorgulanması gerekeni ise modernizm ve gelenektir. Gelenek, milletlerin yapı taşlarını oluşturur. Modern dünyanın empoze ettiğinin aksine kötüyü, geri kalmışlığı, cehaleti temsil etmez. Elbette içerisinde ayıklanıp yok edilmesi gereken unsurlar vardır lakin büyük bir kültür ve medeniyet inşa etmeyi başarmış bir geleneği tümüyle yok saymak asla akıl kârı değildir.
Modernizm, kendisini takdis ederken kendisi dışında kalan tüm öğretileri akla uygun olmamakla itham eder ve aşağı görür. Modern insanın en temel sorunu da bu noktada başlar. Zira modern yaşam her şeyin merkezine akıl ve mantığı yerleştirdiği için insanlara sunduğu her şey de mekaniktir, maddidir. Aklı, sorunların tek çözümü olarak sunan modern dünyanın bu illüzyonuna kandığınızda da artık geri dönüşü çok zor olan bir yola girmiş olursunuz. Cemil Meriç bu durumu çok güzel özetler: “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.”
Yani bizim değildir, bize ait olmayan da bizim dertlerimize derman olamaz. Hâlbuki bizim medeniyetimiz ilim medeniyeti olduğu kadar irfan medeniyetidir de. Sorunlarımız dünyalık olmadığı gibi, verilen tavsiyeler de aklın sınırlarından çok daha ilerisini gösterir. Modern insan bu yüzden anlam arayışı içinde bocalar. Çünkü modernizm dünyalıktır, yalnızca aklın erişebileceği kadarını sunar. Oysa medeniyetimiz bize sonsuzluğu verir.
Modernizm, Doğu medeniyetinin evlatlarına dar gelen bir gömlektir. Sezai Karakoç “Ötesini Söylemeyeceğim” şiirinde modern Avrupa’ya karşı bu metafor üzerinden şöyle seslenir:
Kardeşim Ali gömleğinizi mutlaka giyecektir
Halbuki ben Bay Fransız sizin gömleğinizi
Hatta Matmazel Nikol’un o kırmızı ipekli gömleğini
Hani etekleri şöyle kıvrım kıvrımdır ya
Bile giymek istemem istemeyeceğim
“Biz” bilincine geri dönüldüğünde, Matmazel Nikol’un süslü sanılan gömleklerinin aslında ne kadar biçimsiz olduğu anlaşılacaktır.
Atalarımız kültür ve medeniyetimizi inşa ederken insanoğlunun yalnızca tek bir milletin ortaya koyacağı birikimle ilerlemesinin imkânsız olduğunun farkındaydılar. Bu sebeple yarar sağlayacak her türlü ilmi öğrenmekten ve kullanmaktan çekinmediler. Biz ise yıllar içinde geleneğimizi terk edip Batı kaynaklı ideolojilerin hâkimiyeti altına girdik. Batı’nın yararlı gelişmelerinin üstüne koyarak ilerlemek yerine hazır olanı kullanmayı tercih ettik. Üretici bir toplumdan tüketici bir topluma evrilişimiz, bize bencil bir bireyselciliği de beraberinde getirdi. Biz geleceğimizi, geçmişimizden beslenerek inşa eden bir toplum iken modernizm ile artık geleneği yıkarak ilerlemeyi tercih eden bir toplum haline geldik.
İbrahim Kalın, Ben, Öteki ve Ötesi adlı kitabında Rudyard Kipling’in Beyaz Adamın Yükü adlı şiirinden örnekle, Doğu’nun, Batı nezdinde her zaman bir “öteki” olarak konumlanacağını çok net bir şekilde anlatır. Batı’nın, dünya barışı adını koyduğu yapay kılıflı ideolojilerinin aslında yalnızca onların yararına hizmet ettiği gerçeğiyle ne kadar hızlı yüzleşirsek, benliğimize, yani kültürümüze ve medeniyetimize o kadar hızlı sahip çıkarız. Aramızda Bay Yabancı’nın gömleğini giymek isteyecek olan Ali’ler elbette olacaktır ama biz Erdem Bayazıt’ın, Nuri Pakdil’i anlattığı gibi olmalıyız:
Beton duvarlar içinde bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında
direnen insanlığın
Dayatılan modernizmin, her tarafımızı saran sarmaşıklarından kurtulup çiçek açmalıyız. O zaman onlar da şapkalarını alıp gitmek zorunda kalacaklar.
O gün geldi mi ben de artık üstat gibi, daha da Ötesini Söylemeyeceğim…