Salı, Temmuz 8, 2025

İstanbul’un Fethinden Sonra Türklerde İlim ve Sanat

Paylaş

(Dr. A. Süheyl Ünver, Selâmet Dergisi, 3.Cilt, 54.Sayı, 28 Mayıs 1948)

Fatih’in dirayetli veziri Mahmud Paşa ile beraber yaptıkları Rönesans akıllara hayret verecek derecede esaslı ve mühimdir.

Bir millet ilerledi mi her şeyi beraber ilerler. Gerileyince de her şey birlikte geriler. Bir kısmı ilerleme bir kısmı gerileme, bu olamaz. Vatan bir bütündür. Tıpkı insan gibidir. İleriye gidiyor dediğimiz hamlelerin çoğu tabii olanlardır. Bu kâle alınmayarak geri kalan hususlara bakmak lâzımdır.

Türkiye’nin bir itilâ devri vardır. Bu XVI. asrın ortalarına kadar devam eder. Ondan sonra durdurulamayan bir gerileme cumhuriyetimize kadar sürer. Türkiye’nin ilerlemesinde en başta gelen âmil herkesin önce şahsına ve sonra etrafındakilere karşı tam adil olmasıdır. Şahsi ve umumi adaletin bozulmasıdır ki gerilememize sebep olmuştur. Eğer adaletsizlik devam etmiyorsa muhakkak ki ilerliyoruz demektir.

Osmanlı İmparatorluğunun yükseliş asırlarının en feyizli meyvesi Fatih Sultan Mehmet zamanında idrak edilmîştir. Ancak bir şehirden ibaret olan sözde Bizans imparatorluğu ortadan kaldırılmış ve baş şehir İstanbul olmuştur. Türk, buraya ilim ve irfanı başka tesirlerin katılmadığı sanatıyla sahip olmuş Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u pek az bir zamanda Türkleştirmiş ve Müslümanlaştırmıştır. Bizans’ın son günlerindeki haberleri gören bir şahıs fetihten birkaç sene sonra bu yeni Türk payitahtındaki değişikliğe hayret etmiştir.

O ne başarıdır Yarabbi! Avrupa müstesna dost ve yabancı her kes bu mes’ud hâdiseden memnun. Çünkü Türk; girdiği her yeri kendi ana yurdu mamurelerine çevirmekle kalmamış, adâletini de beraber sokmuştur.

İstanbul’un muhasara ve fethinde Fatih’in sevdiği ve saydığı hocalar ve âlimler de beraber bulunur. Harp meclislerinde onların da fikirlerinden istifade edilir. İstanbul’a girilince Fatih’in arzusu hemen ilmî tedrisata başlanmasıdır. Dediği olur. Ayasofya ve Pantakrator (Zeyrek) câmine çevrilir. Bu iki yerde hemen ders yapılır, talebe ve hocalar da papazlardan boşalan binalara yerleşirler. Bilfiil tedrisat fethin akabinde başlar.

Fatih’ten ancak 18 sene sonra 875 (1470) İstanbul Külliyesi (Üniversitesi) müstakil bir binaya sahip olur. Fatih bu külliyenin en büyük toplantı yeri olarak camiin etrafında 16 medrese (Kolej), hamamlar, her medreseye birer kütüphane, ima ret, misafirhane, ziyafethane, kervansaray, ilk mektep ve darüşşifa ve civarında hocaların evleriyle sarılı bir üniversite mahallesi vücuda getirilir. Zengin vakıflar yapılır. Hocalara en yüksek para verilir ve talebeye parasız oda ve yemek temin edilir.

Fatih bizzat derslere de gelir ve sarayında da günlerce muhtelif ilmî mevzularda âlimlere toplantılar yapar ve seferlerinde mutlaka aralarından seçtiklerini beraberinde götürürdü. Zira boş zamanlarında ilim, fen ve sanat üzerine konuşmaları severdi.

Medreselerimize şeri ilimler le beraber ondan önce ve sonra cüziyyattan sayılan ve ehemmiyetsiz görülen akli (fenni) ilimleri üniversitesine soktu. Bu fenni derslerin başına Semerkant rasathanesi müdürü Molla Ali Kuşçu’yu getirtti.1 İstanbul Üniversitesi’nden mezun olanlara en mühim makamlarda iş verdi.

Âlimler Fatih yanında oturmak hakkına maliktirler. Lakin âlim dahi olsa devlet idaresine geçenlere bu müsaade yoktu. Hattâ âlim olarak yetişen sadrazam Mahmud Paşa bile yanında oturamazdı. O bundan herhâlde müşteki idi ki sonra kulağına şu söz geldi: “Devlet otoritesinden vazgeçsün, başına sarığını sarsun o da benim yanımda otursun.”

İşte âlimlere bu derecede bir üstünlük verilmîşti. İtilâ devrimizde âlimler daima el üstünde tutulmuş ve onlar maruf tâbiriyle Perikles devri yaşamışlardır.

Buna mukabil âlimler doğruyu söylerler ve tok konuşurlardı. Âlimler müstakildi ve salâhiyetleri vardı. Onlar her türlü konuşabilirlerdi. Çünkü onlar memleketin güzide bir sınıfını teşkil eder ve her yerde sayılırlardı. Hükümdarlar bu faziletli kuvvet karşısında çekinirler ve uluorta hareket edemezlerdi. Fatihe Garp müverrihlerince yapılan isnatlar sırf şahsına karşı manasız bir düşmanlıktan ve yalan irtikâbından başka bir şey değildir.

Fatih Sultan Mehmed’in sanat cephesine gelince:

Bu devrin sanat hakkındaki görüşü dikkate değer. Fatih Sultan Mehmed ecnebi ressamlara madalyasını ve resmini yaptırtmıştır. Çünkü yalnız şeri ilimlerle değil akli ilimlerde vukufu olan Fatih asla mutaassıp değildi. Binaenaleyh resmi sever ve yaptırırdı. Onun hususi dairesinde her türlü resim bulunurdu. Taassup biraz da tahsil ve terbiyenin derecesine tâbidir. Geri kafalı bir insan değildi ki cahilâne bir taassup göstersin. Yalnız onda değil devrinin hiç bir âliminde de yoktu.

Yerli ve yabancı kaynaklardan bazıları Fatih Sultan Mehmed’in güzel sanatlarla ilgisi olmadığından bahsederler. Bir defa Arapça ve Farsça bilir, şairdir, divanı vardır. Mükemmel bir hususi kütüphane vücuda getirmiş ve bunda baba ve dedesini örnek tutmuş ve onların yolundan yürümüş tür. Bu mükemmel kütüphaneye sonra oğlu İkinci Bayezid sahip olmuş ve tekemmül ettirmiştir ki bugün Topkapı Sarayı’na ve şehir kütüphanelerine dağıtılanlarıyla sayısını bin rakamları kolaylıkla ifade edemez.

Pek çok sayıda kitapları pek çok yerli ve iki tane Isfahanlı hattata yazdırmış ve Selçuk yolundan memleket tezhip ve cildini ileri götüren ve İkinci Murad devre sinde en mükemmel eserlerini veren ustalar ve sonra Fatih, devrinin ustaları olan çırakları tarafından süslenmiş ve etkilenmiştir. Bugün bunlardan elimizde yüz den fazla birbirine benzemeyen örnek vardır ki Topkapı sarayı ve şehir kütüphanelerini süslemektedir. Bunlardaki sanat kudretini tavsif etmek kabil değildir. Memleketimiz zevki mahsullerinin hepsini görmek ve şahsen üzerle rinde durmak ve gözlerimizin iyi ve doğru şeylerden anlamasına gayret etmek lazımdır. İçlerin de hiç bir yabancı zevk ve tesir yoktur. Biz İstanbul’u alınca ne Bizans sanatını taklit etmişiz ve renklerinden bir şey öğrenmişiz ne de İranlı sanatkârlar bunları vücuda getirmiştir. Böyle şey yoktur. Türk zevkine asla yabancı bir zevk karışmamıştır, belki bazı esaslar tamamen Türk zevkine göre Türkleştirilmiştir.

Fatih Sultan Mehmed’in sarayı nakışhanesinde hep Anadolulu Türk ustalar çalışır. Fatih’in kılıcına ve binalarının tahta oymalarına kadar hepsini Türk zevkine diğer Şark milletlerinden çok ilerlemiş üsluplarda çizilmiştir. Fatih Sultan Mehmed zamanın da yapılan bu nakışların Fatih’in kılıcı üzerindekine varıncaya kadar 500 kadar değişik örneğini görmüş ve bunların yarısından fazlasını aynen yaparak 500 öncü fetih yılı münasebetiyle hazırladığımız albüme koymuş bulunuyoruz. Meraklılar bize bunu önceden bildirmek şartıyla görülebilirler. En ziyade bunlarda Fatih Sultan Mehmed’in sanatı iyi gördüğüne ve anladığına ve sanatı ilerletmek için hakiki sanatkârın taklitten uzak kalarak daima mütenevvi çalışmaları ve ancak yaptıklarını bir daha yapmamak şartıyla sanat eserleri beklediğine ve ruhen tenevvüden haz ettiğine hükmolunacaktır. İşte öyle bir devir ki adaleti, ilmî, fazileti, sanatı, hâlâ yeni ve moderndir. En büyük dersleri o devirden ve o devrin feragat sahibi ilim ve irade adamlarından alabiliriz.

Devletimiz Fatih Sultan Mehmed ve onun dirayetli veziri Mahmud Paşa ile beraber yaptıkları Rönesans’la çok esaslı, akıllara hayret verecek bir surette kurulmuştur. O esasları, bugün bile tekrar alabiliriz. Bu maziye dönmek değildir. Mazide ilerleme ve gerileme sebeplerini araştırmak, bizi ilerleten esaslar üzerinde durmak ve hatta yürümek lâzımdır.

1 Bütün bu hususlar için bakınız: Dr. A. Süheyl Ünver. Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, Fatih Devri Fıkraları, Ali Kuşçu, İlim ve sanat bakımından Fatih Devri Notları eserlerine.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir