Cumartesi, Mayıs 17, 2025

Kibrit

Hatice Hilal Gülenay

Paylaş

Gel benimle sevgili okur, bir yolculuğa çıkıyoruz şimdi. Ne yapıp ne ettiğimi göstereyim sana erzakım olan bu aşkla. Bak, önce ruhumu açıyorum. Havadan ve karadan gelen her manayı tutup kucaklıyorum zihnimle ve ulaşabilirse eğer kalbimle.

“Gel, ey hayata çok müştak ve ömre çok talip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emellerle ve elemlerle müptela bedbaht nefsim! Uyan, aklını başına al! Nasıl ki yıldızböceği kendi ışıkcığına itimat eder, gecenin hadsiz zulümatında kalır. Bal arısı kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur; bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder. Öyle de kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan, yıldızböceği gibi olursun. Eğer sen fani vücudunu, o vücudu sana veren Hâlık’ın yolunda feda etsen, bal arısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücut bulursun.”1

“Hem O’nun mülküdür hem O vermiştir. Öyle ise minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et, ta beka bulsun. Çünkü nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise o vardır. Yok, yok olsa var olur.”2

Ben geldim sevgili okur. Az gittim, uz gittim. Dere tepe düz gittim. Aştım yolları bir bir, hatırını sormaya geldim. Sahi kimim ben? Nasıl tanıtsam, neyi anlatsam ki sana şimdi. Ben bir ev hanımı, bir iş adamıyım. Ben bir evlat, bir anneyim. Ben bir talebe, bir muallimim. Ben kimim biliyor musun sevgili okur? Ben kimsem ve neredeysem yine “Müslümanım.”

Öyle “Müslüman” deyip geçme yahu! Kimliğimde dinim için ayrılmış bölüme “İslâm” yazılmasını kastetmiyorum. Hakikaten kimliğimin “İslâm” olduğunu söylüyorum sana. Öyle ki tüm varlığım bir nişandır dinime. Vücudum ve vukufum ayettir başlı başına. Kâinatın sultanı, zeminin halifesiyim ben. Ben senim sevgili okur, ta kendisiyim.

“Benim ol aşk bahrisi, denizler hayran bana,

Derya benim katremdir, zerreler umman bana.

Kaf Dağı zerrem değil, ay ve güneş bana kul,

Aslım Hak’tır şek değil, mürşittir Kur’an bana.

Çün dosta gider yolum, ezel mülküdür ilim,

Hak’tan söyler bu dilim ne kul ne sultan bana.”3

En parlağından amacım ve bir çabam var… Başka başka değişse de bazen güzergahım, hep aynı visali arzularım. Yollarım O’na çıksın daima. Topladığım çiçekler, sevdiğim güzellikler O’dur aslında biliyorum. O’nun sevgisiyle çırpınıyor içim meğerse. Ağladığım da muhabbetinden, güldüğüm de. Koştuğum, düştüğüm, vazgeçtiğim, çalıştığım hep O’nun için olsun istiyorum.

Çektiğim her sıkıntı o zaman gül bahçesine döner. Zaman sümbüllenir, geçip giden her özlediğim fani, varlığa tohumlarını bırakır gitmeden önce. Yarım kalan sevinçlerim tamamlanmaya durur. Dualarım en yüksek mercii bulur. Kıymetim bir noktadan ibaretken şu koca kâinatta, yükselir âlem olur. Bir mutlak güzelliğe yönelirsem, ki O’dur, güzelleşir hâlim ve hayalim. O’nu bilmekle bilirim ancak kendimi, mürekkebin cahilliğinden kurtulup… Kalbim O’nu bulmakla hep aradığı tınıya kavuşur, ruhuma sükûnet iner. O’nun marziyatına yönelsem bir adım, kâmile çıkar adım.

Ben böyle hüviyetimin niyetimle var olduğunun idrakine varırken bir şairin dizeleri kulağıma çalınıyor. Benden bahsediyor, gayemden bahsediyor.

“Canlı bir kitapsın, yazarı Mevlâ Açık dur, kitaplar seni okusun.

Yüzünde şavklansın nazarı Mevlâ

Eğilsin mehtaplar seni okusun.

Nefret boşta kalsın, aşk ile dol da Işık, kılavuz ol gittiğin yolda

Kur’an’dan feyz alan bir mektup ol da

Yazdığın kitaplar seni okusun.”4

“Ne yapsam Ya Rabb! Hangi istidadımı yoluna sarf etsem? Ne yapsam da Seni memnun etsem?”

İçimde bir şeyler kıpırdanıyor şimdi. O’nun tecellisi vuruyor gönlüme. Hem aşk dolmuş buraya hem nice arzu ve emel. Gaflet perdesini itebilirsem eğer yürüyebilirim elimdekilerle yolunda. Niyet ettim, Bismillah. İçimdekileri dökebilirim yoluna.

Gel benimle sevgili okur, bir yolculuğa çıkıyoruz şimdi. Ne yapıp ne ettiğimi göstereyim sana erzakım olan bu aşkla. Bak, önce ruhumu açıyorum. Havadan ve karadan gelen her manayı tutup kucaklıyorum zihnimle ve ulaşabilirse eğer kalbimle. Onları süzüyorum, yoğuruyorum ve kelimeler buluyorum benliğimdeki hummalı çalışmanın karmaşası arasında. Doğru müdahalede bulunabilirsem eğer kelimelerim cümleler olacak. Meramımı da anlatamıyorum ki… Sırtlarında dertten ağırlıklar, haylaz çocuklar misali dönüp duran kelimelerim fırtına oluyorlar, sel oluyorlar. Dışarıya taşamamışlarsa hâlâ, içimde geçeceğini bildiğim yaralar açmakla yetiniyorlar. Hâlbuki onların görevleri başka insanların yaralarını anlatmak, kimisinin yarasını kurcalamak, kimisinin yarasını sarmaktı. İçimde sıcak memleketlere ulaşamamış göçmen kuşların burukluğunu yaşıyorum. Ben aşk kokulu cümleler arzularken elimde bir burukluk kalıyor geriye. O halde bu burukluğu bırakamam, bırakmamalıyım.

Eğer onu sıkıca tutarsam ve yeterince sararsam ısınıyor. Isınıyor ve bir fitili ateşleyebilecek dereceye yükselemese bile karanlıkta birkaç saniye kurtarabilecek bir kibriti yakabiliyor. Ben bu kibritin doğru ellere ulaşmasını diliyorum. Fitili ateşleyebilecek olan ellere. Yanmış olanı söndüren, sönmüş olanı yakan bir ışık olsun istiyorum. Yüreğimden böyle geçiyor. Duamda böyle fısıldıyorum. O dua ki değil kibrit değil fitil. Eğer olursa bir yangın ve bir yağmur. Bir tufan ve bir heyelan. Bir tüfek değil bir ordu.

Bu dua yuvarlandıkça karşılaştığı her umudu, her emeği toplasa da çığ olmaya namzet bir kartopu olsa. Başka duaları katsa ardına. Birimiz kalem, birimiz kâğıt olsa. Birimiz koşsa, birimiz yolu açsa. Nice yokuşlar düzlük olur, birbirinin sesini işitmekle. Özgür olmak mı? Başkalarının özgürlüğüne koşabilmekte. Yükselsek ve yükselmesi gerekenleri de kendimizle birlikte yükseltsek. Başta sesimizi. Sonra ahvalimizi.

Bir kalem alıyorum şimdi ve bir dua fısıldıyorum.

Bir kibrit yakıyorum şimdi. Gerisini siz düşünün.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir