Çarşamba, Kasım 19, 2025

Kaygı Karanlığında Tevekkül Işığı

Beyzanur Uyanık
İstanbul Kent Üniversitesi-Psikoloji (İngilizce)

Paylaş

Kaygı, gelecekte meydana gelebilecek tehditler ya da belirsizlikler karşısında hissettiğimiz huzursuzluk, gerginlik, endişe halidir. Bizi olası bir tehlikeye karşı hazırlıklı olmaya iten bu duygu, aslında işlevseldir; ancak hayatımızın doğal akışı içinde sürekli hâle geldiğinde hem fizyolojik sistemimizi hem de psikolojik sağlığımızı olumsuz yönde etkileyebilir.

Kaygı, psikoloji alanında çalışan birçok bilim insanı tarafından farklı yaklaşımlarla incelenmiştir. Bu yaklaşımlardan biri Aaron Beck’in kurucusu olduğu Bilişsel Davranışçı Terapi yaklaşımıdır. BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi), bireyin düşünce, duygu ve davranışları arasındaki ilişkiye odaklanan bir psikoterapi yöntemidir. Beck, bu yaklaşımıyla insanın düşünleri, duyguları ve davranışlarının birbirleriyle etkileşimde olduğunu savunur. Örneğin kaygı bir duygudur. Bu duyguyu incelerken “Ya bana bir şey olursa?” düşüncesi ve davranışsal anlamda geri çekilme hali birbirleriyle iç içedir.

İki kişiyi düşünelim, aynı olayı yaşasın fakat farklı tepki vermiş olsun. Farklı tepkilerin arkasında yatan şey iki kişinin olayları farklı yorumlamasıdır. Yani kaygı duyan kişi, yaşadığı olayları olumsuz yahut gerçekçi olmayan biçimde yorumladığında, duygusu ve davranışı da bu minvalde değişir. Beck, bu yorumlamalara “bilişsel çarpıtmalar” adını vermiştir. Bu yorumlamalar; felaketleştirme, siyah-beyaz düşünme, aşırı genelleme gibi düşünce kalıplarıdır. Düşüncelerimizi bu kalıplara göre şekillendirir, onları kontrol edilemez ve korkutucu algılarız. Bu da uzun süreli kaygı hissetmemize sebebiyet verir.

Düşüncelerimiz otomatik olarak ortaya çıkar ve çoğu zaman varlıklarından dahi haberimiz yoktur. Yaşadığımız ya da yaşama olasılığımız olan olaylar karşısında zihnimiz olumsuz senaryolar türetmeye başlar. Kaygılarımızın temelinde “Dünya tehlikeli bir yer”, “Başıma gelen şeylerle baş edemem”, “Hiçbir şey yolunda gitmeyecek” gibi inançlarımız vardır. Bu inançlar, zihnimizi karanlık tarafa çekmeye başlar.

KAYGI KARANLIĞINA ÇEKİLDİĞİMİZİ NASIL ANLARIZ?

Kaygı, kendi karanlığını bize düşüncelerimizle göstermeye başlar. “Ya kötü bir şey olursa?” diye sürekli olarak düşünmeye başlarız. Düşüncelerimiz öyle bir hâl alır ki zamanla vücudumuz bir tehlike varmışçasına gardını alır. Bu durum, zamanla fizyolojik sağlığımızı olumsuz etkilemeye başlar. Fiziksel sağlığımızın kötüye gittiğini gördükçe paniğe kapılır ve kaygımızı ardımızda bırakmak istercesine bu hâlden kaçmaya çalışırız.

KAYGIMIZI BİR KÖŞEYE BIRAKIP DEVAM EDEBİLİR MİYİZ?

Beck, kaygının yönetilebilir bir duygu olduğunu savunur. Eğer zihnimizde beliren olumsuz düşünceleri fark edip sorgular, düşünce kalıplarımızı dönüştürmeyi öğrenebilirsek kaygımızı daha makul bir seviyeye indirebiliriz. Var olan ya da olması muhtemel olayları nasıl değerlendireceğimizi kendimize tekrar öğretebiliriz. Bu noktada bize en çok yardımcı olacak olan, tevekkül inancımızdır. Tevekkül, temelde insanın üzerine düşeni yaptıktan sonra sonucu Allah Teâlâ’ya bırakmasıdır. Bu teslimiyet, zamanla bizi aktif bir denge hâlinde tutmaya başlar. “Ben elimden geleni yaptım, Rabbim her şeyin en doğrusunu bilir.” düşüncesi, insanı zihninin hengâmesinden kurtarmaya başlar. Tevekkül, çoğu zaman kaygının zıddı gibi görünse de aslında onun ilacıdır. Kaygıyla puslanan zihin, tevekkülün ışığıyla berraklaşmaya başlar.

Beck’in “düşünce-duygu-davranış” çarkında, kaygımızın kaynağı olan düşünceler daha işlevsel düşüncelere dönüştürülse, bizi huzursuz eden duygularımız da bununla beraber değişir anlayışı vardır. Tevekkül ise, buradaki düşünce değişimine destek olan içsel bir motivasyondur adeta. Yaşadığımız durumlar karşısında “Kontrolün tamamı bende değil ama çabam bana ait” diyebilmek hem psikolojik olarak bizi rahatlatır hem de gelecekte olacak olanlara karşı bize daha esnek bir bakış açısı kazandırır. Zihnimizin “Ya olmazsa?” dediği yerde, Rabbimizin lütuf ve ihsanının pek çok olduğuna iman eden kalbimiz “olması gereken olur.” der. İşte tevekkülümüz, tam da burada bizi aydınlığa çıkarır.

“De ki: Bize, Allah’ın bizim için yazdığından başkası asla isabet etmez. O bizim Mevla’mızdır Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe Suresi, 51. Ayet)

Tevekkül sadece basit bir bekleyiş değil; bilinçli bir gayret göstermenin sonucunda kulun güvenle Rabbine teslim olmasıdır. Çabamızla beraber bir teslimiyet hâlidir. Biliriz ki elimizden gelen yegâne şey çabamızdır; sonucu ise Allah Teâlâ’ ya bağlıdır. Kaygılarımızı Rabbimize emanet etmek ve sonucun hayrımıza olacağına iman etmek, bize psikolojik bir esneklik ve sağlamlık katar. Yaşamımızın getirilerine karşı daha korkusuz olmamızı sağlar.

Hayatımız her zaman planladığımız gibi ilerlemez. Ömrümüz eksildikçe, karşımıza mücadele gerektiren, sonucunu bilemediğimiz zorluklar çıkar. Burada bizi aydınlığa çıkaracak olan; düşüncelerimizi tevekkül kaynağından beslemektir.

Yazıda Yararlanılan Kaynaklar

Şahin, M. (2019). Tevekkül Psikolojisi: Nedenleri, Süreci ve Sonuçları Hakkında Nitel Bir Araştırma. İslam ve İnsan Bilimleri Dergisi, 4(1), 1–20.

Kula, N. (2015). Tevekkül inancının stresle başa çıkma üzerindeki etkisi. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(40), 780–789.

Beck, A. T., & Emery, G. (2005). Anksiyete Bozuklukları ve Fobiler: Bilişsel Bir Bakış Açısı (V. Öztürk, Çev.). LiteraYayıncılık.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir