İnsan bir bilmece gibi; başkalarını tanımaya çalışırken bir yandan kendi dünyasını da çözmeye uğraşıyor. Ama bu o kadar kolay değil, başka dünyalardan yardım almak şart. Edebiyat da burada devreye giriyor. Bir şiir dizesinde kendimizi bulmak daha kolaydır, bir roman karakteriyle çok daha içten eşleştiririz hikâyemizi. Zira Haldun Taner’in dediği gibi, edebiyat insanı insanla anlatma sanatıdır.
Hamlet’in tereddütleri ve insan doğasının karanlık tarafı üzerine düşünceleri, insanın hem iyiye hem de kötüye yatkın olduğunu gösterir mesela. Ünlü alıntı buna dairdir:
“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu:
Zihnin katlanması mı daha soylu,
Zalim kaderin sapanlarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizine karşı durmak mı?
Ve direnerek onlara son vermek?”
Okurken biz de tereddütte kalabiliriz Hamlet gibi. Raskolnikov da Suç ve Ceza’da benzer iç çatışmaları yaşar: “Ben bir bit miyim, yoksa bir insan mı? Ben titremeli miyim, yoksa hakkım olanı almalı mıyım?”
Madam Bovary’de Emma’nın hayal kırıklıkları ve mutluluk arayışları canımızı acıtır. “Hayal ettikleriyle gerçek arasında sıkışıp kalmıştı; her şey ona bir boşluk gibi geliyordu.”
İçimizdeki Şeytan’da Ömer’in düşünsel git gelleri okura çok yakındır çünkü insanîdir. “Ben kendi irademle mi hareket ediyorum, yoksa içimde bir şeytan mı var? Beni kötü olmaya, zayıf kalmaya, iradesizce sürüklenmeye iten bir güç mü var?”
Bazı eserler bizzat buna yöneliktir, örneğin Peyami Safa’nın Yalnızız romanı. Bireyin yalnızlığını, modern yaşamın getirdiği yabancılaşma ve toplum ilişkileri bazında inceler. Karakterlerin içsel dünyasına yaptığı derin yolculuklarda insan doğasının karmaşık yapısını görürüz. “İnsan, ruhunun derinliklerinde ne istediğini bile bilmeyen, kendi içindeki uçurumları keşfetmeye cesaret edemeyen bir mahlûktur.”
İnsan doğasının karmaşıklığını ele alan bir başka roman da Cennetin Doğusu’dur. John Steinbeck insanın ahlaki mücadelelerini ve kader ile özgür irade arasındaki çatışmayı derinlemesine işlerken Ömer’e yani Sabahattin Ali’ye cevap verir:
“Ama belki her insanın içinde bir canavar vardır. Belki de herkes, kendisini neyin iyi ve neyin kötü yaptığını bilmek ister. Belki de kimse, kendi karanlığını bütünüyle göremez.”
Havada Bulut da bu temadaki hikâyelerin toplandığı eserdir. Sait Faik hayatın küçük anlarını büyük bir duyarlılıkla ele alır, hikâyeleri insan doğasına dair gözlemler ve samimi bir melankoli hissi barındırır. “İnsan, her zaman aradığını bulamaz. Ama bazen bulduğuna inanır.”
Tutunamayanlar’da Oğuz Atay, Selim Işık karakteri üzerinden modern insanın yalnızlığı, toplumla uyumsuzluğu ve varoluşsal sorgulamaları ele alınır. “İnsan kendini tanıdıkça, başkalarını daha iyi tanır. Ama bir insanın kendini tanıması için, her şeyden önce başkalarının bakışlarını silmesi gerekir.”
Körlük romanında toplumun aniden körleşmesiyle ortaya çıkan kaos ortamında, insan doğasının temel özellikleri ve ahlaki değerleri sorgulanır. “İnsanlar ne zaman gerçekten körleşirler? İşte bu, insanların sadece gözleriyle değil, kalpleriyle de görmeleri gereken andır.”
Şiirlerde insanı bulmak, insanı çözmek daha doğaldır. İnsan her yerde aynı insan, acıları benzer, yürek çığlıkları benzer, gülüşleri ve gözyaşları aynı renktir.
Cemal Süreya insan doğasını şiirde gösteren edebiyatçılardan biridir, “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem, yalnızlığın başkenti orası.”
“Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.” diyor ya Orhan Veli, insana dair ne varsa şiirde romanda hatırlarız adeta.
Cahit Sıtkı bize zamana dair korkularımızı hatırlatır;
“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.”
Yahya Kemal ölüm gerçeğini yüzümüze vurur;
“Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.”
Nazım Hikmet ise sıradan insan olmayı:
“Merdivenlerdeki adam – Galip Usta –
tuhaf şeyler düşünmekle
meşhurdur:
“Kâat helvası yesem her gün” diye düşündü
5 yaşında.”
Aslında bu macera hiç bitmeyecek, kendimizi arayışımız hep sürecektir. Yine de edebiyatta kendimizi bulmak rahatlatır; yalnızken bile yalnız olmadığımızı bilmek demektir bu.
“Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim
Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde
Eliniz beyazken uzatın isterim
Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim”
Gülten Akın