Cahiliye Mekke’sini imanlarıyla altüst edenler, Sümeyye ve ailesi… Nübüvvetin ilk çağrıları ve sonrasında inananlara yapılan zulümler denilince aklımızda ilk canlanan isimlerdendir Sümeyye. Yaşadıkları karşısında duruşu ve İslâm için ilk şehit olan ailenin hanımı olarak tanıyoruz onu.
Sümeyye, Ebu Huzeyfe Bin Muğire’nin cariyesiydi. İşlerini güzelce yapan bir hanımdı. Ebu Huzeyfe, himayesinde bulunan Yâsir b. Âmir ile evlendirmişti. Evliliklerinden “hakikatin adamı” olarak bilinen Ammâr b. Yâsir dünyaya gelmişti. Nübüvvet çağrısı gelince bu daveti ilk sahiplenenlerden biri Sümeyye’nin oğlu Ammar oldu. Ammar’ın (Radıyallahu Anh) anlattıklarından sonra ailece Müslüman oldular. Yâsir ailesi, ilk Müslümanlar olan kırk sahabi arasında yer almışlardı. Müslümanlıklarını da ilk ilan eden yedi kişi arasında bulunmuşlardı. Güçlü ve destekçileri olan bir aile değil, aksine Mekke’nin dışından gelmiş ve himaye altında kalarak yerleşmiş bir aileydi Yasir ailesi (“Sümeyye bint Hubbât”, TDVİA).
ZULÜMLERE KARŞI DURUŞ
Müşrikler, İslâm’ın yayılmaya başlamasına karşı olan çaresizliklerinin acısını iman eden zayıf kişilerden alacaklardı. Yasir ailesi zulümlerin ilk hedefinde olmuştu ve tarif edilemez eziyetler yaşıyorlardı. Sümeyye (Radıyallahu Anha) eziyetlere rahatça dayanabilecek kadar da genç değildi. İman ettiğinde altmış iki yaşındaydı.
Kırbaçlanmalar, sıcak demirden yelekler, develere bağlanıp sürüklenmeler, eziyetler çeşit çeşitti. Zulüm o kadar fazlaydı ki, müşrikler eziyet ederken dinlenme ihtiyacı hissediyorlar, dinlenip tekrar işkencelere devam ediyorlardı. Sürekli “İslâm’dan dönün kurtulun!” diye bağırıyorlar, karşılığında Sümeyye’den ve ailesinden “Allah’tan (Celle Celaluh) başka ilah yoktur. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) O’nun kulu ve Resulu’dür!” cevabını alıyorlardı.
Müşrikler eziyetler karşılarında imanı ile güçlenen insanlar görüyorlardı. Ebu Huzeyfe, Sümeyye’nin imanı karşısında çaresiz kaldı ve Ebu Cehil’i çağırdı. Ebu Cehil büyük hınçla eziyetler ve hakaretler etti. Sümeyye (Radıyallahu Anha) ‘‘Kabe’nin Rabbine yemin ediyorum ki bugün sana yenilmeyeceğim Ebu Cehil. Allah’tan (Celle Celaluh) başka ilah yoktur. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) O’nun kulu ve Resulü’dür!” dedi. Ebu Cehil de daha fazla dayanamadı ve mızrağı Sümeyye’ye saplayarak şehit etti (Tanrıkulu, İz Bırakan Kadınlar, 2020).
ASIL KAZANAN
Hakikaten ilk hanım şehit Sümeyye kazandı. İnsan eziyetler altındayken de ölürken de nasıl kazanabiliyordu? Kazanmak neydi? İşte “kazanan”, durum ne olursa olsun Allah’ın yanında olan ve Allah’ı yanında bulandı.
Nasıl oldu da Sümeyye bu kadar güvenebilmişti Rabbine? Kur’ân’ın dahi çok az bir kısmı nazil olmuşken onu böylesine ne bağlamıştı Rabbine?
Sümeyye (Radıyallahu Anha) Kur’ânımızdan sayfalarca ezberi, orucu ve tesettürü dahi olmayan bir hanımdı. Daha bu emirlerin hiçbiri gelmemişti. Onun kalbi ihlas ve teslimiyet ile doluydu. Onu yaratan, nefesinin, rızkının güvencesine sahip olan Rabbi için canını verebilmişti. Eğer ki yaşasa Rabbi’nin emrettikleri karşısında kendi nefsinin, canının sözü dahi edilemezdi, gereğini yapardı.
Eziyeti yaşadıkları günlerde Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) destek olmak için geldiğinde Yasir (Radıyallahu Anh) “Ya Rasulallah! Bu daha ne zamana kadar böyle sürecek?”’ diye sormuştu. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Allah’ım! Yâsir ailesinden rahmet ve mağfiretini esirgeme!” diye dua etmişti. Yasir (Radıyallahu Anh) “Biz, Allah ve Resulu’nden razıyız!” diyerek karşılık verdi. Ardından gelen cevap ise ‘‘Unutmayın ki ey Yâsir ailesi, Allah ve Resulü de sizden razıdır!” oldu.
İşte bu kadar! Hedef zaten Allah’ın rızasını kazanmaktı ve Sümeyye o sebeple Ebu Cehil’e ‘‘Ben kazanacağım!’’ dedi. Çünkü o Rabbi’nin tarafındaydı ve Rabbi de onunlaydı. Rabbimizle berabersek biz, bütün insanlıktan daha kalabalığız, beraber değilsek çaresiz ve kaybedeniz.
Sümeyye’nin (Radıyallahu Anha) bu imtihanı kazandığını Resulullah’tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) öğrendik. O bir kuldu ve dünyanın gereği olarak imtihan ile karşılaştı. Bizler ise hala bu dünyadayız. Belki bizlere eziyet etmeyecekler ama Rabbimizin tarafında olmamız gerektiğinde nerede durduğumuzu, bir şeyleri feda etmemiz gerektiğinde tercihimizin neler olduğunu göstermemiz gerekecek.
Canlarımızı feda edebiliyor muyuz sorusunu soramıyoruz. Ama şu soruları sorabiliriz. Sadece Allah (Celle Celaluh) için nefsi isteklerimizi feda edebiliyor muyuz? Allah’ın (Celle Celaluh) emirlerine karşı ve yaşadığımız hayata karşı kalbimiz Sümeyye gibi teslim olabiliyor mu?
Sümeyye (Radıyallahu Anha) ile aynı zamanda yaşamıyoruz ama aynı dünyada yaşıyoruz. Dünya, bedel ödeme ve Allah’a (Celle Celaluh) olan sevgimizi ispat etme yeridir. Rabbimize sevgimizi ispat etmeye de hiçbir sistem ve dünya düzeni engel olamaz. Çünkü Sümeyye de (Radıyallahu Anha) Ebu Cehil’in kurallarının geçtiği Mekke’de, aşkını ispat edip kazandı. O halde bizlerin kazanmasına engel olan nefsimizi, Sümeyye’nin Ebu Cehil’i yendiği gibi yenmemiz gerekmektedir.
Sümeyye (Radıyallahu Anha) yalnız kalmaktan, öldürülmekten korkmamıştı. Bizlerin de belki korkularımızı değiştirmenin zamanı geldi. Yalnızlıktan, dünyadaki istediklerimizi kazanamamaktan değil, Allah’ın (Celle Celaluh) rızasını kazanamadan gitmekten korkalım. Kavramlarımızı ve korkularımızı değiştirelim. Çünkü Sümeyye’nin (Radıyallahu Anha) açtığı ilk hanım şehit kapısından nice korkusuz hanımlar geçti ve bize çok da uzak olmayan hemen yanı başımızdaki Gazze’den nice hanım geçip gidiyor…
Allah hepsinden razı olsun.