Cumartesi, Mayıs 17, 2025

İki Dinle Bir Söyle

Zeynep Sultan Sınırlı

Paylaş

“Söyleyenden dinleyen arif gerek!” İyi bir dinleyici olmak evvela insanın kendini anlaması sonra da dış dünyasını anlaması için gerekli bir marifettir. Atalarımız, “Söyleyenden dinleyen arif gerek!” derken çok konuşmak yerine çok dinlemenin daha iyi olduğunu vurgulamışlardır. Çünkü dinlemek öğrenmenin en önemli yollarından birisidir. Bunun yanında çok konuşan birinin çok hata yapma olasılığı da daha fazladır. Siz ne kadar konuşursanız konuşun söylediklerinizin anlaşılması, dinleyenin bilgi ve anlayış kabiliyetine bağlı olarak gerçekleşir ya da gerçekleşmez. Zaman zaman üstü kapalı, söz sanatları içeren ve derin anlamlı konuşmalar yapıldığında bu ancak dinleyicinin konu hakkındaki önbilgisine göre verimli olabilir.

ANLAMAK ANLAŞILMAK

Baktığımızda iletişimin bize sunması gereken hizmetlerden biri de birbirimizle anlaşmaktır. Söyleyenin amacı anlatmaksa dinleyicinin amacı da anlamak olmalıdır. Sözün kıymeti anlaşıldığı zaman ortaya çıkar. Anlamanın yolu dinlemektir. Sözüne kıymet verilmeyen biri için ne deriz; kendi söyler kendi dinler. Dinleyenimiz olmasa kendi kendimizle ne kadar konuşabiliriz?

Bir adada mahsur kalsak belki günlerce belki aylarca konuşuruz kendimizle ama sonunda yalnızlıkla bir anlaşma imzalayıp susarız. Çünkü dinleyenimiz yoksa konuşmak iletişim olmaktan çıkar. Mesele tam da bu noktada, anlatılanın dinleyiciye göre şekil alabilen bir dinamik olduğunu gösterir bize. Hepimiz hayatta en az bir kez “Ben onun anladığı dilden konuşurum!” demişizdir. Yani biliriz ki aynı konuyu dinlemiş olan her insanın anladıkları kendi zihin dünyasına göre biçimlenir. İnsanoğlu ne anlatır durur peki sürekli birbirine? Kim, derdi ne ise onu anlatır aslında yüzyıllardır.

DİLDEN DİLE EFSANELER

Anlatının en dikkat çekicisi, en eskisi, en yaşlısı kimdir dersek; elbette destanlardır. Dinleyenlere heyecan veren, dinledikçe “Gerçekten mi?” dedirten insanları yakından ilgilendiren hemen her olay destanlara konu olabilir. Bu konular genel hatlarıyla yaratılış, savaş, bir şahıs, bir milletin kahramanlıkları veya doğal afetlerdir. Hikâye dışında içine katılan öğüt, kıssa, masal ve epik karakterli biyografik bilgilerle zenginleştirilerek manzumeler şeklinde ortaya konan destanlar kültürümüzün korunması gereken kültürel miraslarıdır. Destan farklı kültürlerde de efsane vb. tanımlamalar altında bulunur. Hemen her toplumun kendi tarihine ait destanları ya da efsaneleri anlatılarak dilden dile aktarılmış ve sonradan kaleme alınarak günümüze ulaşmışlardır. Kaleme alınmadan önce ki tüm süreç aslında iki önemli görevi barındırır. Birileri sürekli “Kopuz çaldı, söz söyledi, deyiş dedi.” birileri de pür dikkat kesilip dinledi. Yoksa biz nasıl bilirdik Dedem Korkut gelsin Dirse Han Oğluna Boğaç Han adını versin? Göktürklerin Ergenekon ismini verdikleri vadiden dağı demirle oyup çıktıklarını, Battalgazi’nin, Köroğlu’nun kahramanlıklarını dinleyenler ve yeniden anlatanlar olmasa öğrenemezdik. Peki, anlatılmış ama unutulmuş yüzlerce insan hikâyesi varken bizim hatırlanıp yazıya geçirilen bunca destanımız nasıl muhafaza edilmiş?

Anlatan dinleyici öyle etkilemiş öyle heyecanlandırmış ki; dinleyen Deli Dumrul’la korkmuş, Saltuk Gazi ile Avrupa’da gezmiş durmuş ve Alp Er Tunga’nın ölümüyle de yas tutmuştur. Anlatılan destanları ve deyişlerin altında kendinden birer parça bulan Türk halkı sözleri özümseyerek benimsemiş. Oğuz destanında, Oğuz Kağan’a insanüstü özellikler atfedilerek heyecanla anlatılması, dinleyicilerde kendilerini güvende hissetme ve sığınma hissiyatıyla devlet olma bilincini benimsetmiştir. Burada sözün canının olduğunu ve iletişim kuran iki birey içinde sözlerin canlı bir dinamik oluşturduğunu söyleyebiliriz.

İnsanımız, anlatıldıkça dinlemiş, dinledikçe anlatmış destanlarımızı. Bu gelenek törenlerde, cemiyetlerde yaşatıldıkça atalarımızın sözleri bin yıldan fazla canlı kalarak bugün hayattadırlar. Bizim destanlarımızın en büyük öğretilerinden biri de sabır, hoşgörü, cesaret gibi erdemlerin ötesinde az söz ile öz söz söylemek ve toplumu öğretici olaylarla beslemektir. Sözün özü bittiğine göre Dedem Korkut gelsin neşeli havalar çalsın, gazi erenlerin başına gelenleri anlatsın; “Hanı dediğim bey erenler, Dünya benim diyenler, Ecel aldı yer gizledi, Fani dünya kime kaldı. Dedem Korkut dua etti Han’ım: Kadir Mevla seni namerde muhtaç etmesin, Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun, Amin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün, Derlesin toplasın günahımızı, Muhammed Mustafa’ya bağışlasın Han’ım hey!

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir