Salı, Mart 11, 2025

Kurşun(suz)lu Han

Zeynep Sultan Sınırlı

Paylaş

İstanbul’un en çarpıcı dokuya sahip semtlerinden biri olan Karaköy, şehrin denizle olan çalkantılı ilişkisini çok iyi yansıtıyor. Birçok yerinde tarihi dokulara rastlamak mümkün. Karaköy Tramvay Durağına beş dakika mesafede bulunan Kurşunlu Han da bu antik yapılardan biri. Yapının 1544-1550 tarihleri arasında Saint Michele Kilisesi’nden Kurşunlu Han haline dönüştürüldüğü düşünülmekte. Han’ın bugünkü girişi sokak arasında bulunsa da o dönemde yolcuları, tüccarları, denizcileri sıcak bir tebessüm gibi kıyının yanı başında karşılıyor olduğunu hayal etmek hiç de zor değil.

Karaköy Perşembe Pazarı’nda yer alan Kurşunlu Han, “Rüstem Paşa Kervansarayı” ve “Rüstem Paşa Hanı” olarak da bilinmektedir. Han, ismini ait olduğu vakıftan almaktadır. Kurşunlu Han Rüstem Paşa Vakfı’na ait mülkler içinde sayılmaktadır. Bu vakfa ait mülklerin Mimar Sinan tarafından inşa ediliyor oluşu ile tarihçiler,  yapının Mimar Sinan tarafından dönüştürüldüğü düşünmektedir.

RÜSTEM PAŞA HAN’I

Kapısından girdiğiniz anda küçük bir avlunun sizi karşıladığını zannederek etrafa bakarken öncelikle gözünüze Bizans döneminden kalma bir sütun başı çarpar. Üzerinde basma bir tulumba bulunan bu sütunun bir kuyu olduğunu, önündeki ince mermerde biriken berrak sudan hemen anlarsınız. Önündeki mermer öyle güzel yemyeşil yosun tutmuş vaziyette ki, İstanbul’un binlerce yıllık bir şehir olduğunu bilmeyenler bile mermerdeki ince işçiliğin eski ve büyük bir sanat merkezini temsil ettiğini sezebilir. Avluyu baştanbaşa saran asma ağacı hem ışık huzmeleri oluşturarak ortama sıcaklık katıyor, hem de dikkatimizi hemen üst kata çekiveriyor.

Han’ın üst katı çıkma olarak 19. yüzyılda inşa edilmiş. Kırmızı tuğladan yapılmış at nalı şeklindeki kemerler klasik bir Osmanlı mimarisi hissi verse de Han oldukça mütevazı inşa edilmiş ve çokça eskimiş durumda. Kapıdan girdiğiniz anda ilk katın tamamının torna, hırdavat ve makine yağı satan dükkânlarda dolu olduğunu görüyorsunuz. Avlunun ortasındaki merdivenler sizi üst kata davet ediyor. Merdivenlerin etrafını saran derme çatma bir buçuk kat diyebileceğimiz bir yapı Han’ın işleyişi için önemli bir konumda bulunduğu izlenimi veriyor. Han’ın her yerini gören bir izleme kulesini andırıyor da diyebiliriz.  Bu yapı avluyu aslında ikiye bölen bir şekilde yapılmış. Uzun ince bir dikdörtgen şeklindeki yapının tam ortasından üst kata çıkma imkânı sağlıyor.  Merdivenin basamakları gibi yerleri kaplayan taşlarda her biri ayrı bir dönemden kaldığını üzerlerine bastıkça size hissettiriyorlar.

Ben Han’ı kapanmak üzereyken ziyaret ettim, belki ondan belki de bir dinleyen buldukları için anlattılar bana hikâyelerini bir bir. Mesela bir tanesi hayvanlar için Osmanlı döneminde muhtemelen Mimar Sinan’ın eklediği bir su taşıydı. Fakat restore edilmediği ve düzenli olarak hizmet verdiğinden dolayı hayvanların su içmesi gereken kısım da günümüzde düzleşmiş durumda. Han’ın ilk katı tüm gün yoğun bir şekilde çalışıyor. Torna yapılıyor, makine yağları yükleniyor, diziliyor, sanat atölyeleri işliyor. Bu uzun soluklu koşturmacanın yüzlerce yıldır süregeldiğini düşününce duvarlara sinmiş siyah yağ kalıntıları anlamlı bir hal alıyor. Han’daki esnafların seyyar satıcı arkadaşları birer ikişer el arabalarını getirip Han’daki birkaç dükkâna bırakıyorlar, bir sonraki sabah almak üzere. Böylece Han’ın işlevselliği artıyor gözlerimizin önünde.

HENGÂMELER İÇİNDE BİR YORGUN YAPI

Küçük küçük hırdavat ve torna dükkânlarıyla çevrili ilk katın diğer ev sahipleri de kediler. Han’ın hemen hemen her yerinde aniden ortaya çıkıp sizi şaşırtıyorlar. Sıra ikinci kata geldiğinde buranın 19. yüzyılın ilk yarısında inşa edildiği bilinmekte. Yaklaşık 200 yaşında olan basamaklardan dikkatlice üst kata çıktığımızda ilk kattan farklı olarak sanat atölyelerine rastlıyoruz. Atölyelerin kapıları genelde orman yeşiline boyanmış demir kapılar, bazıları zincirlenmiş ve kapalı durumda. Üst katta çoğunlukla korkulukların hemen önünde karşılıklı duran sandalyeler bulunuyor. İki çay söyleyip biraz lak lak yapmak için hazırda bekleyen 5-6 çift sandalye belli aralıklarla tekrarlanmış durumda. Bu, üst katta oluşan han atmosferinin en belirgin parçalarından biri. Ayrıca hemen her atölyenin önünde yoğurt kovalarına, eski yağ tenekelerine dikilmiş sukulentler ve sardunyalar, ışık huzmeleriyle bir olup ortamı neşelendiriyorlar.

Han’da genel olarak ağır bir koku var. Bu koku denizcilik, matbaacılık, gaz ve ispirtoculuk, ahşap varilcilik, torna ve hırdavatçılık ve sanat atölyeciliği gibi iş yerlerinin yüzlerce yıl üst üste duvarlara sinmiş kokusu.

Karmaşık bir antikacıyı andıran Kurşunlu Han’ın esasen en ilginç özelliği ise artık kurşunlu olmayışı. Ne zaman olduğu tam bilinmemekle birlikte yapıda bulunan kurşunlar çıkartılmış durumda. Yitirdiği ve koruduğu yönleriyle İstanbul’a yaşama sanatını icra eden bir sanatçı edasında bu yorgun bina.

Akşamüstü Han biraz daha gömülüyor sessizliğine. Bizler gibi o da hasretle baş başa kalıyor. Eski gümbürtülü günleri özlemez olur mu hiç. Gündüz tornacılar, hırdavatçılar sanatçıların ziyaretçileri derken öyle böyle gün bitiyor bu kirli duvarlarda ama akşam o eski denizcilerin türküleri, anlatılmak için heyecanla bekleyen yol hikâyeleri artık bu handa duyulmuyor. Martıların çığlık nidaları teselli oluyor mu bilinmez ama kenti okumak isteyen herkesin çokça hikâye bulacağı bir mekân olarak varlığını koruyor Rüstem Paşa Han’ı.

Han’ın bana söyledikleriyle tamamlayayım; Karaköy’e yolu düşen herkesin ziyaretini ve üst kattaki küçük kafede dinlenmesini kesinlikle tavsiye ediyor. Eminim siz de Han’ın kapısından girip asma yapraklarına bakmak için başınızı yukarı kaldırdığınızda buranın yaşayan, nefes alan bir yer olduğunu hissedeceksiniz…

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir