Cumartesi, Aralık 21, 2024

İlim Geleneğimizin Örnek Şahsiyeti: Mehmet Emin Saraç 2

Ümmü Gülsüm Yeşil

Paylaş

1950 senesinde ilim tahsili için Mısıra giden M. Emin Saraç Hocaefendi ve kardeşi Osman Saraç, öncelikli olarak imtihana tâbi tutulurlar. Hocaefendi Türkiye’de almış olduğu eğitim ve Arap diline vukûfiyeti sebebiyle lisan bölümünü geçerek lise kısmına kaydolur. Ezher’in lise bölümünü bitirdikten sonra, Külliyyetü’ş Şerîa için açılan sınavda başarılı olur ve eğitimini orada devam ettirir.

Hocaefendi’nin tercih ettiği Külliyyetü’ş Şerîa Fakültesi, Türkiye’de geçersiz olması sebebiyle Türk öğrencileri tarafından çok tercih edilmeyen bir bölümdü. Üstelik Türkiye, şer’î mahkemeleri olan bir devlet de değildi. Böyle olunca onun bu tercihi kimi çevrelerce yadırganıyordu. Hocaefendi bu konuda en büyük desteği Zahid Kevserî’den gördü. Zahid Kevserî, bir insanın sorusuna isabetli cevap vermenin dahi, bu eğitim için yeterli bir gerekçe olacağı kanaatindeydi. Hocaefendi bu hadiseyi şöyle anlatıyor:

“Buradan gidince Ezher’de bizi imtihan ettiler. Lise kısmına kaydettiler. Herkesi lisan öğrenme kısmına alırlarken bizi lise kısmına aldılar. Lise kısmından sonra Külliyyetüş Şerîa’ya imtihanla kabul edildik. Bir ikindi vaktiydi. İmtihanı kazandığımı işitir işitmez tramvaya binerek Mısır-ı Cedide’ye gittim. Zahid Efendi’nin kapısını çaldım. ‘Külliyyetüş Şerîa imtihanını kazandım.’ dedim. ‘Çok güzel. Mübarek olsun… Memleketimizde şer’î mahkeme mi var ki bu fakülteye kaydoldun, derler, sakın onlara kulak asma. Sen bu mübarek ilimlere kendini vakfedersen sonunda velev ki bir kimsenin sualine isabetli cevap versen, bu yaptığın tahsilin mükâfatını alacaksın. eş-Şerîa Fakültesi’ni tercih etmekle çok isabet etmişsin.’ dedi. O zaman arkadaşların cümlesi Usûlu’d Dîn Fakültesi’ni tercih ediyordu. ‘Usûlu’d Dîn’i seçersek bunu ilahiyat olarak tercüme ederler. O zaman da memleketimizde makbul olur.’ diyorlardı.”

ALLÂMELERİN BAHÇESİNDE

Emin Saraç Hocaefendi, Ezher diploması Türkiye’de geçersiz kılınmasına rağmen 1950 ve 1958 yılları arasında Mısır’da 9 yıla yakın kalarak eğitimine devam etti. Bu dönemde Muhammed Zahid Kevserî, Osmanlı’nın son Şeyhu’l İslâm’ı Mustafa Sabri Efendi, Yozgatlı İhsan Efendi, Ali Yakup Efendi gibi Türk zevattan ve Muhammed Abdulvehhab Buhayrî, Ahmed Fehmi Ebu Sünne, Abdulfettah eş-Şaşa gibi Ezher ulemasından bizzat ders almak ve meclislerinde bulunmak suretiyle istifade etti.

Hocaefendi’nin eğitim hayatında Mısır’ın önemli bir yeri vardır. Özellikle Zahid Kevserî’nin rahle-i tedrisinden geçmiş olmak Hocaefendi için bir alâmet-i fârikadır. Mısır’a gittiği zamandan Zahid Efendi’nin vefatına kadar yaklaşık üç yıl birliktelikleri oldu. Muhammed Zahid Kevserî, vefatından yirmi gün evvel M. Emin Hocaefendi’ye kendi teklifiyle icazet verdi. Kevserî, “et- Tahrîru’l Vecîz fi ma Yebteğîhi’l Müstecîz” adlı kitabı (İcazet Defteri), “Benim elimde başka nüsha kalmadı, sen bunu elinle yaz, aslını bana geri getir.” diyerek Hocaefendi’ye verdi. Hocaefendi kitabı yazdı, sonunda Kevserî birkaç satır yazarak icazet verdi. Hocaefendi’ye göre bu icazet “Ezher diplomasından daha değerli.” idi.

Bir röportajında Hocaefendi şöyle anlatır:

“Zahid Efendi haddim olmadığı hâlde kendi teklifiyle bana icazet verdi. ‘et-Tahrîru’l Vecîz fi ma Yebteğîhi’l Müstecîz’i elime verdi ve ‘Benim elimde başka nüsha kalmadı, sen bunu elinle yaz, aslını bana geri getir.’ dedi. Ben yazdım, götürdüm… Sonunda kendisi birkaç satır ilave etti. Benden sonra kimseye de icazet vermedi. Zaten kısa bir süre sonra vefat etti.”

YOKLUKTAN ELDE EDİLEN KAZANÇ

Hocaefendi memleket ve aile hasretine rağmen dokuz sene boyunca Türkiye’ye hiç gelemedi. Eğer Türkiye’ye gelecek olsa bir daha dönme imkânı olmayacaktı. Mısır’da geçirilen bu uzun müddet esnasında Emin Hocaefendi ilim tahsili adına maddî-manevî birçok sıkıntı ve zorluğa katlandı. Zira şartlar birçok ilim talibi için zorlayıcıydı. Talebe olması sebebiyle herhangi bir geliri bulunmayan Hocaefendi, yaşadığı maddî yokluğu tatlı hatıralar olarak nitelendirmiştir:

“İlk gittiğimiz zaman oradaki Türk vakıflarının tahsis ettiği burslar ile ihtiyacımızı karşılıyorduk. Ecdadımızın hayır eli orada da imdadımıza yetişmişti. Sonra General Abdünnasır bütün vakıfları kaldırdı, bizlere çok cüz’î burslar bağladı ama onunla da geçinme imkânı yoktu. Mısır’a ailemizden para gelmesi de çok uzun zaman alıyordu. Bir hayli sıkıntılar çekildi. Oradaki unutmadığım tatlı hatıralarımızdan birisi de yokluk sebebiyle sık sık oruç tutmak mecburiyetinde kalışımızdır. Ama hamd-ü senalar olsun ki bir defa bile tahsilimi yarıda bırakmayı düşünmedim. Allah Teâlâ bir azimet lütfetti.”

Hocaefendi, Mısır’da maddî manevî sıkıntılarla mücadele etmekte iken diplomalarının Türkiye’de artık bir geçerliliğinin kalmadığı ve dolayısıyla askerliklerinin de tecil edilemeyeceği haberi gelir. Bu hadise, Türk talebeleri için yeni bir problemdir. Ancak Hocaefendi, ilim tahsil etme konusundaki kararlılığını bir kez daha ortaya koyar:

“Mısır’da bulunduğumuz zaman 1954 senesiydi. Orada öğrendik ki Ankara’da bizim namımızda karar almışlar. Karara göre diplomamız tanınmayacak ve askerliğimiz tecil edilmeyecekmiş. Askerliğimiz tecil edilemeyeceği için de pasaportlarımız yenilenemeyecekti. Bu sebepten mecburî dönüş hâsıl olacağı için arkadaşlar o günden evvel istişare yapalım diye toplandılar. Sultan Mahmut Medresesi’nde oturduk, müzakere ettik. Konuşmalar esnasında arkadaşlar dediler ki: ‘Mademki diplomalarımız muteber değil, gittiğimiz zaman vazife almamızın imkânı yok, o hâlde bırakalım, terk edelim.’ Fakat Allah o anda gönlüme ilham etti: ‘Arkadaşlar biz bu tahsili dinimizi iyi öğrenmek, dindar bir insan olmak; dindar bir şekilde yaşamak için yapıyoruz. Kimseye bir faydamız olmasa bile kendimizi ahirete iyi bir şekilde hazırlamış oluruz. Siz neden gidiyorsunuz? Ancak bundan sonra iyi bir tahsil yapacaksınız. Zira Arapçayı iyice öğrendiniz, dersleri ciddi manada takip edebiliyorsunuz, hocaların lisanından anlayabiliyorsunuz. O hâlde devam edelim, nereye kadar gidebilirsek gidelim. Atılıncaya kadar burada kalalım.’ diye ısrar ettim. Fakat arkadaşlar dinlemediler. 110 kişiden ancak belki 15 kişi kaldık.”

Hocaefendi’nin Mısır hatıralarına dair anlatmadan geçemediği bir husus da Mısır’da “Osmanlı Devleti’nin çocukları” olarak iltifat görmüş olmalarıydı. Bu ifade, Emin Saraç Hocaefendi için oldukça teşrif edici bir ifade idi. “Oradaki hocalarımızın bizi ‘Osmanlı Devleti’nin çocukları’ olarak görmeleri bize ayrıca bir iltifattı. Hatta hiç unutmam… Bu tabir, Abdulfettah eş-Şaşa hocaya aittir. Giderdim, elini öperdim. Aynen şöyle mukabelede bulunurdu: ‘Zeyyukum yâ ebnâe sâdâtina.’1 Yani bizi sultanların çocukları olarak görürdü.”

OSMANLI NİZAMININ GÜZELLİĞİNE SON

“Ezher’in lisesini okuduktan sonra Şeriat Fakültesi’ni bitirdim. Kadılık masterının bir senesini okuduktan sonra Abdunnasır’ın zulmüyle bırakmak zorunda kaldık. Gittiğimiz zaman Bağdat Oteli’nin 7.-8. katlarını Kral Faruk bizlere tahsis etmişti. Abdunnasır gelince çıkartıldık.

Mısır’da Abdunnasır’ın zulmüne ve zulmetine şahit olduk. Nasıl biz ‘Abdülhamit Han, ha’l edilmeseydi şöyle şöyle olurdu.’ diyoruz ya Mısır’da da aynı şekilde o inkılâba kadar Osmanlı nizamının her güzelliği devam ediyordu. Fakat Abdunnasır gelince her şey karmakarışık oldu. Abdunnasır Mısır’ın bereketinin zail olmasına sebep oldu. Mısır bereketli bir diyardı.”

Emin Saraç Hocaefendi 1958 yılının sonunda kardeşi Osman Saraç ile birlikte Türkiye’ye dönmüş, ilim yolculuğuna yeni vazifeler eşliğinde devam etmiştir.2

1 Nasılsınız ey efendilerimizin çocukları!

2 İlyas Karaduman’ın “İlim Geleneğimizin Örnek Şahsiyeti Mehmet Emin Saraç” kitabından derlenmiştir.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir