Cuma, Haziran 13, 2025

Komşumuzun Hikâyesi

Betül Erol
Marmara Üniversitesi-Edebiyat

Paylaş

İşsiz bir baba, aldatılan bir eş, savaşın eşiğindeki halk veya Yaşar Kemal’in anlattığı o yoksul köylü. Bunlar roman kahramanları değil, bizim komşularımız. Bu hikâyeler bizlerin hikâyesi. Ne de olsa yazarlar da bizlerden.

Edebiyat her zaman insanın yaşadıklarını işlemiştir. İnsanın var ettiği bir sanatın, çevresindekilerden tamamen bağımsız olması imkânsıza yakındır ne de olsa. Gündem yazarı, şairi öyle etkiler ki bazen bir akımı da böyle doğurur, realizm, naturalizm, varoluşçuluk gibi.

Edebiyat, topluma ayna olurken farklı yöntemlerle yapar bunu. Kimi yazar gerçekçi bir şekilde nesnel dille yazar ki okuyucu toplumun yaşadığı sıkıntıları olduğu gibi görsün, anlasın. Kimi de eleştirme amacıyla kaleme alır yaşananları, hicvederek veya dramatik olaylarla okuyucunun vicdanına seslenir. Bir diğer yöntem de karakterler üzerinden anlatmaktır, bir kesimi temsil eden karakter aracılığıyla bütün bir sistem eleştirilir. Dolaylı anlatımı kullanan yazarlar da vardır, semboller ile istenen mesaj verilir.

Toplumsal kaygı, edebiyatçının görmezden gelemeyeceği gerçeklerdir. Bazen yazılanların arka planında görülürken, bazen de gösterilmek istenenin ta kendisidir. Gerçeklerin kendisiyle can acıtmak ister eser sahibi. Tıpkı yazarın dediği gibi:

Satır bayım, fena halde kesici bir alettir.”

Bazı eserlerde toplumsal kaygı daha ön planda tutulur. Özellikle realizm akımı etkisinde yazılan bazı romanlar doğrudan bu tema için yazılmıştır. Orhan Kemal’de para kazanmak için köyden şehre göç eden gençler ve Namık Kemal’in İntibah’ta ahlaki yozlaşmayı anlatması, Kemal Tahir’in İstanbul’un işgali ve Kurtuluş Savaşı yıllarından bahsedişi bu şekildedir.

Bizim memleket ıstıraba katlanmasını iyi beceriyor da ona karşı gelmesini bilmiyor.”

Bazı romanlarda ise toplumun hâli açıkça anlatılmaz da, arka planda kendini belli eder. Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ında Batı özentiliği olayların arka tarafındadır. Reşat Nuri, Çalıkuşu’nda Feride’nin öğretmenlik macerasını anlatırken taşra-şehir ve kadın-erkek farkını kolayca anlamamızı sağlamıştır. İçimizdeki Şeytan’da Sabahattin Ali eleştirel dili diyaloglarda kullanmış, bireyin toplumla çatışması yine arka plana yerleştirilmiştir.

Daha iyi, daha aydınlık bir yere varılacağına inanılmadan nasıl olur da bu yol yürünür?”

Modern Edebiyat’ta ise Latife Tekin şehirleşmeyi ve kadınların ezilmesini, Ayfer Tunç politik travmaları, Alper Canıgüz absürt kurgunun ardındaki sistem eleştirisini; postmodern akıma uygun şekilde detaylarda göstermiştir.

Belki de, hayatın kontrolsüz bir düşüş olduğunu kabul edip ona mutlu bir son aramak yerine, iyi bir hikâye olmasına gayret etmeliyim.”

Toplum düşüncesi yalnızca roman türünde görünüyor değildir, şiir ve tiyatrolarda da bu tarz temalar işlenmiştir.

İlk bakışta toplumsal sorunlara hiç değinmiyor görünen Divan Edebiyatı’nda bile örnekleri boldur. Bağdatlı Ruhî’nin meşhur Terkib-i Bend’i sosyolojik tespitlerde bulunarak yöneticilerin halka ilgisizliklerini dile getirir. Nabi toplumsal ahlak hakkında yazarken Hikemî (öğretici) tarzı başlatır. Fuzulî’nin aşk şiirleri ünlü olsa da Şikayetnâme ile bürokrasinin adaletsizliğini eleştirmiştir.

Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar.”

Şiirdeki sosyolojik tespit ve endişeler modern şiirde daha serbest şekilde yer bulmuştur. Özellikle toplumcu gerçekçi şairlerin eserlerinde halkçılık ve işçi kavramı yoğundur. Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat ve A. Kadir bu şairler arasındadır.

Nerde yalan dolan gördüysem kızardım.

Yiğit yüreklere, dedim, canım armağan.”

Tiyatro yazarları da toplumu kanlı canlı ortaya koyar. Shakespeare ile başlayan toplum eleştirisi, Bergerac’la, Arthur Miller’la devam etmiş; Namık Kemal’le yurdumuza ulaşmıştır. Vatan can çekişirken halkı ayağa kaldırmak isteyen Namık Kemal, Vatan Yahut Silistre’yi kaleme almıştır.

Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır.”

Keşanlı Ali Destanı’nda halkın yozlaşmış değerleri eleştirilirken, Reşat Nuri de Tanrıdağı Ziyafeti’nde Anadolu’daki cehaleti anlatır. Güngör Dilmen birçok eserinde toplumu keskin mizahıyla eleştirir; Canlı Maymun Lokantası’nda sömürgeci Batı zihniyetinin hiçbir engel veya maneviyat tanımadığını, kapitalizmin vahşiliğini anlatır.

 “Kişiliksiz bir çağın ortak beyni bu. Yeter, yeter!”

Refik Erduran’ın Yemenimin Uçları’nda emekli Zehra öğretmenin kültür erozyonu ile baş etmeye çalışması anlatılırken Güngör Dilmen’in Kurban adlı tiyatrosunda da erkek egemen dünyaya başkaldıran bir kadının mücadelesine odaklanır.

Bin yıldır Anadolu kadınının sustuğu çığlık belki senin yüreğinden fışkırır.”

Her dönem ve her toplum, kendi karanlığıyla yüzleşmek için yeni cümlelere ihtiyaç duyar. Bu cümleler, bazen bir şiirde, bazen bir romanda, bazen de bir sahnede yankılanır. Duymayı bilenler için edebiyat hâlâ konuşmaktadır.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir