Pazar, Mayıs 18, 2025

Kalem Kılıçtan Keskindir

Hatice Hilal Gülenay

Paylaş

Kutlu Nebi’nin çağına yürüyor ayaklarım. Huzura, saadete, selama ve İslâm’a hasret kalmışım. Hasretinde olduğum diyara gidiyorum. Gittiğim yerlerden kavurucu bir sıcak ve alabildiğine kum beklerken hidayetin, hamasetin ve cesaretin kokusuyla kaplanmış buluyorum yeri göğü. Kulağıma Hazreti Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sesi geliyor. Bu ses hiçbir boşluk kalmayana dek imanla dolduruyor kalbi, ruhu ve bedeni. Bu ses Bedir’de, Hendek’te, Uhud’da yükseliyor. Düşmana korku, dosta kuvvet veriyor.

“At!” dedi gözlerinden ışık saçılan, yüzü nur doğuran. “Anam babam sana feda olsun, at!”1 dedi dayısına toz, toprak ve kılıç sesleri arasında. Müşriklerden oluşan bir halkanın merkezinde, yalnız O ve birkaç sahabe idiler. Sa’d (Radıyallahu Anh) sımsıkı tuttuğu yayı, bileği sağ omzundan sarkıttığı sarığına değene dek çekti. Besmele ile okunu bıraktı ve yenisini koydu. Artık kendi okları bitmiş, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona oklarını veriyordu. Okunu bıraktı ve yenisini koydu. Sa’d (Radıyallahu Anh) attı, duasında “Ya Rabb, bu ok Senin okundur, onu doğrult!”2 diye yakardı. Bıraktığı her ok bir müşrike isabet ediyordu. Okunu bıraktı ve yenisini koydu. Okları dimdik ve sağlam bir orduydu.

“Kalk ve cevapla!” buyurdu, kokusu gülleri andıran, nuru zulmeti boğan. Başka bir meclis yahut yeni bir savaş meydanı… Karşısında Teymimoğulları’ndan bir topluluk, nura belâgatle mukavemet ediyordu. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona tahsis ettiği minbere şairini davet etti. Onun şiiri Ruhu’l Kudüs ile destekleniyordu. Cephanesi Kur’an’dı, nurdan besleniyordu. “Bismillah!” dedi Hasan (Radıyallahu Anh) ve yer yer yıldız ve mücevherlerin saçıldığı ağzından müşriklere hançer, tüfek, tank ve barut döküldü. Kelimeleri ki oktan hızlı, mızraktan kuvvetliydi. Ebu’l Hüsâm’ın kılıcı ölüm değil, hayat habercisiydi. Zira gelenler önce mağlup sonra şahid oldular.

Çağıma geri dönüyorum. Meğer maziye dönerken bir mücadeleyi ortasında bırakmışım. Nuru ve zulmeti yine boğuşurken buluyorum. Geçmişin izine rastlıyorum her geçen vakitte. Savaşın kızgınlığını genzimde hissediyorum. Puslu kalmış olsalar da gözlerden, yine hamaset ve cesaret var. Silahlar değişiyor, insanlar değişiyor, zaman değişiyor. Ama yine silahlar, yine insanlar, yine zaman. Ve zamanın ipinde nice yiğitler görüyorum.

Kaldırdı kılıcını. Zulmü durdurmak, hakkı haykırmak için tüfeğini yerleştirdi sipere. Bir topun başına geçti. Küçücük sapanına yerleştirdiği büyükçe taşını karşısındaki tanka nişan aldı. Şehadete talip binlercesi öne atıldı. Mürekkebe daldırdığı divitini kâğıda indirdi. Atına yahut bir uçağa bindi. Bir mermi yahut bir hançer gönderdi. Bir kahraman gitti ve bir kahraman geldi. Yani insan ve alet varlığını yoluna adadığına, varlığını dua kıldı. Yani dünya yoktu, sevda vardı. Ve bahar bir tohumla başladı.

Asıl şimdi farkına vardım. Düşman silahını değiştirdi, can değil öz alıyor silahları. Eyvah, düşman idrakimize arkadan saldırdı. O hâlde saldırsın. Kılıcını kuşananlar bitmedi ki… Kur’an’ı cephane bildiler dillerine, kalemlerine, ruhlarına ve kalplerine. Onların ağızları nur kokar bilirsin, yüzleri nurdur tanırsın. Düşman üfledikçe komutanları var nurlarını tazeleyen. Hakkı neşrettiler, haksızlığı izale için. Hasan (Radiyallahu Anh) gibi düşmanı harfleriyle mağlup ettiler. “Elif lâm mîm” bir harftir demiyorum; bilakis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.”3

Bir savaştayız, hak kuytuda ışıyor, bâtıl ipte oynaşıyor. Hakla bâtıl insanın içinde ve dışında boğuşuyor. Bak, karınca söndüremese bile İbrahim’in (Aleyhisselam) ateşine su taşıyor. Sen ve bense duruyoruz, lakin düşman koşuyor. Hatırla dilsiz şeytandı haksızlığa susan. Bil ki bâtıla taraftardır tarafsızca bakışan. “Oku!” Rabbinin adıyla ki bütün mahlûkatı yarattı. “Yaz” çünkü bu asırda silahın kalemindir.

1 İbni Sa’d, Kitabu’t Tabakâti’l Kebir, c. 3, s. 156

2 Salih Suruç, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, s. 440

3 Tirmizî, “Fezailu’l Kur’an”, s. 16

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir