Anadolu’nun ilim, irfan ve hikmet iklimine gözlerini açan marifet ile yoğrulup neşvünema bulan yegâne çınarlarından Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi (ö. 1194/1780), Allah Teâlâ ve Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) aşkıyla ânı seyreyleyip ne gelirse haktan bilmiş tevekkül ile rıza göstermiş yüce bir gönül sultanıdır. 18. yüzyılda yetişen en önemli bilim adamı ve mutasavvıflardan olan İbrahim Hakkı Efendi, yaşadığı döneme damgasını vurmuş, bugün dahi eserleri ile insanlığa hizmet eden kıymettar bir âlimdir.
Üstadı İsmail Fakirullah’ın (ö. 1147/1734) türbesine yaptığı “Kalatu’l Üstad” diye adlandırılan muhteşem ışık hadisesiyle tüm dünyada cümle bilim adamlarının hayranlığını kazanmış, eserleri yıllarca tetkik edilmiştir. İbrahim Hakkı Efendi, tasavvuf ve İslâmî ilimlerin yanı sıra tıp, astronomi, riyaziyat, fizik, felsefe, ahlâk, psikoloji ve sosyoloji gibi birçok bilim dalında eğitim almış, zamanın önemli âlimlerinin rahle-i tedrisinden geçmiştir. Aynı zamanda şair olan İbrahim Hakkı Efendi’nin “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” mısraları âşıkların dilinde bir tevekkül sözü, daralan kalplere de bir şifa vesilesi olmuştur.
1703 yılında Erzurum’un Hasankale kasabasında dünyaya gelen İbrahim Hakkı Efendi, âlimlerin bulunduğu bir ailede yetişmiştir. Doğum tarihini Marifetnâme adlı muhteşem eserinde şu mısralar ile dile getirir: “Hicretin tarihi 1115 oldu ol bahar/ Kal’ay-ı ahsende İbrahim Hakkı Efendi doğdu zaar.” Babası Derviş Osman Efendi, aralıklarla otuz yıl kadar süren iyi bir eğitim sürecinden geçmiştir. İbrahim Hakkı Efendi’nin “Hakirullah” diye andığı ve “hilm-ü hayâ madeni” olarak tanıttığı babası Osman Efendi, insan-ı kâmil olma yolunda maddî ve ruhî sıkıntılardan geçmiş, bu yolda İbrahim Hakkı Efendi’ye rehber olmuştur.1 Babasının 1119’da Erzurum’a yerleşmesi, yörenin ileri gelen ilim ve tasavvuf erbabıyla tanışması, 1122’de hac niyetiyle yola çıkmışken Siirt’e yaklaşık 7 km uzaklıkta bulunan Tillo’ya yolunun düşmesi ve bölgenin tanınmış mürşitlerinden İsmail Fakirullah’a intisap ederek buraya yerleşmesi, İbrahim Hakkı Efendi’nin tasavvufî yolculuğunun kader nazarında ilk adımlarını teşkil etmektedir.
İsmail Fakirullah’ın dizinin dibinde madden ve manen felaha kavuşan Osman Efendi, eşinin hakka yürümesinin ardından oğlu İbrahim Hakkı Efendi’yi yanına aldırır.2 Daha 9 yaşında küçük bir çocuk olmasına rağmen İsmail Fakirullah’ı gören İbrahim Hakkı Efendi derin bir muhabbet ve hayranlık besler. Yüreğinde tahassüs ettiği bu muhabbet ve kurbiyeti Marifetnâme’de şu sözler ile anlatır: “Ben dokuz yaşındaydım. İlk bakışta İsmail Fakirullah’ın mübarek yüzü bana pederimden daha yakın geldi. O anda yüzünün cezbesi gönlümü aldı. Aklım, onun güzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı. Gönlümü ona kaptırdım.” İsmail Fakirullah’ın babası için yaptırdığı, günümüze kadar ayakta kalan hücrede yaşamaya başlayan İbrahim Hakkı Efendi, İsmail Fakirullah’ın ilim ve irfanından istifade ederek fennî ilimleri de yanında tahsil etmiştir. 17 yaşına geldiğinde kıymetli pederinin ahirete irtihal etmesi neticesinde derin bir üzüntü duymuştur. Osman Efendi’nin vefatıyla İbrahim Hakkı Efendi yol arkadaşını kaybetmiş, İsmail Fakirullah ise biricik talebesini Hakk’a uğurlamıştır.
BEN O GÜNEŞİ NEYLEYİM!
Hocası Fakirullah’ın işareti üzerine ilim tahsili için Erzurum’a döner. Burada 8 sene eğitim gören İbrahim Hakkı Efendi, Erzurum Müftüsü Hâzık Efendi’den Arapça ve Farsça eğitim alır. Küçük yaşta ilim, irfan öğrenmeye hayli meyyal olan İbrahim Hakkı Efendi kitaplara olan muhabbetini şu sözler ile anlatır: “Bu zamanda en dürüst dost, en uygun meclis arkadaşı, en seçkin yoldaş, yârların en hayırlısı ve sevgililerin en sevgilisi kitaplar olduğu için bunların sohbetlerine meylimi salmışımdır.” İbrahim Hakkı Efendi, şeyhinden uzakta hasretle geçirdiği yılların ardından özlem iyice bastırınca Tillo’ya döner ve ilim tahsiline burada devam eder. Kısa bir süre sonra pederimden daha yakın geldi dediği biricik hocası Fakirullah’ın hastalanması ve ardından vefat etmesinden son derecede müteessif olur. “Yeni yılın ilk güneşi, eğer hocamın başı üzerine düşmezse ben o güneşi neyleyim!” diyerek -şeyhine olan vefa ve ihtiramının bir ifadesi- “kalatu’l üstat” adlı sistemi inşa eder ve yüzyıllar öncesinden bizlere büyük bir kadirşinaslık örneği gösterir. Büyük bir deha eseri olan bu sistem ile ismini dünyaya duyurur.
İbrahim Hakkı Efendi’nin yaşadığı 18. yüzyıl dünyada dengelerin değişmeye başladığı bir dönemdir. Osmanlı Devleti’nde Lale Devri’nin yaşandığı, ilimde ve sanatta büyük bir zenginliğin ve birikimin olduğu, Türkçe’nin de sadeleştiği bir dönemdir. Eğitim, bilim ve kültür anlayışının yeniden şekillendiği, yeni icatların ortaya çıktığı bir zamanda İbrahim Hakkı Efendi kendisini her konuda geliştirmiş, keşif ve icatlarla beraber ardından hayırla yâd edilecek ehemmiyetli eserler vermiştir. O büyük bir bilim adamı ve mutasavvıf olmasının yanı sıra kitlelere tesir eden bir mütefekkir ve şairdir. İbrahim Hakkı Efendi birçok eser kaleme almıştır fakat Marifetnâme hem muhtevası ve hem tertibi itibarıyla eserleri arasında en meşhur olanıdır. Arapça, Farsça ve İngilizceye çevrilen Marifetnâme, bilim dünyasının yıllarca istifade ettiği önemli bir kaynak olmuştur.
İbrahim Hakkı Efendi’nin Marifetnâme’yi yazarken nokta-i isnadı “Kendini bilen, Rabbini bilir.” düsturudur. Bu minvalde marifet-i Mevla’ya ulaşmada ilimden ziyadesiyle istifade etmiş ve oradan muhabbet-i Mevla’ya ulaşmayı hedeflemiştir. İlim ve bilimin birbirinin aksi şeyler olmadığını, bilimi de Allah’ın yarattığını ve bilimin, fizikî âlemi kavramada dolayısıyla Rabbimizi tanımada görevli olduğu bilincini vurgular. Cenab-ı Allah’ın yarattıklarını tanımadan zatını idrak edip tanımamızın mümkün olmadığını söyler. İmam Gazali’nin bir sözüne gönderme yaparak evvela insanın beden ilmini, ardından din ilmini öğrenmesini gerekli görür. Böylece insan yaratılışındaki mahiyeti ve kutsiyeti fark edecek eşref-i mahlûkat sırrına vakıf olacaktır. İnsanın mukaddes bir varlık olduğunu ve diğer yaratılmışlara karşı üstünlüğünü Gülşenî şu mısraları ile dile getirir: “Âlemin maksûdu sensin cânı sen Hayf ola kim olan şâkird-i ten.”3 İbrahim Hakkı Efendi’ye göre en yüksek gaye marifet, marifetin en yüce mertebesi de marifetullah; marifetullahın anahtarı ise kendini bilmek ve kendini bilmenin anahtarı da Rabbini bilmektir. İnsanın nefsini bilmesi Rabbini bilmesinin başlangıcı, Rabbini bilmesi nefsini bilmesinin neticesidir yani insan nefsinin sıfatlarında arif olmadıkça Rabbinin sıfatlarını idrak edemez.4
İbrahim Hakkı Efendi bilimde âdeta bir köprü vazifesi görmektedir. Kendi zamanına kadar yazılmış eserlerin birçoğunu tetkik ederek cem etmiş, o güne kadar öğrendiği bilgileri de katarak oğlu Seyyid Ahmed Naimi için Marifetnâme’yi kaleme almıştır. Eser bir mukaddime, üç ana bölüm ve bir hatimeden oluşur. Marifet[1]nâme ihtiva ettiği mevzular itibarıyla çok kapsamlıdır ve yazıldığı dönemde “ansiklopedi” hükmün[1]de bir kitaptır. Astronomi, matematik, tıp, fizyoloji, psikoloji, sosyoloji, felsefe ve adab-ı muaşeret müellifin eserde zikrettiği mevzulardandır. Marifetnâme’nin konularına baktığımızda bilhassa astronomi (ilm-i felek), tasavvuf ve kıyafetnâme mevzuları şayan-ı dikkattir. Eserin muhtevasının yanında tertibinin muhteşemliği de dikkati celbeden bir husustur. İnsanı önce manevî âlemlerin yaratılışı, cennet ve cehennemin azameti ve vüsatı konusunda düşünmeye sevk eder ardından kâinatı tasavvur etmeye davet eder. Maddî kısımları zikretmesinin ardından ruh ve nefis ile alakalı manevî meselelere, nefsin mertebelerine, tekâmül merhalelerine değinip adab-ı muaşeret ile de taçlandırır. Eseri dikkatle okuyan bir okuyucunun ahlâkını müspet cihette değiştirip geliştiren, adım adım insan-ı kâmil olma usullerini öğreten yol gösterici bir eserdir. Kitap ile birlikte hayata İbrahim Hakkı Efendi’nin tevekkül ve tefekkür penceresinden bakar, insanın zübde-i âlem olduğu sırrına mazhar olursunuz.
1 Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 21, s. 305-311, 2000
2 Mustafa Çağrıcı, a.g.e.
3 “Bu dünyanın yaratılma amacı sensin, canı da sen. Eğer tene çırak olursan yazıktır.”
4 Süleyman Uludağ, İslâm Ansiklopedisi, c. 28, s. 54-56, 2003