Kal…
Üç harf. Bir hece. Tek kelime. Ne uzun cümle. Söyleyemediğim “Ama”lar, “Neden”lerse içimde. Sağanak sağanak yağmurlar yağıyor içime. Sözcüklerimin ötesindeyse Güneş… Göz kapaklarımın ardında kalıyor hep. İçimde bir gölge, nereye varacağını bilmeden yürüdükçe yürüyor bu sağanakta. Dışarıdan kuşlar ötüyor kulağıma. Henüz yarılamamışken bile yolu, birikmiş yine de yürümenin yorgunluğu. Nereye varacağımı bilemesem de seni bulmak ve duymak için yürüyorum. Bunu biliyorum…
Pek çok şey biriktirmişim içimde, seninle birlikte. Yürürken fark ediyorum bunu. Gecenin koyuluğunda, evlerin balkonlarından sarkmış çiçekler görmeyi umarken aslında imkânsız olduğunu içten içe biliyorum. Ne var ki bunu kendime itiraf edemiyorum. Aslında gecenin zifiriliğinin buna müsaade etmeyeceğini ne begonvil ne sardunya ne de balkonda yetiştirilen domates biber fidelerini göremeyeceğimi biliyorum. Ama gözlerim yine de aramaktan kendini alamıyor. Seni bulma inancım da böyle değil mi zaten? Karanlıkta çiçek aramak gibi… Adımlarım, rüzgâr karşısında savrulan yapraklar gibi. Hareket var ama pusulam yok. Savruk ve yorulmuş. Yine de yürümeye çalışıyorum. Yer yer sokak lambalarının aydınlığını görüyorum. Bu cılız aydınlıklarda buluyorum umutlarımı, örselenmiş inancımı… Seninle ilgili hayal ettiğim ne varsa bu kısacık, soluk aydınlıklardan topluyorum. Karşılaştıklarıma bazen şaşırıyorum. Ne çok biriktirmişim öyle…
Hafızanın en büyük nimeti unutabilmesi. Ama ben yazdıkça hatırlıyorum. Hatırladıkça da kalemim kırılıyor. Kalemim kırıldıkça da yürümeye devam etmeye çalışıyorum. Gökyüzünün aydınlığında bulmak istesem de kendimi, hep Yıldızların rehberliğinde yürüyorum. Belki dışarıda mevsimler değişiyor, günler geçiyor. Ama benim içimde çıktığım yolculuk hep yağmurlu ve puslu kalıyor. Az ileride gözüme bir ağaç ilişiyor. Tek başınalığı beni andırıyor. Her şeye rağmen dik durması ve yeşil kalması… Senin sayende öğrenmiştim bunu da. Yol kenarında bir park görüyorum bu kez. Çocuk kahkahaları duymuş, saf mutluluğu çocuklarla hissetmiş bir park. Heyecanlı gözlerin salıncakta sallandığı, tökezleyen adımların etrafta koşuşturmaya doyamadığı bir park. Yeşilin ve çeşit çeşit çiçeklerin olduğu, ağaçların gölgeliklerine sığınılan bir park. Böyle bir park değil miydi gözlerine sığındığım? Hep o gözlerde kalmayı umduğum, böyle bir park değil miydi?
-an
İşte oradasın. Aynı yerde ve aynı şekilde. Elinde tek bir gül… Nereden biliyordun ki çiçekleri sevdiğimi? Tebessüm ederek bakıyordun bana. Sanki gözlerin, kaşların, yanakların, hepsi gülümsüyordu bana. İçimi huzurla dolduruyordu. Saçlarını düzeltiyordun. Esinti parmaklarının aralarına dolup saçlarını okşuyordu. Bense durup bunu hayatımın sonuna kadar seyredebilirdim. Benim için o an, eşsiz bir manzara gibiydin. Göğüs kafesim kalbimi zar zor zapt ediyordu. Bacaklarımın benden habersiz ağır aksak adımlarla sana doğru geldiğini hatırlıyorum. Sanki elim, kolum, bacağım benim değildi o an. Üzerimdeki bir tebessümünün böyle bir tesiri vardı. Ellerimi nereye koymam gerektiğini dahi düşünemiyordum. Sadece sana doğru yürüyordum ve bu bilgi bildiğim bütün bilgilerin üzerindeydi. Bacaklarım titredikçe adımlarımı hızlandırmak istiyordum. Ama onu da başaramıyordum. Kendimden bile habersizdim sana yürürken. Bu yolculuğum kaç dakika ya da kaç gün sürdü bilmiyorum. Ama gelmiştim işte yanına. Yanındaydım…
Bu bankta, gözlerin gözlerime değdiğinde kalakalmıştım öylece. Utandığım hâlde gözlerimi bile kaçıramamıştım. Hatta gözlerimi kırpmayı dahi unutmuştum. Hem heyecanımı fark et hem de yok say istiyordum. Gözlerindeki parıltı beni içine çekmiş ve geri kalan ne varsa unutturmuştu. Yanında olmak bana yetmişti. Aynı kalp ritminde buluşmak benim için mutlulukların en kıymetlisiydi. Birlikte susmuşluğumuz vardı bu bankta. Birlikte aynı kediyi sevmişliğimiz, aynı çocukların mutluluklarına gülümsemelerimiz vardı. O anın yerini ne tutardı ki? Benim için cümleler kuruyordun ve ben de bunları duyuyordum. Bu kadarı yeterdi. Sen elindeki gülü bana uzattığında, başka ne isteyebilirdim ki hayattan? Sen vardın, gözlerinde o parıltıyla… O an, hayatımdan bu parıltının hiç eksilmeyeceğinden emindim. Baksan bana yine, gözlerinde o parıltıyla…
-sızı
Sanki hiç sönmeyecekmiş gibiydi. Hiç göz kapakların kapanmayacak, o parıltı hiç başkası için oluşmayacak… Hiç başkasına değmeyecek gibiydi o gözler. Ne var ki bir gün parıldayan gözlerin söndü. Sonra sen gittin. Ne diyebilirdim ki hiç sönmeyeceğini sanmak benim suçumdu değil mi? O gözlerin hiç başkasına değmeyeceğini sanmak da elbet… Tebessümlerini de yanına aldığın yetmezmiş gibi benimkileri de beraberinde götürdün. Kalansız bir sızı kaldı ellerimde. Önceleri çokça yaktı içimi bu sızı. Kor oldu, yanmaya devam etti. Yandıkça hiçbir şey fayda etmez oldu. Ne bir çiçek kokusu ne bir çocuk cıvıltısı ne de içten bir gülümseme… Hiçbiri dindirmedi bu sızıyı. Belki ben de dinmesini istemedim. Benim için bütün insanların ötesindeydin. Nasıl oldu da yabancı oldun? Hem her şey hem de bir hiç olmuştun artık. Ellerine değen gül, kokusunu yitirmişti. Sözcüklerim yorulmuş, bakışlarım gün gün kendime bile yabancılaşmıştı. Ama kendimi dahi unuttuğum vakitler, özlem bir kuş olup yüreğimden yüreğine kanat çırpıyordu. Sonra bu kanat çırpmalara kızıp ayrılmak istiyordum, kendimden…. Düşünmek ya da bir bakışında takılı kalmak istemiyordum. Ama başaramıyordum bunu. İmgesi sen olan her şey içine çekiyordu beni. Kendime ne kadar kızsam da…
Gidişini bile anlayabiliyordum ama bir başkasına gidişini kabul edemiyordum. Bir ağaç, gider mi yetiştiği topraklar dışında başka beldelere? O topraklarda yetişir mi peki? Yeşil kalmaya, meyve vermeye devam edebilir mi? Anlayamıyorum…
Sonraları içimde bir boşluğa dönüştü bu sızı. Dipsiz bir boşluk olarak kaldı içimde. Ne kadar geçti gidişinin üzerinden, bilemiyorum. Artık takvim tutmuyorum. Saatleri saymıyorum. Kendimi, kendi dehlizlerime attım. Kendimle boğuşuyorum. Belki yoruluyorum. Ama tek çözümüm her defasında kendime kaçmak oluyor. Kendimi dinledikçe karışıyorum. Ama başka kimse de iyi gelmiyor. Her seferinde yeniden keşfe çıkar gibi kendime dönüyorum. Bazen böyle zamanlarda sana rastlıyorum işte. O an aklıma geliyor, gözlerinin bir başkasının gözlerine değdiği. Yanından geçip gidiyorum ben de. Gözlerimi ufka dikip, sana bakmıyorum bile. Yanından geçerken en ufak bir heyecana kapılmıyorum. Aklımda, başkasına değmiş gözlerin oluyor. Sen kalıyorsun. Ben gidiyorum bu kez de. İçimdeki sızıyla birlikte.