İslâm, diğer din ve dünya görüşlerinin aksine insanoğlunun hayatına her açıdan bir denge getirmeyi amaçlamış, Müslümanların uyması gereken kuralları belirlerken hayatın gerçekliklerini ve zorunluluklarını her daim göz önünde bulundurmuştur. Nitekim karşı cinsle iletişimde de İslâm, toplumdaki vakıayı dikkate almış, Müslüman erkek ve kadınlara sınır getirerek bir denge ortaya koymuştur.
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır.”[1]ayeti ile “Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, başka kadınlar, hizmetlerinde bulunan köleleri ve cariyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz!.”[2] ayeti kadın ve erkek arasında bakışta, düşüncede, kıyafette konuşmada ve tavırda bir sınır çizilmesinin gerekli olduğunu vurgulamaktadır.
Günümüzde günahların normalleşmeye başlaması, erkek ve kadın arasında İslâm’ın gözettiği bu dengenin iki zıt kutba evrilmesine sebep olmuştur. Bu zıt kutuplardan biri, kadın ve erkek arasında iletişimde ve tavırda hiçbir sınır tanımazken diğeri erkek ve kadını birbirinden tamamen soyutlamayı hedef edinmiştir. Dolayısıyla birincisi İslâm aile yapısında kırılmalara neden olurken ikincisi toplumdan ve hayattan bihaber olan başta kadın olmak üzerek kadın ve erkek profilinin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
İslâm, diğer meselelerde olduğu gibi karşı cinsle iletişime geçme meselesinde de kadın ve erkeğin fıtratını göz önüne almakta ve aşırıya kaçmayan bir hassasiyet oluşturmaktadır. İslâm’ın gözettiği bu hassasiyetin keyfiyetini ancak Müslümanların yegâne örneği olan Fahr-ı Kâinat Efendimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) öğrenmek mümkündür. O, toplumdaki kadınlardan kendini soyutlamamış, onların bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını, problemlerini dinleyen ilk mercii olmuştur.
Örneğin Ensar hanımları bir gün Peygamber Efendimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelmişler ve “Ey Allah’ın Resulü! Senin anlattıklarını öğrenme konusunda erkeklerden bize sıra gelmez oldu. Bizzat bize bir gün tayin etseniz de o gün gelerek Allah Teâlâ’nın size öğretmiş olduklarından bize öğretseniz.” diyerek bir sitemde bulunmuşlardır. Bunun üzerine Allah Resulü de onların bu isteğini kabul ederek onlara bir gün tayin etmiştir.[3]
Burada Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kadınları kendinden uzaklaştırmayıp dinlediği ve sonradan onları belli bir mekânda toplayıp tebliğ ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu hadis, bizlere bir kadının bir ihtiyaçtan ötürü bir erkekle konuşabilmesinin mümkün olabileceği ve eğitimin kadınlar için de var olması gerektiğini göstermektedir.
Hadis-i Şeriflerde kadınların Allah Resulü’ne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendi özel, mahrem durumlarını bile sorduklarını, Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise bunu gayet olağan karşıladığı da görülmektedir. Nitekim sahabi hanımlardan Ümmü Süleym’in (Radıyallahu Anha) Allah Resulü’ne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelerek, “Ey Allah’ın Resulü, Allah Teâlâ hakkın söylenmesinden çekinmez. Bir kadın ihtilam olduğunda ona gusül gerekir mi?” diye sormuş, Allah Resulü de (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun bu sorusuna “Eğer kişi meni geldiğini görürse yıkanır.” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Ümmü Süleym (Radıyallahu Anha) elleriyle yüzünü kapatarak, şaşkın bir hâlde “Kadın da ihtilam olur mu?” diye sormuş, bunun üzerine Allah Resulü “Allah iyiliğini versin, kadın da ihtilam olur, yoksa çocuk annesine nasıl benzesin?” şeklinde latife yapmıştır.[4]
Ümmü Süleym’in utana sıkıla Allah Resulü’ne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelmesi, mahrem bir meseleyi sorması ve Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de Ümmü Süleym’in utancının farkında olarak latifeyle karşılık vermesi, Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kadınların her durumlarıyla bizzat ilgilendiğini ve bunu anormal karşılayıp onlardan yüz çevirmediğini gösterir.
Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) karşı cinsle iletişimdeki tavrı, şu Hadis-i Şerif ile de anlaşılabilir: Sıkıntısı olan bir kadın, Peygamber Efendimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelerek: “Ey Allah’ın Elçisi! Sana (danışacak) bir hacetim var.” demiş, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de “Ey falancanın annesi, yollardan hangisini dilersen bak da senin için hacetini göreyim.” buyurmuş ve ardından kadınla birlikte yollardan birisine çekilmiş, o sırada da kadın ihtiyacını arz etmiştir.[5]
Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sıkıntısı olan bir kadını, kadın kendisini daha rahat ifade etsin diye yolun kenarında dinlemiştir. Dolayısıyla bu hadis, bir kadının bir ihtiyaçtan ötürü bir erkekle konuşabilmesine ilave olarak halvet gerçekleşmeyecek şekilde kadın ve erkeğin bir gerekçeden dolayı aynı ortamda bulunabileceğini göstermektedir. Ayrıca Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) konuşma yerinin tercihini kadına bırakması da O’nun ayrı bir inceliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Netice olarak günümüzde karşı cinsle iletişim meselesindeki katı veya gevşek olarak adlandırılan uç tavırların Allah Resulü’nde (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olmadığı görülmektedir. O, bir sınır içerisinde hanımlarla konuşmuş, onları eğitmiş, onların bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını her zaman ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Dolayısıyla bizlerin de her konuda olduğu gibi bu konuda Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tavrını, tutumunu benimsemesi iki ucun zararlarından bizleri koruyacaktır.
[1] Nur Suresi 30
[2] Nur Suresi 31
[3] Buharî, “İlim”, 32
[4] Buharî, “İlim”, 50
[5] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 12198