“Sıradan, herhangi bir…” tanımına uygun isimlerin kişisel lügatlerden çıktığı, ani ölümlerin tadıldığı, kontrolün kimsesiz kaldığı sanılan bu günlerde, “Benim!” diye iddia edebildiğimiz bir şeyler kaldı mı? Varlık anlamını önce “kendi” üzerine kurgulayan, her türlü hakkı kendinde ve kendinden gören, güç tanımı beşeri potansiyelden ibaret olan bireyin, kendiyle, kalbiyle, aklıyla arasına izinsizce ve kolayca girebilecek bir “şey” ona göre dün söz konusu dahi değilken, bugünlerde iradeyi sorgusuz, ansızın teslim alan bir hastalık vesilesiyle, kişinin kendisini ve tüm varlığı kuşatan bir “Şey”in Varlığı apaçık farkedildi. Bu süreç Mümin için, farkını ve kalitesini ortaya çıkaran ve ahiret hazırlığı için silkelenme imkanı veren geçici sınavlardan biri olsa da, sahiplenme imkanını ve sahibi (!?) olduklarını yeniden düşündürmekte, “Sahibi miyiz kendimizin?” diye sordurmakta. Bu kavramı bir de Kur’ân-ı Kerîm’den anlamaya, Enfâl Suresi’nden hatırlamaya ne dersiniz?
ENFÂL SURESİ’Nİ TANIYALIM
Enfâl Suresi Medine’de nazil olan surelerdendir. Mushaf tertibinde sekizinci suredir. İsmini ilk ayetinde zikrolunan “enfâl” kelimesinden alır. Sure bağlamında Bedir Savaşı’nda elde edilen ganimetlerin kastedildiği bu kelime, savaşlardan ya da cizye/vergi gibi çeşitli şekillerde müşriklerden alınan tüm gelirler için de kullanılmıştır.[1]
75 ayet-i kerimeden oluşan Enfâl Suresi’nin genelinde, Müminler ile müşrikler arasında gerçekleşen ilk savaş olan Bedir anlatılır. “Furkân Günü” olarak tasvir edilen Bedir Savaşı’nın meydana gelişi ayrıntılı olarak aktarılır; surede bu zaferin Allah’ın nezdinde “olacak olan bir iş” olarak kayıtlandığı ve müminlere kolaylaştırıldığı, bizzat Allah ve meleklerinin yardımıyla kazanıldığı vurgulanır.[2] Surede “furkân”, Allah’tan sakınan mümin kullara bahşedilecek iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayırıcı bir idrak olarak tanımlanır ve bu sayede kulun kötülükleri örtülecek, bağışlanacaktır.[3]
Surede Allah Teala Kendi adıyla birlikte Rasülü’nü de anarak emir ve yasaklarını bildirir, Kendisi’ne ve Rasülü’ne itaati emreder.[4] Allah’ın Efendimiz’e (Aleyhisselâm) “Sen”[5] ve “Ey Nebi”[6] hitabıyla himayesini ve yakınlığını pek çok kez izhar ettiği surede, hakiki müminler de taltif edilerek, örnek vasıfları zikredilir.[7] Allah nazarında yeryüzündekiler içerisinde en şerli/kötü canlıların, akletmeyerek hakikate kör ve sağır kalanlar ve inkar edenler olduğu açıklanır.[8] Surede bunların zahiri nicelik, sayı ve gücünün imana asla galip gelemeyeceği, Müminlerin imanlarının gereği olarak savaşta sabır ve sebat göstermelerinin beklendiği, zira Allah’ın zahiri ve batıni yardımıyla Rasülü’ne ve Rasulü’ne tabi olan Müminlere yeteceği teminatı verilirken, rızık, mal, evlat, güç, zafer gibi nimetlerin tamamının Allah’tan olduğu, aynı zamanda herbirinin imtihan oluşu hatırlatılır.[9]
ENFÂL SURESİ’NDEN HAYATI VE SAHİBİNİ TANIMAK
Efendimiz’den (Aleyhisselâm) nakledilen şu rivayet surenin nüzul ortam ve sebebinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır: Mus’ab b. Sa’d babasından naklettiğine göre, babası şöyle demiştir: “Bedir Savaşı sırasında bir kılıçla geldim ve “Ey Allah’ın Rasulü, Allah kalbimi müşriklerden kurtardı, bu kılıcı bana bağışla” dedim. Bana: “Bu mal ne senin, ne de benim” diye cevap verdi. Ben (içimden): “Bu kılıç, savaş sırasında benim kadar ciddi hizmette bulunmayan birine verilebilir” diyerek ayrıldım. Sonra Allah’ın Rasulü benim yanıma geldi ve: “Sen kılıç benim değilken onu benden istemiştin. Şimdi ise artık benim oldu, al, bu senin olsun.” dedi. Şu ayet inmişti: “Sana ganimetlerden sorarlar, de ki, “Ganimetler Allah’ın ve Peygamber’indir, inanıyorsanız Allah’tan sakının.”[10]
Surenin nazil olduğu hicretin ikinci yılına tekabül eden bu süreçte, Müminler ilk kez bir devlet statüsünde kan ve kabile bağları olan müşrik akrabalarıyla karşı karşıya gelmiştir. Surede “Ey Müminler”[11] hitabının çokça vurgulanması, kimlikleri Allah’a imanla ihya, hukukları İslam’la inşa olan Müminlere bir nusret, inayet ve ikaz gayesiyledir. Bu hitaplardan birisi olan Enfâl Suresi 24. Ayette “Ey îman edenler, sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin. Bilin ki şüphesiz Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz hakikaten yalnız O’na dönüp toplanacaksınızdır.” buyrulmaktadır.[12] Ayet nazil olduğu savaş ortamında îmayla kendilerinin Allah ve Rasulü tarafından davet edildiği cihadı, mutlak olarak ise Allah ve Rasulü’nün davet ettiği herşeyi “hayat” olarak tavsif ederken, iman ettikleri ahiretteki haşrin/dirilişin de bu hayata bağlı oluşuna işaret etmektedir; surenin farklı ayetlerinde zikrolunan müminlerin kalplerinden geçirdikleri türlü türlü düşüncelere atıfta bulunarak, Allah’ın kişiye kendi kalbinden daha yakın, kişinin kendisinin sandığı kalbinin de Sahibi olduğunu hatırlatmaktadır.
MANASI AÇISINDAN ENFÂL SURESİ 24. AYET-İ KERİME
Ayet, kendisinden önceki 21-23. ayetlerde münafıklıktan sakındırılan müminleri Allah’a ve ahirete iman konusunda teyakkuza geçirir; düşünceye-duyguya/akla-kalbe yani kişinin kendisi dışında söz ya da fiiliyle aşıkar etmediği sürece bir başkasının asla bilemeyeceği alana da Allah’ın hakim olduğunu beyan eder.
Müminlerin davet edildiği kendilerine hayat verecek şeyleri alimlerimiz, iman, İslam, Kur’an, hak, cihad, insanı diğer varlıktan hariç ve hususi olarak adayı olduğu hayata hazırlayıcı ilim ve amel olarak açıklar.
Kişinin kalbi ile arasına giren Allah ifadesi tasavvur edildiğinde, Allah’ın kuluna yakınlığını aşikar eder, ifadesi dahi uzak kalacaktır. Zira kişinin kendisine, hissiyatına, uzuvlarına olan yakınlığından daha yakın bir Allah’ın kulu olmak, tadına erişilmeden ifade edilecek bir boyut değildir. Bugünün jargonuyla, hiçbir durumda kuluna çevrimdışı olmayan bir Allah’tır O!… Alimlerimiz bu ifadeyle Allah’ın kulu üzerindeki iradesinin, yalnızca doğum ve ölüm anına hasredilmediğini, kişinin duygu, zevk, kanaat ve şuurunda kendisine öncesiyle tezat edecek şekilde zamana bağlı kısmi değişim ve gelişimlerinden, iman-inkar gibi kendini tanıyamayacak kadar keskin dönüşümlerinin de Sahibi olarak anlaşılabilecek şekilde mutlak bırakıldığını belirtirler. Ancak ayetin başında, Allah’ın dünyada tercih hakkını kuluna bıraktığı, dilese tüm bahsedilen alanlara müdahale edebilecekken kullarına son nefeslerine kadar imkan ve mühlet verdiği açıklanırken, ayetin son kısmında kula tanınan tercih hakkının sonuçlarını alacağı ahiret hatırlatılarak açıkça sorumluluk kulun kendisine bırakılmıştır.[13]
HAYY’I BİL! İKİ HAYATTA DA “HAYAT” BUL!
Allah’ın esmasından biri olan Hayy ism-i şerifi, hakkında ölüm düşünülemeyen demektir, “hayat” kökünden sıfat olmuştur.[14] Varedilen, nefes verilen, bir tür canlı olan, dünyada yaşatılan ve bunların sahibi olmayan insanın, bunların dışında bir nitelikteki “hayat”ı bulması, Enfal Suresi 24. Ayet’e göre Allah’ın ve Rasul’ünün davet ettiğine icabetle mümkündür. Kişinin üzerindeki izafi olarak kendisinin dense de aslında emanetçisi olduğu her nimet, bulduğu/bulacağı bu hayatla anlam ve değer kazanır. Bu hayatta “hayat” bulan Mümin, haşr vesilesiyle, ahirette de ebedi bir hayata kavuşacaktır. Hülasa, Allah ve Rasulü’ne icabet, “hayat” verir; Allah ve Rasul’ünü bilmek/tanımak “ihya” eder/diriltir.
[1] Emin Işık, “Enfâl Sûresi”, DİA, 1995, 11: 236, 237
[2] Enfâl Suresi 8/17, 41, 42, 43, 44
[3] Enfâl Suresi 8/29, 41
[4] Enfâl Suresi 8/1, 13, 20, 24, 27, 41, 46
[5] Enfâl Suresi 8/1, 5, 17, 30, 33, 43, 62, 63
[6] Enfâl Suresi 8/64, 65, 70
[7] Enfâl Suresi 8/4, 74
[8] Enfâl Suresi 8/22, 55
[9] Enfâl Suresi 8/17, 19, 26, 28, 42, 44, 62, 64, 65, 66
[10] Müslim, Cihad 33 (1748); Tirmizi, Tefsir, Enfal (3080)
[11] Enfâl Suresi 8/15, 20, 24, 27, 29, 45
[12] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990,1: 252
[13] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 1990
[14] Ragıb el-Isfahani, Müfredat, “hyy”.