İnsan hayatında onu en çok zorlayan şeylerden biri belirsizliktir. “Ne olacak şimdi?”, “Ne yapacağım?”, “Neden böyle bir şey yaşıyorum?” gibi sorular zihnimizi meşgul eder. En azından sonucu görebilsek, ne yapacağımız söylense de içimiz rahat etse isteriz. Somut bir sebep-sonuç ilişkisi bizi rahatlatır. Ancak hayat içinde anlarız ki en zor ibadet, kalbin ibadeti olan tevekkül ve teslimiyettir.
Allah Teâlâ’ya güvenip, yaşadıklarımızdan razı olma noktasında en güçlü örneklerimizden biri hiç şüphesiz Hâcer annemizdir. Onun hayatı, duydukça hayret ettiğimiz ama her seferinde hayranlık duyduğumuz bir duruşun hikâyesidir.
İbrahim (Aleyhisselam), ilk eşi Sâre (Radıyallahu Anha) ile uzun yıllar çocuk sahibi olamamıştı. Sâre (Radıyallahu Anha), bu duruma üzülerek Mısırlı hizmetçisi Hâcer’i İbrahim’e (Aleyhisselam) eş olarak verdi. Bu evlilikten İsmail (Aleyhisselam) dünyaya geldi. Ancak zamanla Sâre (Radıyallahu Anha) kıskanarak İbrahim’den (Aleyhisselam) Hâcer ve İsmail’i uzaklaştırmasını istedi. İbrahim (Aleyhisselam) kararsız kalınca, Allah Teâlâ onlara Mekke’ye hicret etmelerini emretti.
Kâbe’nin temellerinin bulunduğu, tamamen ıssız, kurak ve yaşam olmayan bir vadiye ulaştıklarında Hâcer annemiz eşine: “Bizi hiçbir ekinin bitmediği bu vadide bırakıp gidecek misin?” diye sordu. Sanki onları ölüme bırakmak gibi bir şeydi ve bilmek istedi. Cevap alamayınca, “Bunu sana Allah mı emretti?” dedi. “Evet” cevabını alınca ise, tüm Müslümanlara örnek olan şu sözleri söyledi: “Madem Allah emrettiyse, O bizi asla zayi etmez!”
VE O KOŞTU…
Evet, yıllar sonra evlat verdiği eşi, onu ve oğlunu ıssız bir çölde bırakıp gitmişti. Ne su vardı, ne erzak, ne de yardım edebilecek bir kimse. Burada kaldık artık, önümüze gelir her şey diye düşünmedi. Bir hikmet var ve Rabbim beni burada görmek istiyor diye düşündü. Erzaklar tükeniyor, bebeği açlıktan ağlıyordu. Bir düşünelim. Allah bize neden bunu yaptı diye düşünmeden ümidini yitirmeden harekete geçti. Safâ ve Merve arasında, belki bir kervan görürüm ümidiyle yedi kez koştu. O Allah Teâlâ’ya güvenmişti ama beklememişti; koşmuştu. “Beni buraya gönderen Rabbim, rızkımı da gönderir.” demişti. Bu gayretin sonunda zemzem suyu ona ulaştı. Adeta Allah, “Ben buradayım, seni görüyorum.” demişti.
O koştu, onun koştuğu yerlerde Allah Teâlâ ümmetine koşmayı emretti. Say ibadeti, hac menâsiki onun koşusunun hatırasıdır. O su ile birlikte Mekke’de hayat başladı. Çorak topraklar can buldu. İbrahim’in (Aleyhisselam) duası kabul oldu, insanlar zemzemin etrafına yerleşti.[1]
Hâcer annemiz, “Hayatım hakkında yalnızca Rabbim hüküm koyabilir.” diyerek yürüdü. Allah Teâlâ’nın her hükmünün adalet olduğunu bilerek yaşadı. Onun sabrı ve gayreti öylesine makbul oldu ki, Allah Teâlâ onun hatırasını ebedîleştirdi. Bugün hac ibadetinde onun adımları tekrar edilir. Say yapılmadan hac tamamlanmaz. Zemzem içilmeden yolculuk bitmez.
Hâcer’in (Radıyallahu Anha) teslimiyeti burada bitmedi. Yıllar sonra İbrahim (Aleyhisselam), İsmail’i Allah Teâlâ için kurban etme emriyle döndüğünde, o yine aynı tevekkülle, “Eğer bu Allah’ın emri ise ben daha ne diyeyim.” diyerek boyun eğdi. Ne bir suçlama, ne bir sitem… Yalnızca Allah’ın muradına razı olan bir yürek. Elbette canı yandı, elbette ağladı; o da bir insandı. Ama bir hakikate kalpten iman etmişti: “Rabbim bana şah damarından daha yakındır, O’nun hükmü en doğrusudur.”
Ve düşünün… Bir kadın olarak İsmail gibi bir evlat doğuruyorsunuz. O evlat bir şehir kuruyor. Bu şehirde Kâbe yükseliyor. Kıyamete kadar milyonlarca Müslüman o şehre yöneliyor, secde ediyor. Ve Allah sizin hikâyenizi Kur’an’a yazıyor. Ve O dinini tamamlamak üzere sizin soyunuzdan bir peygamber nasip ediyor.
Kolay değil… Ama tevekkül edene Allah, her şeyin en güzelini verir.
Hayat da tıpkı çorak bir vadi gibidir bazen. Ne bir su, ne bir ses, ne bir çare görünür. Ama Hâcer (Radıyallahu Anha) gibi yüreğini Allah’a dayayanlar için o vadi bir şehre, o susuzluk zemzeme, o yalnızlık ümmete dönüşür. Çünkü Hâcer’in (Radıyallahu Anha) güvendiği Allah, hâlâ diri ve hâlâ bizimle. Mesele bizim o vadide nasıl durduğumuzdur. Her duruş bir mesaj taşır. Peki, biz Hâcer’in (Radıyallahu Anha) güvendiği Allah’a gerçekten güvenebiliyor muyuz?
“Ey Peygamber! Allah sana ve müminlerden senin izinde bulunanlara yeter.” (Enfal Suresi, 64.)
Bu ayetin güvencesine sığınarak, kalbimizi ve hayatımızı O’na teslim edebilmeyi; kalbin en zor ibadeti olan tevekkülü, Hâcer (Radıyallahu Anha) annemiz gibi yaşayabilmeyi Rabbimiz hepimize nasip etsin.
[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, “Hacer”.
