Dünyanın neresinde olursak olalım akşam olunca lambalar açılır perdeler kapanır. Dışarıya karşı kendini gizleme, örtme davranışı esasen bir ihtiyaçtır. Şimdilerde “Herkesin kendi özel alanı canım!” diyerek çizilmek istenen çerçeve, insanoğlu var oldu olalı mevcut olan mahremiyet kavramının ta kendisidir. İnsan özelini saklama arzusu duyar. Harem olan yani özel olan aşikâr edilmez. Bu evrensel ve yazılı olmayan bir kuraldır. Yaşam alanlarımızı kişiye özel düzenleme isteği hepimizde vardır ve bu yüzden evlerin içinde odalara ihtiyaç duyarız. Bizi kendimize bırakacak duvarlar koymak isteriz diğerleriyle aramıza.
HAREMLİK- SELAMLIK
Yaşadığımız her alanda kamusal olanla özel olanı ayırma ihtiyacını, sınır çizerek yapabiliriz. Ancak bu sınır, mahrem olanı saklı tutar. Burada kullandığımız kavramları doğru bağlamda anlamak çok önemlidir. Özel alan kavramı genelde kamusal alanlarda bireysel alan tanımlaması yapmak veyahut bunun hukuksal ayağını konuşmak maksadıyla ele alınır. Oysa özel alan dediğimiz alanın sınırlarını bizim mahrem olanımız ve namahrem olanımız belirler. Bu açıdan baktığımızda mahremiyet kavramı harem kelimesiyle bir bütün olarak anlaşılabilir ve aslında dünyada şahıslara ait tüm odalar haremlik, misafirlerle kullanılan, misafir ağırlanan tüm odalarda selamlıktır. Çünkü haremlik, hanede yaşayan kişilere ait bölümlerdir. Selamlık ise haneden olmayan ama o hanede vakit geçiren kişilere de açık mekânlardır. Bu kelimeler İslami bir yaşam süren insanlara ait kavramlar gibi algılanıyor olsa da esasen herhangi bir dine mensup olsun ya da olmasın konuyu ev üzerinden değerlendirdiğimizde özel alanın ve kamusal alanın birleştiği, ayrıldığı; haremlik ve selamlık tüm dünyada var olan mekânsal bir ayrımdır. Harem herkesin girmesine müsaade edilmeyen mekân anlamına gelir.
SINIR ÇİZMEK
Mahremiyet ve harem kelimelerini birbirleriyle olan bağlantısıyla anlamak doğru olacaktır. Bu kavramlar İslâmi yaşamın kapsadığı kavramlardır fakat isimleri haremlik ve selamlık olarak ayrılmasa da ve mahrem/namahrem kavramları İslâm dini dışında mevcut olmasa da modernizm hayatlarımıza girmeden önceki dönemlerde dünyanın birçok yerinde kullanılıyordu. Örneğin; köşklerde, konaklarda ve benzeri yapılarda evden olmayanı ağırlamak ve konforlu bir mekân sunmak adına kullanılan büyük misafir odaları bulunuyordu. Bu noktada evin mahremiyetinde bulunan kısma haremlik denilmesi kutsallığını da ifade eder. Kâbe’nin Haremullah yani Allah Teâlâ’nın haremi olarak adlandırması ve buraya herkesin girmesinin yasak olması bu kavramın inceliğini bizlere açıklıyor. Haremullah’a herkesin girmesinin yasak olmasının manası bir mahrumiyet manasında değil, kutsal olanı ve onunla ilişkinin sınırını çizmek manasındadır. Kavramlara soyut bir şekilde izahat versek bile genel anlamda her açıklamamızda bir yapıdan bahsettik. Çünkü bir yapı olmadan bireysel ve kamusal alan ayrımını zaten inşa edemeyiz. Tarih boyunca insanoğlunun yaşadığı yapıları düşünürsek farklı inançlar, farklı yaşam biçimleri beraberinde farklı yaşam alanları getirmiştir. Toplumun en küçük birimi denilen ailenin yaşamı da kültürden kültüre farklılaşır.
Tarih boyunca yaşamış ilkel kabilelerde birçok farklı aile yapısı bulunmaktaydı. İnsan yaşadığı mekândan etkilenen bir varlık olduğu için yaşam alanlarının oluşturduğu bütünlük de doğrudan yaşamın fenomonolojisini tetikler. Tam bu noktada şu soruyu sorabilir miyiz? Şehirleşme insanın yaşam fenomonolojisini nasıl etkiledi? Bu sorunun cevabı müstakil başka bir yazı konusu olabilir. Bu yazıda asıl dikkat çekmek istediğim, “Şehirli insanın mahremiyet mevzusuna bakışı yüzyıllar boyunca nasıl bir oluşum göstermiştir?” bahsidir. Şehirli insan medeni insan olmalı şeklinde ortaya çıkan beklentimizi kelimeler suretiyle açıklamak gerekirse medeni, medine kelimesinin Arapça’da ”şehirli” manasına gelen çekimli halidir. Yani konuşurken ”Sümeyye hanım o gün ne kadar da şehirli bir davranış sergiledi.” demiş oluyoruz.
MEDENİ/MEDİNE İNSAN
Medeni kavramı “şehirleşmenin” medeniyet olma hadisesiyle ortaya çıkmıştır. Medeniyet tanım olarak bir ülke veya toplumun düşünce, sanat, bilim, teknoloji, maddi ve manevi varlık ürünlerinin tamamını ifade eder. Yani bugün ortaya çıkan, şehirde yaşam stili insanı bireyselliğe ve betonarme içinde yalnızlaşmaya iterken ilk ”medineleşme” hanelerde insanın mahremini koruyan, kamusal alanlarda meydanı, külliyesi, okulu, çarşısı, alışveriş yerleri ve ruhu bulunan bir ideolojiye sahipti. Medeni insan, kendini medeniyete ait gören insanlardır ve medeni insan kendi özel alanının ve kamusal alanda şahsi sınırlarının farkında olan insandır. Kendi mahremiyetini gözetirken diğer insanların mahremine de saygılı davranır. Bu, bir toplumun medine yapısında yaşamasının ilk ve en temel kurallarındandır. Bu çerçevede mahremiyetin tarihi medeniyet tarihiyle eş zamanlıdır. Şehri meydana getiren tüm ögeleri medeniyetin bir parçası yahut ürünü olarak gördüğümüz zaman, binalar ve insana sağladıkları yaşam alanlarını okumak kolaylaşıyor. Mahremiyet kavramını doğru bağlamda anlamak, pratikte bu kavramı yaşantımızın ekseriyetine nasıl oturttuğumuzu anlamakla ilgili oluyor. Şehirde insan yaşamında gizli kalan ve açığa çıkan konulara ışık tutmak istediğimizde mahremiyet kelimesinin altında yatan büyük bir kavram haritası olduğunu gördük. Medeniyet birçok alanda olduğu gibi mahremiyete de hizmet veren bir kurumdur. Mahremiyetin tarihçesini de doğal olarak bunun medeniyetle olan bağlantısını anlama yolu üzerinden inceleyerek yapmak, bu konuyu incelemenin en sağlıklı yoludur. Mahremiyetimizi korumak medeniyet sahibi olmaktan geçer ve mahremimizle ilgili çizdiğimiz sınırlar yüzyıllar içinde değişikliğe uğramış olsa da onu korumanın yolu mahremiyetimize saygı duruşuna sahip bir yaşam şekli ortaya koymaktan geçmektedir.
Yazar: Zeynep Sultan SINIRLI