Ebû Hâmid Muhammed el-Gazzâli (1058-1111), İslâm düşünce tarihinin en önemli isimlerinden biridir. İran’ın Tus şehrinde dünyaya gelen Gazzâli (Rahmetullahi Aleyh), genç yaşta pek çok farklı ilim merkezinde İslâmî ilimler eğitimi almış ve özellikle fıkıh, kelam ve felsefe alanlarında derin bilgi sahibi olmuştur. Yaşadığı dönemde zekâsı ve ilmiyle adından söz ettiren Gazzâli, Nizamiye Medreseleri’nin baş müderrisliğini yaparken, yaşadığı buhran nedeniyle tasavvufa yönelmiş ve kendisine tevdi edilen makamlardan uzaklaşarak nefsini terbiye etmeye karar vermiştir. Gazzâli, hem ilk dönemlerinde hem de inzivaya çekildikten sonraki dönemde İslâm düşünce dünyasını derinden etkilemiştir. Ayrıca Batı dünyası da Gazzâli’nin felsefe ve ilahiyat alanındaki eleştirilerinden etkilenmiştir.
Gazzâli’nin düşünce dünyamıza kazandırdığı en önemli eserlerinden biri, şüphesiz İhyâ-u Ulûmi’d-dîn adlı eseridir. Bu hacimli eser, bir Müslümanın dünya hayatında ihtiyaç duyduğu yol göstericiliği, ibadet, ahlâk ve tasavvuf bağlamında ele alarak Müslüman bireylerin manevi gelişimini hedeflemiştir. Kendini Aldatan İnsan (Muhammed Yazıcı (Çev.), Kendini Aldatan İnsan (İstanbul: Ketebe Yayınları, 2019) eseri, esasen İhyâ’nın bir bölümüyken, daha sonra Gazzâli tarafından el-Keşf ve’t-Tebyîn fî Ğurûri’l-Halki Ecmaîn adıyla ayrı bir eser olarak ortaya konmuştur. Muhammed Yazıcı tarafından dilimize kazandırılan bu eser, Gazzâli’nin özellikle yaşadığı döneme ve sonrasındaki tüm zamanlara bir uyarısı olarak değerlendirilebilir.
KAÇIŞI OLMAYAN BELA
Gazzâli, Kendini Aldatan İnsan adlı eserinde, aslında her grubun, aşağıdan yukarıya doğru bir aldanma içinde olduğunu ifade eder. İnsan, Kur’an-ı Kerim’de kendisine verilen “ğarur” sıfatını sonuna kadar hak etmektedir ve istisnalar dışında beşerî varlık, bu sıfattan müstağni olamamaktadır. İster zengin olsun ister fakir ya da halktan biri ya da hürmet edilen bir âlim; her insan, kendi bulunduğu konumla aldanmaya yatkındır. İnsanın en büyük yanılgılarından biri, kendisinin yanılgıya düşmeyeceğidir. Herkes, kendi durumunda hatadan, kibirden ve riyadan uzak olduğunu düşünür; ancak tezatlık da burada başlar. Bir âlimin ilmi dolayısıyla kibre düşmesi ile bir zenginin malıyla kibre düşmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Gazzâli, insanlardaki aldanışı farklı başlıklar altında incelemiştir. Çünkü insanlar çeşit çeşit olup, her birinin nefsinin düşkünlüğü de birbirinden farklıdır. Gazzâli, ilk olarak zaten büyük bir aldanış içinde olduğu bilinen bazı gruplardan bahsetmiştir. Bu grupların içinde, sözgelimi kafirler, dünyada kendilerine verilen nimetlerle böbürlenerek, bunların kendi üstünlükleri ve çabalarının bir sonucu olduğunu iddia ederler. Bu nimetlerin, kendileri için kesintisiz devam edeceğini düşünürler; öyle ki, başlarına bir felaket gelecekse hemen şimdi gelmesini talep edercesine küfür ve enaniyetlerinden emin ve cüretkâr bir şekilde hareket ederler. Oysa ilâhî adaletin işleyişi, beşerin zihnindeki tasavvurların çok ötesindedir. Bir diğer grup ise fasıklardır. Bu gruptaki kimseler, iyilik hâllerinin kendilerine yeteceğini düşünerek, bu düşünceye kapılırlar. Hâlbuki Yüce Rabbimizin bizden beklentisi yalnızca “recâ” (umut) değil, aynı zamanda “havf” (korku) içinde bulunmamızdır. Böylesi bir kibir de insanı büyük bir aldanışa sürüklemektedir.
ERDEMLİ MİYİZ RİYAKÂR MI?
Gazzâli’nin eserinde dikkat çeken en önemli nokta, gözden kaçan aldanışlara parmak basmasıdır. Aldanışı bariz olan grupların ötesinde, mütercimin ifadesiyle “erdem” kisvesi altında kibir ve riyaya dalan kimseler vardır ki, bu kişiler de en az diğerleri kadar hem kendi nefisleri hem de toplum için tehlikelidir. Takvalı olduğu için kendisini diğer insanlardan üstün gören kişiler, takvalarıyla aldanmışlardır. Hâlbuki takva, bizden kibirden uzak durmamızı bekleyen bir erdemdir. Ya da ilmiyle üstünlük taslayan kimseler, ilmin gerektirdiği tevazuya ulaşamamışlardır. Bu tür insanlar, ilmi Allah rızası için değil, dünyalık bir çıkar uğruna edinmişlerdir.
Çokça ibadet ettiği için kendisini diğer insanlardan üstün gören kimseler, ibadetin şekilci tarafıyla ilgilenir ve ihlastan uzaklaşırlar. Tasavvuf yoluna kendini adayanlar, manevî yolculuklarını tamamladıkları ve dünyaya ehemmiyet vermedikleri düşüncesine kapılarak riyaya düşebilirler. Tam da bu noktada, asıl ulaşmak istedikleri hedeften uzaklaşmış olurlar. Çünkü içi boşaltılmış bir maneviyat, gizli bir yozlaşmaya yatkındır. Hele ki etki alanı yüksek kişilerin yozlaşması, toplumsal bir çürümeye yol açar ve bu çürümeyle birlikte çöküş hızlanır.
KENDİNİ TEST ET!
Gazzâli, hakikat arayışı sürecinde hem nefsinde hem de çevresinde gözlemlediği aldanışları gün yüzüne çıkararak onlara bir reçete sunmayı amaçlamıştır. Özellikle dini şekilcilik ve riyanın, dinin özünden uzaklaşmaya sebep olduğunu ve kişinin manevi yolculuğuna engel teşkil ettiğini vurgulamıştır. Bu aldanıştan kaçışın reçetesinin; öz eleştiri, nefsi muhakeme ve terbiye, ihlas ve Allah korkusunun daima canlı tutulması olduğunu ifade etmiştir.
Eserin yazıldığı günden günümüze değişmeyen gerçek, tevazu ve samimiyetin, halkla ve Hâlık’la yakınlık için vazgeçilmez olduğudur.