Pazar, Mayıs 18, 2025

İslâm Medeniyeti’nin Letafet Nişânesi: Kervansaraylar

Sümeyra Güler

Paylaş

Kervansaraylar, nev’i şahsına münhasır mimarisi ile kadim İslâm Medeniyeti’nin ruhunu ve letafetini günümüze aksettiren, dönemin tarihî dokusunu insana hissettiren yegâne eserlerdendir. Uzaktan bakıldığında bir kaleyi andıran, içlerine girildiğinde kervan kafilelerinin her nevi ihtiyaçlarını karşılayacak teçhizata haiz olan bu tarihî binalar ne kemiyet ne de keyfiyet bakımından âlem-i İslâm’ın sair bölgelerinde eşine rastlanmayacak bir kıymete sahiptir. Doğuyu ve batıyı; kuzeyi ve güneyi birbirine rapteden ticaret yolları üzerinde inşa edilen kervansaraylar, misafirine kucak açan bir ev sahibi sıcaklığı ile yolculara muhabbeti ve emniyeti hissettirmekte; yolcuların bütün ihtiyaçlarının karşılıksız temini ile Selçuklu – Osmanlı vakıf kültürünün ne denli geliştiğini gözler önüne sermektedir. Bilhassa Anadolu’yu bir ağ gibi ören bu muazzam âbidelerin izlerini hemen hemen her şehirde görmek mümkündür.

KERVANSARAYLARIN MENŞEİ: RİBATLAR

Selçuklu dönemine ait kitabe ve vakfiye gibi kaynaklarda “Han” ve “Ribat” kelimelerinin kervansaray ile eş anlamda kullanıldığını görmekteyiz.1 Sözlükte, “Düşman saldırılarını önlemek için sınır boylarında nöbet tutmak” anlamında masdar olan ribat kelimesi Kur’an-ı Kerim’de “Ribatu’l Hayl” yani cihad için bağlanıp beslenen atlar2 şeklinde karşımıza çıkar. Hadis-i Şeriflerde ise Allah yolunda savaşmak için atların hazır tutulmasının yanı sıra daha çok “Nöbet tutmak” ve “Sınır muhafızları” anlamlarında kullanılmıştır.3 Ribatlar, umumiyetle İslâm dünyasının hudutlarında askerî gayeler için inşa edilmiş binalardır. Başlangıçta cihad için hazır tutulan atların bağlandığı ve murabıtların konakladığı basit çadırlardan ibaret olan ribatlar, giderek İslâm beldelerinden gelen gönüllü askerlerin hudutlarda barındığı müstahkem yapılara dönüşmüştür. Kuzey Afrika’dan Türkistan’a kadar uzanan ve savunma duvarlarıyla çevrili, yatacak, yiyecek yerleri, ambarları, mescid ve hamamları, hayvan ahırları, askerlerin ikâmet ettiği bölümleri ve gözcü kulelerini ihtiva eden ribatlar hudutlar için dönemin ehemmiyetli müdafaa sistemlerinden biri olmuştur.4

Osman (Radiyallahu Anh) zamanında hususen Bizans ile mücadelelerde Suriye ve Mağrib sahillerinin müdafaası noktasında ribat mahiyetinde yapılar inşa edilmiştir. Emevî ve Abbasîler döneminde de Akdeniz ve Kuzey Afrika sahillerinin güvenliği ribatlar ile tesis edilmiştir.5 Ribatların inşası ve hudutların emniyeti meselesi dönemin İslâm devletlerinin önemli görevleri arasındadır. Nitekim Sultan Alparslan ve Melikşah’a uzun yıllar vezirlik yapan siyasî deha Nizamülmülk’ün Siyasetnâme’de işaret ettiği üzere “Kervansaray inşası” Selçuklu sultanlarının görevleri arasında zikredilmiştir.6 Bununla birlikte bazı devlet ricali yaptırdıkları ribatların çokluğu ile meşhur olmuştur.

İslâm hudutlarının genişleyip yeni ticarî güzergâhların Müslümanların hâkimiyetine girmesi ile bu stratejik noktalarda inşa edilen ribatlar, kervanların yol güvenliğini sağlamaya ve konaklama ihtiyaçlarını gidermeye mahsus kervansaraylara dönüşmüştür. En erken Türk kervansarayı, Gazneli Mahmud’un emriyle Serahs yolu üzerinde Meşhed yakınında yaptırılan Ribat-ı Mâhî/Ribat-ı Çâhe’dir.7

SELÇUKLU KERVANSARAYLARI

İslâm âleminde kervansaray inşası ananesi en fazla Türkistan’da inkişaf etmiştir. Selçuklular birçok anane ile birlikte kervansaray ananesini de Türkistan’dan getirmişler ve takip ettikleri cihanşümul devletçilik zihniyetiyle bütün imparatorluğa tatbik etmişlerdir. Binaenaleyh bu husustaki faaliyetlerin en çok intişar ettiği saha Selçuklu Türkiye’si yani Ana[1]dolu’dur.8

Anadolu topraklarının milletler arası ticaret merkezi olması, Müslüman ve Hıristiyan kavimler arasında köprü görevi görmesi Selçuklu hâkimiyetine girmesinin müspet bir neticesidir. Bu büyük fetih ile Bizans tehlikesi izale olup güneydeki İslâm beldeleriyle kuzeydeki kavimler arasında ticarî bağlar selamet ile kuvvetlenmiş, Anadolu ticaret yolu büyük bir ehemmiyete malik olmuştur. 12. yüzyıldan itibaren bu selamet ve emniyet ortamının tesisi ile kervansaray faaliyetlerinin büyük bir ivme kazandığını görmekteyiz. Döneminin feraset sahibi deha sultanlarının, Anadolu’yu bir uçtan diğer uca; ana ticaret yollarından ara ticaret yollarına kadar kervansaray ile donatması mevzunun ehemmiyetine vakıf olduklarının en büyük alametidir. İktisadî ve ticarî faaliyetleri canlandırmak niyetiyle birçok koruyucu ve teşvik edici vasıtalara başvurulması, yollarda herhangi bir şekilde zarar gören, soyguna uğrayan yahut malları zayi olan tüccarların zararlarının devlet hazinesinden tazmini, Selçuklu Devleti’nin bir “Devlet sigortası” tatbik ettiğini ve Selçuklu sultalarının bu husustaki hassasiyetlerini gösteren dikkate şayan emsallerdir.9

MİNNET SADECE ALLAH’ADIR: “EL- MİNNETU LİLLAH”

İslâm dininin insana verdiği değer Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü yıllarda devlet yönetimine âdeta ilmek ilmek işlenmiştir. İnsanı ihya etmenin dolaylı olarak devleti ihya edeceği düşüncesi bu minvalde atılan adımları da beraberinde getirmiştir. Bu düşüncenin tarihteki en büyük tezahürlerinden biri hiç şüphesiz kervansaray ve halkın istifadesine sunulan vakıf hizmetleridir.

Selçuklu kervansarayları iki mühim gaye göz önünde bulundurularak inşa edilmiştir. Bunlardan ilki, zengin ticarî malların naklini sağlayan kervanlara düşman soygununu ve eşkıya baskınını engelleyecek korunaklı yerlerin tesisidir. Bu sebeple kervansaray mimarisi müstahkem surlarla çevrili olup surlar üzerine gözcü kuleleri inşa edilmiştir. Muhtemel bir saldırıya karşı demir kapılar ile korunmuş, herhangi bir tehlike anında mukavemet gösterebilecek şartlara sahiptir. İkincisi ise yolcuların geceledikleri yahut sabahladıkları yerlerde her türlü ihtiyaçlarının giderilmesidir. Hakikaten bu noktada günümüz dinlenme tesislerine numune-i imtisal teşkil edecek dâhilî birimler mevcuttur ve bu hizmetlerin cümlesi ücretsiz olarak vakıf bünyesinden sağlanmaktadır. İçlerinde yatakhaneleri, aşhaneleri, erzak ambarları, ticarî eşyaları koruyacak depoları; hayvanları koruyacak ahırları, yolcuların namaz kılması için mescidleri ve temizlenmeleri için hamamları, şadırvanları hatta yolcuların ayakkabı tamiri ve fakir yolculara yenisini yapmak için ayakkabıcıya varıncaya dek tüm hacetleri karşılayacak teşkilat ve tesisleri mevcuttu. Bu sebeple zengin olsun fakir olsun Müslüman yahut gayrimüslim olsun kervansaraylara yolu düşenler ihtiyaçlarını hiçbir ücret ödemeden hallederdi ve üç güne kadar ücretsiz konaklayabilirlerdi. Aksaray’daki Sultanhanı’nın taç kapısı üzerinde “el-Minnetu lillah” yani minnet yalnızca Allah’adır yazması bu durumun gayet tabii olduğunun ve vakıf kültürünün toplumun her kademesinde iliklere kadar hissedildiğinin işaretidir.

Büyük ticaret yolları üzerine inşa edilen ve genellikle banileri Selçuklu sultanı olan kervansarayların en meşhurları Alâeddin Keykubad’ın yaptırdığı Aksaray Sultan Hanı (626/1229) ve II. Gıyâseddin Keyhüsrev zamanında tamamlanan Karatay Hanı’dır. (638/1240-41) Bu tesisler, İslâm medeniyetinin insana atfettiği kıymetin devlet yönetimine yansıması ve insana hizmet şehre hizmettir anlayışının canlı birer şahidi olarak binlerce yıldır ayakta durmaya devam etmektedir.

1 Şebnem Eryavuz, İslâm Ansiklopedisi, 2002, c. 25, s. 299-302

2 Enfal Suresi, 60

3 İsmail Yiğit, İslâm Ansiklopedisi, 2008, c. 35, s. 76-79

4 Osman Turan, Selçuklu Kervansarayları, Belleten, 1946, s. 489

5 İsmail Yiğit, İslâm Ansiklopedisi, 2008, c. 35, s. 76-79

6 Osman Turan, Selçuklu Kervansarayları, Belleten, 1946, s. 490; Nizamülmülk, Siyasetnâme, Tahran Neşri, s. 6

7 İsmail Yiğit, İslâm Ansiklopedisi, 2008, c. 35, s. 76-79

8 Osman Turan, Selçuklu Kervansarayları, Belleten, 1946, s. 490-91

9 Osman Turan, Selçuklu Kervansarayları, Belleten, 1946, s. 473

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir