Emin Saraç Hocaefendi 1958 yılının sonunda kardeşi Osman Saraç ile birlikte Türkiye’ye döndü. İslâmî ilimlere, Arap dili ve edebiyatına vukûfiyeti çok geçmeden fark edildi. Ülkeye döndükten 6 gün sonra dönemin İstanbul İmam-Hatip Lisesi müdürünün daveti üzerine İmam-Hatip Lisesi’nde göreve başladı ve bu göreve 3 yıl süreyle devam etti. Bir gün yine aynı okulda kendinden daha yaşlı ve kıdemli bir hocanın kendisini çağırıp o zamanın iklimine uygun bir derneğe üye olmasını istemesi üzerine ertesi gün okuldaki görevini bırakmıştır.
“Türkiye’ye döndükten altı gün sonra İsmailağa Camii’ndeki Cuma namazının akabinde Ali Rıza Sağman yanıma geldi ve yanındaki şahsa, ‘İşte aradığın genç budur, Ezher mezunudur.’ diyerek bizi anlattı. Meğer İmam-Hatip Mektebi’nin bânîsi meşhur Celal Hoca imiş, etrafına ‘Ben artık Medine’ye gitmek istiyorum, yerime birisini bulun.’ diyormuş. Bana, ‘Yarın İmam-Hatip Mektebi’ne gelebilir misin?’ dediler. O zaman cumartesi günleri de tedrisat vardı. Gidince Celal Hoca kendisine Hasan el-Bennâ’nın damadı Said Ramazan Bey’den gelmiş bir mektup çıkardı ve okumamı istedi. Bu Arapça mektubu okudum, sohbet edip ayrıldık. Ertesi gün Celal Hoca’nın 6. ve 7. sınıflarını bize verdiler. Bu, gönlüme büyük bir teselli oldu. 60 ihtilaline kadar üç yıl muallimlik yaptık.”
“SAHİH-İ MÜSLİM TERCÜME VE ŞERHİ”NİN YAZILMASINA TEŞVİK
Emin Hocaefendi İmam-Hatip Lisesi’nde görev yapmakta iken Ezher Külliyetu’ş Şerîa’da eğitim almış olan Bulgaristanlı Ahmed Davudoğlu ile tanıştı. Ezher’de ismini duyduğu Ahmed Davudoğlu’nun ilmî dirayet ve kudretini fark etti. Onu “Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi”ni yazma konusunda teşvik etti, ilgili makamlarla da görüşerek bu hizmetin yerine getirilmesine vesile oldu. Şerhin tamamlanmasından az zaman sonra Ahmed Davudoğlu vefat etti. Emin Hocaefendi, bu anlamda büyük bir değerin yitirilmeden istifadeye sunulmasını da sağlamıştır.
ASKERDE DAHİ İLİM
Emin Hocaefendi 1960 darbe döneminde zorunlu askerlik görevini yerine getirdi. Acemilik eğitimini İzmir’de yapan Hocaefendi daha sonra İstanbul’a İstihkâm Okulu’na geldi. İstihkâm Okulu’nda iken ikindi namazından sonra Sadabad Camii’ne gidiyordu. O dönemde Sadabad Camii’ne Yüksek İslâm Enstitüsü’nden bazı öğrenciler gelir, o da onlara ders verirdi. İlim hayatına askerlikte de devam etmiş olması Hocaefendi’nin şükrederek yâd ettiği hatıraları arasında yer alır.
“Allah Teâlâ bana, askerlik zamanında bile ders okutmayı nasip etti, hamdolsun. Hatta subay devresinden bazısına Kur’an okutmak da nasip oldu. O zaman biz er iken yedek subaylar, ‘Biz de senin gibi askerlik yapsaydık.’ diye temenni ediyorlardı. Çünkü ben haftada üç kez eve gidebiliyordum.”
Hocaefendi askerliğin akabinde Ankara Evkâf Müdürlüğü’nde göreve çağrılır. Zira bu kurumda çalışacak Arapça ve Osmanlıca bilen kimseler aranmaktadır. Emin Hocaefendi açılan sınavda başarılı olunca göreve tayin edilir ancak yaptığı görev sebebiyle huzursuzdur.
“O KADAR AĞRIMA GİDİYORDU Kİ AĞLIYORDUM…”
“Askerliği ikmal ettikten sonra bizi Ankara Evkâf Müdürlüğü’nde bir imtihana tabi tuttular. Arapça ve Osmanlıcayı rahat okuyacak kimseye ihtiyaçları varmış, herhâlde nerede ne var tespit edip daha çabuk yok etmek için. Birkaç saat içerisinde Evkâf Müdürlüğü’ne tayinimizi çıkarttılar. Fakat ben burada çalışma düşüncesinden müteessir olmaya başladım. O kadar ağrıma gidiyordu ki ağlıyordum. Babam bize karanlık gecelerde Kur’an-ı Kerim okuttu, şu kadar senedir gurbetlerde tahsil yaptım ki hepsi dine hizmet etmem içindi. Buraya hizmet ise bu çalışmaların hilafına bir hareket olacaktı.”
Hocaefendi, bu devlet kurumunda alacağı dolgun maaşa rağmen İslâmî ilimlere bağlılığı ve yaptığı görevin niteliği hususundaki huzursuzluğu sebebiyle âni bir şekilde görevi bırakma kararı alır ve akabinde hacca gider. İfa ettiği bu hac vazifesi Hocaefendi için inşiraha sebep olur.
“Hacı Bayram Camii’nde bir öğle namazında Mehmet Akif Aydın Bey’in babası hemşerimiz Bedrettin Beylerle karşılaştık. Bana ‘Biz hacca gidiyoruz, hadi seni de götürelim.’ dediler. Birden kararımı verdim, hacca gidecektim. Muameleleri başlattık. Diyanet’teki arkadaşlar, ‘Biz Müşavere Kurulu’nda 500 lira maaşla çalışıyoruz, sen 900 lira alıyorsun.’ tarzındaki sözlerle beni vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Bu minval üzere belki bir saat mücadele ettik. Sonunda içlerinden söze karışmayan birisi dedi ki: ‘Arkadaşlar hac kapısı bir tanedir, rızık kapısı bin tanedir, kardeşimiz gönlünü hacca hazırlamış, bırakınız.’ Bu söz bana o kadar tatlı geldi ki Evkâf’taki işi öylece bırakıp yola çıktık. Yol boyunca Medine-i Münevvere’de, Mekke-i Mükerreme’de, Arafat’ta hep dilimde şu dua vardı: ‘Ya Rabbi, hükümet tasallutundan uzak Ulûm-i Şer’iyyeye hizmet etmek kapısını bana fetheyle.’ Elhamdülillah, o hac başka bir hac oldu.”
“EN ZEVKLİ ANLARIMI DERS VERİRKEN GEÇİRİYORUM”
Hac dönüşü, Hocaefendi’nin dilinden hiç düşürmediği “Ulûm-i Şer’iyyeye hizmet etmek kapısı” kendisine açılmıştır. Döner dönmez İlim Yayma Cemiyeti ile başladığı hizmet yolculuğu hiç inkıtaa uğramaksızın bugüne dek devam etti.
“Döndükten hemen sonra İlim Yayma Cemiyeti’nin Yüksek İslâm Enstitüsü talebeleri için ilk defa açtıkları yaz kursunda Ahmed Davudoğlu Hoca ile birlikte tedrise başladık. Sonra İlim Yayma Cemiyeti’nde İsmail Niyazi Bey bana bu tedrisi devamlı yapmamı teklif etti. Ve o günden bugüne kadar hayatım ilim tedrisi ile geçti.”
Emin Hocaefendi, bir süre de Haseki’de görev yapmış ancak kendisine aslî vazife addettiği Fatih Camii ders okutmalarını devamlı surette sürdürmüştür. “Haseki açıldığı zaman Tayyar Bey’in ricası üzerine beş sene iki devre orada hocalık yaptık ama buradaki (Fatih Camii) derslerimizi de takip ettik. Ben hayatımın en zevkli anlarını burada ders verirken geçiriyorum.”
HAYAT YOLCULUĞUNDAKİ REFÎKİ
“Şeriat Fakültesi’ne başladığım 1954 yılında Mısır’a gittikten dört yıl sonra İstanbul’dan bir mektup aldım. Ali Haydar Efendi’nin huzurunda ittifak ile Ali Yekta Efendi’nin kerimesini bize, Ali Haydar Efendi’nin torununu da biraderim Osman’a uygun görmüşler. Şahsen bu mektuba üzüldüm çünkü ilmî yönden önümde daha kat edeceğim uzun bir mesafe vardı. Niye önümüze bunu çıkarttılar diye bir müddet cevap bile veremedim.”
1958’in sonunda İstanbul’a gelince İstanbul’da ilim camiasından büyük âlimlerin de katıldığı bir düğün töreni ile Emin Hocaefendi, Ali Haydar Efendi’nin “Sağ gözüm” dediği İstanbul müftü muavini ve Esad Erbilî Hazretleri’nin icazetli hulefâsından Ali Yekta Efendi’nin damadı oldu.
“İstanbul’a geldikten bir müddet sonra düğünümüz oldu. Düğünümüzde çok muhterem zevât mevcuttu. Ömer Nasuhî Bilmen Efendi, Hulefâ-i Esadiye’den Sarıyerli Hacı Nuri ve Muhyiddin Efendiler, Topbaş ailesi vardı. Şu anda Fatih meydanındaki Fatih heykelinin olduğu yerde kayınpederimin büyük bir evi vardı. Düğün oranın bahçesinde yapılmıştı.”
Emin Saraç Hocaefendi’nin M. Fatih Saraç ve M. Ali Yekta Saraç adında iki evladı vardır. Oğlu Fatih Saraç’tan Emin, Enes, Eymen ve Emir; Yekta Saraç’tan ise Ahmet Emin, Selman ve Selim isimlerinde 7 torunu bulunmaktadır.