“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sâdâ imiş.”
Bâkî, bu dizeleriyle insanı zamana seslenen bir varlık olarak tanımlar. Peygamber Dâvûd’un (Aleyhisselam) sesindeki güzellik ve tesirin, kelamın ne denli derinlikli bir güç taşıdığını hatırlatır. Rivayete göre Dâvûd’un (Aleyhisselam) sesi o denli latifti ki, dağlar ve kuşlar onunla birlikte tespih ederdi. Bâkî bu sesi örnek göstererek adeta şöyle der: “Konuşacaksan Dâvûd gibi konuş. Sesin yankı bulsun, iz bıraksın.”
Bu şiirsel çağrıya Hz. Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sözü eşlik eder:
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin ya da sussun.”[1]
Bu hadis yalnızca bir dini öğüt değil; aynı zamanda sözün sorumluluğuna dair ince bir uyarıdır. İnsan, hayır söylemiyorsa sükûtu tercih etmelidir; çünkü söz, yalnızca ağızdan çıkan ses değil, kalbin ve zihnin aynasıdır.
Söz, manalı hâliyle kâinatta kaybolmayan bir enerjidir. Söylendiği anda etkisini başlatır; ya onarır ya da yıkar. Bu yüzden halk dilinde şu deyimlere sıkça rastlanır:
- “İyi söyle, iyi olsun.”
- “Kötüyü çağırma.”
- “Ağzından yel alsın.”
Bu ifadeler, toplumun söz konusundaki derin bilincini ve kelama yüklediği ahlaki sorumluluğu gösterir. Kötü söz, insanın iç dengesini bozar; güzel söz ise ruhu onarır. Çünkü söz, ruhu okşayan bir el gibidir. Hepimiz içimizi hafifletecek iki güzel kelimeye muhtacız. Bir cümleyle umut bulabilir, bir kelimeyle yıkılabiliriz. Şiir, işte bu ihtiyacın zarif bir neticesidir. İnsan, içindeki derinliği, duygularını ve düşüncelerini en latif biçimde ifade etme ihtiyacı hissettiğinde, şiir doğar. Arapçada “şiir” kelimesiyle “şuur” yani ince sezgi aynı kökten gelir. Bu da bize gösterir ki şiir yalnızca bir estetik değil, aynı zamanda bir fark ediştir, hissediştir. Ve güzel söz, söylenen kişiye değerli olduğunu hissettirir. Söz latifse, kalbi latifleştirir. Kimi zaman bir kelime, bir ömre denk gelir. Bu yüzden söz, insanın fıtratına en yakın araçtır. Onu güzelleştiren her kelime, insanı da güzelleştirir. Çünkü fıtrat, güzelliği tanır; güzel söze kulak verir. Belki de bu yüzden Kur’an da şöyle emreder:
“Rabbi’nin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır…”[2]
Fıtratın yankısı, güzel sözün tesiridir. İnsan sesiyle var olur, sözüyle tanınır. Geride bıraktığı en kalıcı iz, serveti ya da ünvanı değil; bıraktığı güzel sözdür. Bâkî’nin dediği gibi, “bu kubbede kalan hoş bir sadâ”dır. Güzel söz; bir dua, bir tebessüm, bir umut tohumu olabilir. Ve insan, işte bu zarif izlerle hatırlanır. Çünkü fıtrat, güzeli unutmaz.
Güzel kelam, sadece dilin değil, kalbin terbiyesidir. Onunla ruh derinleşir, bağlar kurulur, iyilik çoğalır. Bu sebeple konuşurken sadece ses çıkarmak değil, anlam inşa etmek gerekir. Her sözümüz bir iz bırakır; ya kalbe ferahlık verir ya da gölge düşürür. O hâlde konuşurken Dâvûd gibi salalım sesimizi; kalıcı olanın, güzel bir sadâ olduğunu unutmadan.
[1] Buhârî, Edeb 31; Müslim, Îmân 74
[2] Nahl, 16/125