Soylu kabul edilen ailelerde doğmayı toplumsal açıdan üstünlük nişanı kabul eden uygarlıklar, soy tespitine önem vermişlerdir. İran, Hint, Türk ve Arap uygarlıkları da soyun tespitine önem veren milletlerdendir. Arapçada soy bilim, ensab olarak adlandırılır. Neseb (soy) kelimesinin çoğulu olan ensab, “nesep şecerelerinin muhafaza edilmesi” şeklinde tanımlanır.1 Şecere kelimesi de ensab kelimesi gibi Arapça kökenli olup “dalları birbirine karışmış ağaç” anlamına gelmektedir. Temelde soyağacı olan şecereler, basit bir isim listesinden öte adı yazılan kişilere dair tarihî bilgileri içeren vesikalardır.
ASABİYYET
İnsanların toplum içindeki sosyal statüsünü belli eden soy kavramı geliştirilip bir ilişki hâline getirilmiştir. Bu sosyal ilişki, bilim adamlarınca kavramlaştırılmıştır. Sosyolojinin kurucusu İbni Haldun tarafından ortaya atılan asabiyyet kavramı, “aynı soydan gelenlerin veya bir başka sebeple aralarında yakınlık bulunanların muhaliflere karşı birlikte hareket etmelerini sağlayan dayanışma duygusu” şeklinde tanımlanır.2 Asabiyyetin gücünü görmek için İslâm öncesi Arap toplumuna, cahiliye devrine bakmak faydalı olacaktır. Cahiliye devrinde tek bir Arap devletinin Arap olmayan bir devlete karşı verdiği savaştan ziyade farklı soya mensup Arap kabilelerinin savaşları göze çarpar. Ortak bir atayı paylaşan kabileler içlerinden birine bir zarar verildiğinde yekvücut olarak harekete geçtikleri gibi içlerinden biri suç işlediğinde de adaleti hiçe sayarak o akrabalarını müdafaa ettikleri görülmektedir.
Küçük devletler gibi hareket eden Arap kabileleri ortak ataya sahip kişilerden oluşmuştur. Kabileler mensuplarını tanımlamak için ensab ilmine sahip bilginlere başvurmuşlardır. Ensab ilmi özünü sözlü kültürden alır. Dilden dile aktarılan bu kültürün en önemli ögesi şiirlerdir. Şiirlerde kabilenin zaferleri, kahramanları övülürken düşmanları yerilmiştir. Bu yüzden ensab âlimleri Arap şiirleriyle yakından alakadar olmuşlardır.
İSLÂMİYET
Cahiliye devrinde sözlü kültür üzerinden tespit edilen soy bilgileri, İslâmiyet’in nüzulünden sonra (8. yy) kitaplaştırılmıştır. Fakat cahiliye devrinin ensab bilgisinin öğrenilmesini, soy sopla iftihar edilmesini teşvik eden bir asabiyyet şekli İslâmiyet tarafından yasaklanmıştır.
Bu hususta Allah Teâlâ, Hucurat Suresi 13. ayette şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.”
Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Veda Hutbesi’nde “Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üs[1]tünlüğü yoktur.” buyurması ise cahiliye devrinin nesebe/nesebin kuvvetine göre adam kayırma anlayışını kökünden kurutmaya yönelik bir ifadedir.
Kur’an-ı Kerim ve hadislerle pekiştirilen bu tutumun ensab ilmini tamamen yasakladığı düşünülmemelidir. Her Müslüman yerine getirilmesi vacip, terki günah olan sıla-i rahim3 için gereken nesep bilgisini öğrenmekle vazifelidir.4 Evlenecek kişilerin soyunun bilinmesi de hem denklik açısından hem de akrabalık derecelerinin evlenmeye müsait olduğunun tespiti açısından anlamlıdır. Bunların yanı sıra miras paylaşımında, bir vakfiyeden yararlanabilecek akrabaların tespitinde, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) soyundan gelenlerin belirlenmesinde de soy bilgisine ihtiyaç vardır.
Devlet ölçeğinde bakıldığında ise Ömer’in de (Radiyallahu Anh) ensab ilmin[1]den faydalandığı görülmektedir. Ömer (Radiyallahu Anh) fethedilen beldelere bedevileri yerleştirirken akraba kabilelerin yakın oturmalarını sağlamıştır. Asker maaşlarının tespitinde de Müslüman olmanın yanı sıra askerî üs olarak kullanılan şehirlerde meskûn bulunan kabilelerden birine mensup olunmasını dikkate almıştır.
Ensab ilmi İslâmiyet’ten sonra yasaklanmadığı gibi sistematikleştirilmiş, sözlü kültürden yazılı kültüre aktarılmıştır. En mühim ensab âlimlerinden olan İbnu’l Kelbî de eserlerini 8.-9. yüzyıllarda vermiştir ve ensaba dair eserlerinin adedi 150 civarındadır. Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabilesi olan Kureyş’in ensabına dair zamanımıza ulaşan en eski kitap 810 senesine aittir.
NAKİBU’L EŞRAF
Nakibu’l Eşraf, seyyid ve şeriflerle ilgili işlere bakan yetkilidir. Seyyid ve şerifler Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) soyundan gelen kişilerdir. Bu kişilerden Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında yaşayanların zekât alması caiz olmadığı için İslâm devletinin erken dönemlerinde seyyidlerin ve şeriflerin tespiti yapılmış, ganimetlerden pay dağıtırken de bu nesep ilişkisine dikkat edilmiştir.
Ensab ilmi bu kişilerin tespitinde kilit rol oynamıştır. Bu hususta bir memuriyet oluşturan ilk devlet ise Abbasi Devleti’dir. Abbasiler, hem Abbas’ın (Radiyallahu Anh) hem de Fatıma (Radiyallahu Anha) ile Ali’nin (Radiyallahu Anh) soyundan gelenleri takip etmişlerdir. Abbasilerden sonra gelen Fatımî, Eyyubî, İlhanlı ve Memlukler ise takip ettikleri şecereyi daraltmış yalnızca seyyidler6 ve şerifleri7 takip etmişlerdir.
TÜRK TOPLUMUNDA ŞECERECİLİK
Türk kültüründe “ensab” kelimesi yerine “şecerecilik” kelimesi ön plana çıkmaktadır. Şecerecilik, sözlü kültürün parçasıdır. Tıpkı Arap kültüründe şiirlerin nesep hakkında bilgi vermesi gibi Türk kültüründe de destanlar ve efsanelerden benzer bilgilere ulaşılabilmektedir. Göktürk Yazıtları (732-35) Türklerde şecereciliğin ilk yazılı örneklerindendir. Bu alanda yazılmış eserlere örnek olarak “Şecere-i Terâkime” (1659) ve “Şecere-i Türki” (1663) verilebilir. Kitapların yazarı Özbek Hanı Ebulgazi Bahadır Han’dır. “Şecere-i Terâkime”de sade bir Türkçe kullanmış, Oğuz Türklerinin tarihini ve destanlarını anlatmıştır. “Şecere-i Türki”de ise daha özel olarak Şiban Özbek hanlarının tarihini ve hanların neseplerini konu almıştır.
Abbasilerden itibaren Müslüman devletlerde görülen Nakibu’l Eşraflar; Memluk, Anadolu Selçuklu, Osmanlı İmparatorluğu gibi Müslüman-Türk devletlerinde rastlanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan Nakibu’l Eşrafların tuttuğu Şecere-i Tayyibe defterlerine günümüzde de ulaşmak mümkündür. Bir toplumun, bireyin, Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) soyundan gelenlerin ve meslek gruplarının secerelerinin yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nda at gibi kıymetli hayvanların dahi şecereleri tutulmuştur. Ahi şecerenameleri bir meslek veya sanat koluna mensup olan ahinin diploması yerine geçmiştir.
AİDİYET
İslâm’ın ensab ilmi hususunda yasakladığı unsurun kibir ve soy bağından yola çıkarak adalete muhalif hareket etmek olduğunu iddia edebiliriz.
Bedevilerin ve konar-göçer Türklerin kökenlerini sözlü olarak nesilden nesile aktarmaları bir topluluğun soyunu, tarihini bilmesinin keyfiyetten ziyade toplumun bir arada kalması için ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir. İslâm bireyler ve toplumlar arası aidiyet ihtiyacını karşılayan şecereciliğin bilinmesine karşı çıkmamıştır. Aksine Sıla-i rahim gibi Müslümanlar arası bağı kuvvetlendiren hususlarda ensab ilmini teşvik etmiştir.
Günümüzde dahi bilinen Oğuz Kaan Destanı, Ergenekon Destanı gibi Türk destanları Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan yüzlerce yıllık bir tarihi taşımaktadır. Bu durumu Türkiye’nin kendisini Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan gibi nice Türk devletiyle kardeş olarak tanımlamasını ve devletlerarası kolektif bir bilinç oluşmasını sağlamaktadır.
1 Mustafa Fayda, “Ensâb”, TDV İslâm Ansiklopedisi
2 Mustafa Çağrıcı, “Asabiyet” TDV İslâm Ansiklopedisi
3 Akrabalık bağlarını yaşatmayı, akrabaların birbirini ziyaret etmesini ve iyi ilişkiler kurmasını ifade eden ahlâk terimi
4 Hadis-i Şerif, Müsned, 2, 374
5 Halifelik Dönemi: 634-644
6 Hasan’ın (Radiyallahu Anh) soyundan gelenler 7 Hüseyin’in (Radiyallahu Anh) soyundan gelenler