Ayak parmaklarına kadar işleyen titremeler, soğuk ve yalnız, sert rüzgârın azarladığı bir çocuk gibi… Sevdiklerinle bembeyaz sokaklarda huzur içinde dolaşmak ve kırmızı burunların komikliği… Akşam ezanı okunurken çaresizce yakacak bir şeyler arama çabası…
İşte karşınızda kışın karmaşık his dünyası.
Kış; dört mevsimden biri olmaktan çıkar bazen, özellikle de edebiyatta. Kışı diğer mevsimlerden ayıran en temel fark budur, herkes için farklı bir duygudur kış. Sonbahar gibi hüznü ve bitişi çağrıştırmaz her zaman ya da yaz gibi canlı renkleri getirmez. Elbette bir de şairseniz bambaşka şeyler görmüşsünüzdür kışta.
Türk şiirinde mevsimler çeşitli şekillerde yer almıştır: Bazen metafor olarak, bazen manzaralarda, bazen de bireyin iç dünyasını aktarırken. Dönemlere bağlı olarak açığa çıkan bu kullanımları birlikte inceleyeceğiz.
İlk olarak Osmanlı’daki kış şiirlerine bakalım. Divan edebiyatında kış şiirleri daha çok “şitâiyye” türüyle verilmektedir.
Arapça “şitâ (kış)” kelimesinden türetilen şitâiyye, “kışla ilgili” anlamına gelir. Kış temasının çevresinde birçok manzara çizilir.
Örneğin Cinânî, kış ve yazı birbirine düşman iki hükümdar olarak hayal eder; kış şahı gökyüzüne askerlerini salınca doğunun hükümdarı güneş, bu korkuyla görünmez olur:
Sipihre şâh-ı şitâ arz idüp leşker
Görinmez oldu bu havf ile Hüsrev-i hâver
Mesihî ise güneşin saklandığı bu manzarayı şöyle hayal eder: Bulut pamuk, güneş de pamuklara sarılmış ayvadır. Felek de omzuna bulutlardan post vurunmuş bir ihtiyardır.
Mihr ayvasını kat kat penbeye sardı sehâb
Postın urundı eginine bulutdan çarh-ı pîr
Bâkî de kendi yaşadığı zengin dünyadan olsa gerek, yağan karı yeryüzüne bedava dökülen akçelere benzetir, bu akçelerle ovaların eteği, dağların cepleri dolar.
Zemîne bâd-ı hevâdan çok akçe düştü yine
Pür itti dâmen-i sahrâyı toldı ceyb-i cibâl
Derken Tanzimat ile birlikte devlet, toplum ve birey değişir, kaçınılmaz olarak şiir de. “Elhân-ı Şitâ” bu değişimin vurgusudur. Sembolistler tabiatın ruhunu duymaya ve aktarmaya çalışır ve Cenap Şahabettin kar yağarken gördüğü manzaranın tasvirini yaparken, Türk şiirinde bir ilki başarır. Şiirin adı günümüz Türkçesiyle Kış Musikisi’dir:
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş
Eşini gaib eyleyen bir kuş
Gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar
Gökten düşen kar tanelerini kuşa benzeten şair, devamında kar müziğinden kastının aslında o beyaz sessizlik olduğunu belli eder. Kar yağışını hem görmemizi hem de duymamızı sağlar.
Böylece şiirimizde şitâiyyelerden bu yana olan dönüşümü başlatır Şahabettin. Kışa dair hislerini, kış manzarasını anlatırken sunar bize.
Modern Türk şiirinde iki farklı koldan ilerlemiştir kış şiirleri: Bir yanda toplumu zora sokan koşullar, bir yanda kışın hissettirdikleri anlatılır.
Yine kış,
Yine şems-i mesâda âh o bakış
Yine yollarda serseri dolaşan
âşiyansız tuyûr-ı pür-nâliş
Ahmet Haşim sembolist bir bakış açısıyla yazar. Yine kış, yine o akşam güneşi, ah o bakış, yollarda serseri dolaşan yuvasız kuşlar, yuvasız soğuktan inleyen bir halde. Kış insanlığın aşamadığı bir durumdur ve şair yuvasızlıkla soğuktan inlemeyi bağdaştırmış, kıştaki yalnızlık hissini açığa çıkarmıştır.
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu
…
Zihnim bu şehirden bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plakta
Yahya Kemal, Kar Musikileri’nde “evdeki kış”ın tadını çıkarmakta ancak karın onda yarattığı hüzünden de kaçamamaktadır.
Ayışığı renginde kar
Keçe çizmelerim ağır
İçimde çalınan ıslık
Beni nereye çağırır?
Ahmed Arif ile kırsaldaki kışa şahit oluruz. Toplumcu şiirin etkileri hissedilir, kışın bireye etkisini his boyutundan çok, zorlu koşullar bakımından anlatmak ister.
Kardır yağan üstümüze geceden
Yağmurlu, karanlık bir geceden
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze inceden
Ahmet Muhip Dıranas’ın “Kar” şiirinde yalnızlığı ve ölümü çağrıştırır kar.
Kar var yaşadığımız günlerde
Umutsuzluk çevremizi kuşattı
Kıtlık kıran gündemde
Metin Altıok kış deyince kıtlığı, yoksunlukları görür. Umutsuzluğu ve çaresizliği dile dökmek için “kar var” der, “kar var” deyimiyle bu memleketteki herkesin bu yokları anlayacağını düşünür.
Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağını anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın
Sezai Karakoç “Mona Rosa” şiirinin devamını getirir Kar Şiiri’nde ve sevdiğine seslenir. Karakoç tabiata bakarken, kendi ruhunu aramaktadır tabiatta.
Kış şiirleri burada hepsini ele alamayacağımız kadar çok olsa da kışın şiirdeki yerinin değişmesi toplumsal koşullara bağlı olarak gözlemlenir. Şairler sanatsal bakış açılarını kâğıda aktarırken, hayatın gerçeklerinden de kaçamamaktadırlar.
Sevgilim,
değişti mevsim
çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
Ve karın altında mağrur hamarat
sürüp gidiyor hayat…
(Nazım Hikmet)