Peygamberleri örnek vererek anlattığı fikre, aktardığı bilgiye, paylaştığı hisse “Ama onlar Peygamber!…” karşılığını almayan bir Mümin herhalde yoktur. Evet, Peygamberler masumdur, günaha düşmez ve meyletmezler; zira onlar Allah tarafından seçilmiştir, ilahi vahyin muhafızı ve elçileridir. Öyleyse onlar nasıl hem birer insan, hem de birer kuldur? Bir Peygamberin konumu, yalnızca emir ve nehiy tebliğinden mi ibarettir, onun yaşantısının Kur’an ile bize aktarılmasının sebebi nedir? Peygamber ve Allah arasında insani açıdan nasıl bir iletişim vardır ve bu iletişimin bizim için anlamı nedir? Bu sorulara verilebilecek pek çok cevap arasından yalnızca bir Peygamberi, bir yönü ile, hep birlikte ele alalım mı?
İBRAHİM SURESİ’Nİ TANIYALIM
İbrahim Suresi Mekke’de elli iki ayet olarak nazil olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de Huruf-ı Mukattaa olarak isimlendirilen kesik harflerden “Elif-Lâm-Râ” ile başlayan beş sureden biridir. Mushafta on dördüncü sıradadır. İsmini 35-41. Ayetler arasında kıssası anlatılan İbrahim Peygamber’den alır.[1] Surede sırasıyla Mûsa ve Nûh Peygamberlere, Âd ve Semûd kavimlerine atıflarda bulunulmakta, kafirler ile güzel ve kötü sözün misalleri verilmektedir. İstediği her şey kendisine verilen insana, sayıp hesap etmesinin imkansız olduğu vurgusuyla birlikte Allah’ın verdiği nimetler hatırlatılmakta, bundan sonra İbrahim Peygamber’in dilinden dualar ve Efendimiz’e yaptıkları karşısında zalim kafirlerin cezasız kalmayacağı, cehennem tasvirleriyle anlatılmaktadır.[2]
Peygamberimiz (Aleyhisselam) “Allah’ın verdiği nimetleri nankörlükle karşılayanları ve milletlerini helak yurduna, yaslanacakları cehenneme götürenleri görmüyor musun?”[3] ayetleri hakkında: “Onlar vallahi Kureyş kafirleridir. Nankörlükle karşılanan nimet de Muhammed’dir (Aleyhisselam). “Helak yurduna götürdüler”in manası, “Bedir Günü ateşe götürdüler demektir.” buyurmuştur.[4] İbrahim Suresi Mekke sürecinin son döneminde 11-13. Hicrî yıllar arasında nazil olduğu nakledilen bir sure iken, Peygamberimiz bu Hadis-i Şerif’i Bedir Savaşı’ndan sonra zikretmiştir. Bu rivayet sebebi ile bu ayetlerin Medine’de indirilmiş olduğu da nakledilir.
KUR’AN-I KERİM’DE İBRAHİM SURESİ BAĞLAMINDA ALLAH’LA İLETİŞİM BİÇİMİ OLARAK DUA
Hüzün senesi olarak adlandırılan Mekki onuncu yıldan sonra, Hicret’ten kısa bir süre önce indirilen İbrahim Suresi, Peygamberimiz’in (Aleyhisselam) Kureyşli kafirler tarafından büyük hakaretlere maruz bırakıldığı, kan ve asalet bağının güç nişanesi olduğu bir toplumda himayesiz kaldığı bir döneme rastlar. Risalet sürecinde Efendimiz’i babası makamında olan amcası Ebu Talip korumuştur. Onun vefatından sonra davet maksadıyla gidip, yaralı halde döndüğü Taif’in hüznü, sonraları Medine olacak Yesrib’ten gelen küçük bir topluluğun biatiyle teskin olmuştur. Bu ortamda Allah Teala Efendimiz’e hem zürriyet, hem nübüvvet bakımından atası, İbrahim’i hatırlatmıştır.
Kur’an’da bizler için “üsvetün hasenetün/en güzel örnek” olarak takdim edilen iki Peygamber’den biri İbrahim, diğeri Efendimiz’dir.[5] En güzel örneklerin ilki İbrahim Peygamber’in İbrahim Suresi’ndeki 35-41. ayetlere yansıyan en dikkat çekici yönü “dua”dır. İbrahim Peygamber yaşlandığı çağda müjdelendiği oğlu İsmail’i ve eşi Hacer’i Mekke’de bırakırken, önce bu şehrin emin bir yer olması için dua etmiştir. Halbuki Efendimiz bu ayetler inerken, hayatının en güvensiz ortamındadır. İbrahim Peygamber’in bir diğer duası tevhid inancında kendinin ve neslinin istikamet üzere daimi olması, bu konuda kendisine tabi olunmasıdır. Bu duayı “namaz kılmaları için” ekinsiz vadiye yerleştirdiği oğluna, gönüllerin meyli ve rızıkların celbi için duası takip eder. Bu ifadelerle adeta Efendimiz Kabe’siz, zemzemsiz fakat Allah’ın Habibi Nebî ile bereketli Medine’ye dönüşecek Yesrib’e hicrete hazırlanmakta, Medine’nin dönüşümü önceden müjdelenmektedir. Nihayetinde İbrahim (Aleyhisselam) namaz kılanlardan daimi olarak olabilmeyi kendisi ve zürriyeti için ister. Buraya kadar olan tüm dualar, kabul edilmeleri talebiyle nihayetlenir.
İbrahim (Aleyhisselam), Allah Teala’nın vahyini emanet ettiği, “Halil/Dost” olarak edindiği, kendisine ateşi serin ve selamet kıldığı ve pek çok fazilete sahip bir ulu’l-azm Peygamber[6] olarak Allah’la iletişiminde, her çağda, her makam ve mevkideki genç ya da yaşlı kulun isteyebileceği üslupla, çaresiz fakat tevekkülle, aciz fakat ümitvar haliyle Rabbi’ne yönelmiştir. Fakat bu noktada tüm insanlar için en zor imtihanlardan biri olan müşrik olarak ölen babasına verdiği sözü[7] hatırlar İbrahim Peygamber ve şöyle der: “Ey Rabbimiz, (kıyamette) hesap ayağa kalkacağı gün beni, ana ve babamı ve bütün iman edenleri yarlığa (bağışla).”[8]
MANASI AÇISINDAN İBRAHİM SURESİ 41. AYET-İ KERİME
Anne ve babasını küçük yaşlarda Rabbi’ne teslim eden, hâmisi olan amcası Ebû Talib’i tevhid nuruyla müşerref olamadan dar-ı bekaya uğurlayan Peygamber Efendimiz’e bir teselli olarak İbrahim atasının dilinden söyletilen bu dua, Müminlerin tüm namazlarının sonunda daimi olarak okudukları bir vird haline gelmiştir. Medine’de halisane Müminlerin intisabıyla batınen, devletleşerek zahiren kuvvetlenecek olan Efendimiz’e en muhtaç olduğu dönemde İbrahimî bir dua olarak talim ettirilen bu ayet, bağışlanma talebiyle başlar. Geçmiş, hal ve gelecek tüm günahları bağışlanan bir Peygamber’in istiğfarı, hem kulluğundaki mahviyetin göstergesidir, hem de dua etmede öncelik sırası ve edep olarak ümmetine örnektir. Zira duanın kabul makamı Rabbimiz’dir ve O bu şekilde öğretmiştir. İbrahim Peygamber’in şirk üzere olan babasına dua etmesi henüz yasaklanmamıştır ve Peygamberimiz’in de anne-babasına dua etmesi istenmiştir. Öyleyse evladın anne babasına duası, kendisinden sonra ilk duası olmalıdır. İbrahim Peygamber’in hem oğlu İsmail’e, hem ümmetine, hem de Efendimiz’e öğrettiği metot budur. Medine’de Tevbe Suresi 114. Ayetle İbrahim Peygamber’e yasaklanacak olan müşrik babasına dua etme, yine İbrahim Peygamber’in örnekliğiyle Peygamberimiz için de geçerli olacaktır. Ancak Peygamberimiz’in anne-babasının Hanif olduğu, şirke düşmediği nakilleri doğrultusunda yasaklanan bu duanın amcası Ebu Talip için olduğu söylenmiştir. Tüm Müminler için bağışlanma talebi ise, adeta İbrahimleşmesi istenen gönüllerden erişmeleri umulan merhametle edilecek duanın talimidir.[9]
NEBEVÎ BİR DUA: “BENİ, ANNE-BABAMI, TÜM MÜMİNLERİ BAĞIŞLA!”
Allah’ın kulu için seçtiği dünyaya gelme vesilesi olan ebeveyn/anne-baba Kur’ân-ı Kerim’de yirmi kez birlikte zikredilmekte; dördü dua cümlesinde yer almaktadır.[10] Bunlardan Nuh Suresi 28’de bu kez Nuh Peygamber tarafından İbrahim Peygamber’in duası gibi, kendisi, anne-babası ve tüm Müminler için bağışlanma talebi daha detaylıca aktarılmaktadır.
Zahiren baba vesilesiyle dünyaya eklenen, fiziki ve kalbi bağlarla hayat boyu anneye bağlanan insanın, batınen bağlı olduğu bir varlık daha vardır ki o da Mevlana’ya göre “anne”dir: “Peygamber baştan başa kulaktır, gözdür. O bize süt veren annedir, bizse bebeğiz.”[11] Demektedir Mevlana. Dünyada Efendimiz’in dilinden “ayakları altında cennet” olmakla müjdelenen, karşılıksız daima verici olmaklık ve bir insanın diğerine dünyada verebileceği en büyük zahmeti yüklenme bakımından anne öncelikli olmakla birlikte, evlad için anne-babası, Peygamberler’in Allah’la iletişimine en yüksek ve öncelikli mertebeden konu olmuştur. Yaşarken ve vefatlarından sonra anne-babaya ya da kişinin bu makamda gördüğü büyüklerine dua etmek, hem Nuh, hem İbrahim Peygamber’in, hem Efendimiz’in bir sünneti, hem de Allah’la iletişimde kalmaya çalışan kulların en özel göstergelerinden bir tanesidir.
[1] Emin Işık, “İbrâhîm Sûresi”, TDVİA, 2000, 21: 351, 352
[2] Paragraftaki sırasıyla bkz: İbrahim Suresi 5-8, 9-18, 19-22, 24-27, 32-34, 35-41, 42-52
[3] İbrahim Suresi 27, 28
[4] Buhari, Megazi 7; Tefsir, İbrahim 3
[5] Ahzab Suresi 21, Mümtahine Suresi 4, 6
[6] Ömer Faruk Harman, “İbrâhîm”, TDVİA, 2000, 21: 266-272
[7] Tevbe Suresi 114, Mümtahine Suresi 4
[8] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990, 1: 385
[9] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Lübnan-Beyrut, Dâru’l-Fikr, 1981
[10] Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mucemu’l-Müfehres, Kahire, Daru’l-Hadis, 2007
[11] Mesnevî, 312