İbadetler, bizleri var eden ve nimetleriyle kuşatan varlığı fark ettiğimiz, derin bir şükran duygusuyla Yaratıcımıza yöneldiğimiz biricik anlardır. Bu anların kıymeti ve hikmeti her bir kul için özel ve özneldir. İçinde muhabbet, teslimiyet, rıza, itaat gibi birçok duyguyu barındırır. İbadet, inanan insanlar için elbette bir sorumluluktur. Ancak onun tadına vardığımızda, içimizde uyandırdığı huzuru hissettiğimizde, bunların zorunlu bir ödev olmadığını ve bizim yolumuzu aydınlatan bir ışık olduğunu fark ederiz.
Kişinin Rabbiyle iletişim hâlinde olduğu bu özel anlar, kulun acizliğini göstermekten çekinmeden tıpkı bir ağacı bağrında taşıyan tohum gibi toprağa saçıldığı andır. Ayrıca bu ilişkinin çift yönlü olduğunu ve ayetlerden de anlaşılacağı gibi Allah’ın da kendine yönelenleri sevdiğini unutmamak gerekir.1 Öyleyse Yaratıcımızla yaşadığımız ilişki diğer tüm ilişkilerden daha özel ve gizlidir. Bizler bunu Gafûr olan Allah’tan öğrenmekteyiz. Kullarına duyduğu sevgi ve merhamet sayesinde onlarda olan kötü ve çirkin işleri örten, gizleyen bir Rabbin kulları olarak bu mahremiyet bilincinden en büyük nasibimizi alıyoruz.2 Bizler de aynı hassasiyetle hem çevremize karşı hem de en önemlisi Rabbimize karşı göstermemiz gereken özeni yine O’ndan öğreniyoruz.
KUTSAL OLANI KORUMAK
İnsan hayatı boyunca sahip olduğu şeyleri koruma içgüdüsüyle yaşar. Onun önceliği bedenidir ve ilk olarak hayatta kalmaya çabalar. Daha sonra yaşadığı alanı yani evini koruma altına alır. Özellikle mekânı koruma altına almak anlamına gelen “harem” kavramı, kutsal olanı korumak ve gizlemek için Akadlar’dan itibaren kullanılmaktadır.3 Örneğin Mekke, Medine, Kudüs ve Halîl şehirleri inançlı kimselerin haremidir. Bu bölgeler saygısız davranışlardan korunan ve ibadet edilen kutsal yerlerdir. Buralarda bulunmanın özel sorumlulukları vardır ve buna uygun hareket edilmesi gerekir.
Bu konunun İslâm öncesi dönemden itibaren kadınlara has kılınan özel bir yönü vardır. Örneğin tarihî sürece baktığımızda Antik Batı’da evlerin arkasında erkeklerin dairelerinden ayrı olarak Greklerin gynaikeion, Romalıların gynaeceum diye isimlendirdikleri kadınlara ait mekanlar bulunuyordu. Eski Ahid’e kadar gittiğimizde hanımlar için ayrı çadırların bulunduğunu aktaran ifadelerle karşılaşmaktayız. Bütün semavî dinlerde kadınları kötü bakışlardan korumak için onların mahremiyetine ehemmiyet verildiğini görmekteyiz.4
ÖRTÜN AMA NİÇİN?
Rabbimizin ayetlerinde belirttiği gibi erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakınması ve ırzlarını koruması,5 belli bir ölçüde kendilerini setretmek gibi bir ihtiyacı doğurmuştur. Örtmek, gizlemek, engel olmak gibi anlamlara gelen “setr” kavramı özel olanı korumanın bir gereğidir. Oldukça fıtrî bir ihtiyaç olan tesettür, elbette zaman içinde dînî ve siyasî semboller olarak kendisini sosyal hayata katmıştır.
Eski dönemlerden itibaren tesettür, semavî dinlerin temel sembollerinden olmuştur. Örneğin Müslüman erkekler ibadet esnasında takke ve sarık takar, kadınlar ise başlarını örter. Hristiyan kadınlar ve rahibeler kilisede başlarını örter. Yahudi kadınları da sinagoglarda başlarını örterler; hatta Tevrat’ta geçen bazı pasajlarda gündelik yaşantılarında da kadınların bir peçe ile örtündükleri bilinmektedir.6 Yahudi erkeklerin ibadetlerini yerine getirmeden önce başlarına kipa, Yahudi külahı, Yahudi bayramlarında ştraymel ve spodik gibi şapkalar taktıkları bilinmektedir. Ayrıca kadınlar Tevrat döneminde bir tevazu, dürüstlük ifadesi olarak başlarını örterlerdi.7 Bütün bunlar tesettürün, toplumsal korunma ihtiyacının yanı sıra ilahî olanla aramızdaki saygı ve gizliliği koruma şekli olduğunu da göstermektedir.
Arapça bir kelime “avret” kavramı, zarar gelmesinden korkulan açık yer, anlamında kullanılmaktadır.8 İnsanın çıplaklığını gidermesinin fıtrî bir ihtiyaç olduğunu, Âdem (Aleyhisselam) ve Havva’nın (Aleyhesselam) hatalarından sonra avret yerlerinin görünüp de kendilerini bir ağacın yapraklarıyla örtmeye çalışmalarında açıkça görmekteyiz. İbadetlerimizde ve sosyal yaşantımızda örtünmesi gereken yerleri anlatmak için “setr-i avret” kavramı kullanılmaktadır. İslâm öncesi Arap kabilelerinin Kabe’yi çıplak bir şekilde tavaf etme adetleri varken İslamiyet “Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin.”9 ayeti ile insana özünde bulunan mahremiyet duygusunu hatırlatmıştır. İnsanı medeni bir tarza büründüren İslam, kulun Allah ile olan ilişkisinin sınırlarını estetik ve özel bir şekilde belirlemiştir.
Toplumsal tehlikelere mahal vermemek adına genel olarak bildiğimiz bu tesettür anlayışı aynı şekilde Yaratıcıyla aramızdaki zarar gelmesinden korktuğumuz ilişkiye de aktarılmaktadır. Saygıyı ve özeni en yüksek seviyede tutmak isteğiyle bizler ibadetlerimiz esnasında her zaman olduğumuzdan daha temiz ve vakarlı olmaya gayret gösteririz. Bunun ifadesi olarak örtünürüz. Aramıza hiçbir fenalığın girmemesi için örtünürüz. Bedenimizi hazırlarken aynı zamanda ruhumuzu da hazırlarız. Kalbimize gelecek ufacık kötülüğü engellemek için örtünürüz. Rabbimizle ilişkimiz bizim mahremimizdir. Onu bütün dünyevî hislerden korumak için örtünürüz.
Kutsal olan her şey bizim özelimizdir. Bunun doğal sonucu olarak koruduğumuz, özen gösterdiğimiz, üzerine titrediğimiz en büyük kutsalımız da şüphesiz Allah ile olan ilişkimizdir. Her kuluyla ilişkisini özel kılan Rabbimizin de mahremiyet bilinciyle bizlere verdiği değeri tüm benliğimizle hissetmemiz gerekir. O ki bizim kalbimizde olan biten her şeyden haberdardır. O ki sevgisiyle kalbimizin en özel yerindedir, kalbimizin haremidir. Öyleyse bu özel mekânı korumak, mahremimize sahip çıkmak gerekir.
- Bakara Suresi 222; Âl-i İmran Suresi 76, 159
- Gazali, el-Maksadü’l-Esnâ, s. 85-86
- “Harem”, TDV İslâm Ansiklopedisi
- “Harem”, TDV İslâm Ansiklopedisi
- Nur Suresi 30-31
- Yaratılış, 24:65
- “Yahudilikte Örtünme”, Şalom Gazetesi, 18. 04. 2018
- “Avret”, TDV İslâm Ansiklopedisi
- Araf Suresi 31
- Fatır Suresi