Yaratılmışlardaki zıtlık ya da eşlik/tamamlayıcılık-eksiklik, o şeylerin aslından, tabiatından, Kur’an’ın ifadesiyle fıtratındandır. İyi olan bir şeyde aynı anda potansiyel olarak kötü bulunabilmesi kadar, yaratılış olarak bir şeyin mahza/sırf, doğrudan, iyilikten, faydadan, güzelden ibaret olabilmesi de mümkündür ve bu ancak Allah Teala’nın takdiri iledir. Tarafında kötünün, yanlışın, çirkinin hiçbir emaresini, türünü, versiyonunu bulundurmayan olarak tarif edilebilecek “hak” kavramı, zıddı “bâtıl” ile tanınan ve anılanlardandır. Müfessir Râzî’nin (v. 606/1210) ifadesiyle “Bâtılı hükümsüz bırakıp, hakkı yerleştirmek, Allah’ın adetindendir.”[1] Peki hak ile bâtıl nasıl anlaşılabilir, hakkın hakkını vermek ve bâtılı hükümsüz kılmak konusunda insana düşen nedir?
RAD SURESİ’Nİ TANIYALIM
Kur’an-ı Kerim’in Mekke’de ya da Medine’de indirilen surelerinden olduğu konusunda hakkında farklı rivayetler nakledilen ve çoğunlukla Mekke’de indirildiği görüşü tercih edilen Rad Suresi, 43 ayettir. Mushaf’ta on üçüncü sırada yer alır. “Rad” ismi, surenin on üçüncü ayetinde zikredilir ve “gök gürültüsü” anlamına gelir.[2]
Allah Teala’nın yaratışında, isim ve sıfatlarında, kudret ve azametinde ortak kabul etmeyişinin misallerle anlatıldığı, Peygamberimiz’in (Aleyhisselam) nübüvveti hakkındaki iddialara cevaplar verildiği, ahirete iman eden ve inkar edenlerin akıbetlerine dikkat çekilen sure[3] hakkında Peygamberimiz’den şöyle nakledilmiştir: Ebu Hureyre (Radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah, Cenab-ı Hakk’ın: “Arzda birbirine komşu kıtalar vardır, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki hepsi bir su ile sulanıyor. (Böyle iken) biz onlardan bazısını, yemişlerinde (ve tatlarında), bazısından üstün kılıyoruz. İşte bunlarda da aklını kullanacak zümreler için elbet ayetler vardır.”[4] Ayetinde geçen “fadl/üstünlük”ü şöyle açıkladı: “Bu onların, kalitesiz, Fârisî çeşitten, tatlı ve ekşi oluşlarıdır.”[5]
KUR’AN-I KERİM’DE RAD SURESİ BAĞLAMINDA MESELLER VE HAK İLE BÂTILIN MİSALLE ANLATIMI
Sözlükte “mesel” kelimesi “delil, sıfat, benzer, halk arasında yaygınlaşmış söz” olarak tarif edilir, çoğulu “emsâl”dir. Kur’an’da “mesel” kavramı, örnek, ibret, siret, özellik anlamlarında kullanılır. Meydana gelen bir durum karşısında söylenen meseli aslî haline benzeyen yeni durum için söylemeye ve kullanmaya “darbü’l-mesel” denir. Kur’an’daki hakikatleri insanların anlayış ve idrakleri için kolaylaştırmak, ayetlerdeki mâna ve maksadı insan ruhunda iz bırakan ve hayranlık uyandıran bir biçimde kısa ve özlü olarak ifade etmek üzere varid olan meselleri inceleyen ilim ise “emsâlü’l-Kur’an” olarak tanımlanır.[6]
Kur’an’da etkili bir anlatımla örnek ve ders alınması maksadıyla hakîkî ya da temsîlî olarak aktarılan meseller, gerçekleşme zamanı ve mekanı bakımından yeniden mümkün durumlara işaret etmekle “kıssa” anlatımından ayrılırlar.[7] Zira kıssaların hakikat olarak vukuu sabittir, tekrar bizatihi gerçekleşme imkanının olmayışı ve bu amacı taşımadıkları açıktır. Allah Kur’an’da meselleri “insanlar düşünsünler diye anlattığını” beyan eder.[8] Rad Suresi’nde meselle açıkladığı hususlardan ikisi “hak” ile “bâtıl” kavramlarıdır. Allah şöyle buyurur: “O, gökten bir su indirmiştir de vadiler kendi miktarlarınca sel olmuştur. Sel de yüze çıkan bir köpük yüklenip götürmüştür. Bir ziynet veya bir meta ara(yıp yap)mak için ateşte üzerine (körükleyip) yaktıkları şeylerden (madenlerden) de bunun gibi bir köpük (posa hasıl olur). İşte Allah, hak ile bâtılı böyle çarpıştırır. Ama köpük atılır gider. İnsanlara fayda verecek olan şeye (asla, cevhere) gelince: İşte bu, yeryüzünde kalır. Allah böylece misaller îrad eder.”[9]
MANASI AÇISINDAN RAD SURESİ 17. AYET-İ KERİME
Ayet-i Kerime’nin öncesindeki 16. Ayette Allah’a iman ve O’nu inkar edenlerin durumu mukayeseli bir biçimde anlatıldıktan sonra, 17. Ayette verilen bu misaldeki hakkın imanı, bâtılın ise küfrü karşıladığı ifade edilmiştir. Müfessirler gökten indirilen su ile -Rad Suresi 19’da da belirtildiği üzere- Kur’an’ın, vahyin; vadiler ile vahiyden ve Efendimiz’den istidat ve kabiliyetleri kadar nasiplenen müminlerin kalplerinin; köpük ile küfrün, şirkin ve imanın zıddı olan herşeyin, nefste oluşan şüphe ve vesveselerin temsil edildiğini ifade ederler. Burada gökten inen sudaki veya meydana gelen seldeki köpüğün imkan ve icadı bütünüyle Allah’a aittir. Ancak Allah hakkı galip getirme ve bâtılı imha etmenin sadece Kendisi’ne mahsus olmadığını hatırlatıcı şekilde, gökten indirdiği su gibi, gökten indirdiği madenlerin işlenerek su gibi akıcı hale gelmesi durumunda, insan eliyle de bir köpük meydana getirildiğini hatırlatır. Kur’an’da yalnızca bu ayette misal verilen köpük, atılmaya, geçiciliğe, faydasızlığa mahkum, küfür, şirk, şüphe ve vesveseden ibaret bâtılı temsil etmektedir. Hak olan ise daimi kalıcı, faydalı ve zararlıdan arındırılmış olan, din, ilim, hikmet ve marifettir.[10]
Peygamberimiz’in (Aleyhisselam) meselle anlattığı şu hakikat, bu ayeti de şerheder niteliktedir: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.”[11]
HAKKIN HAKKI
Kur’an-ı Kerim’de 286 kez zikredilen “hak” kavramıyla -en genel anlamda- Allah’tan olan kastedilir. Kendisini “Hakk’ın ta kendisi” olarak vasıflayan, Resulü’nü hak üzere gönderen Allah, Kitabı da, dini de “hak” olarak tavsif etmiştir.[12] Kullarına hakkı batılla örtmemeyi ve hakkı gizlememeyi[13], (kısas, cihad gibi) meşru hakkın ifası olmadıkça Allah’ın haram kıldığı bir canı öldürmemeyi[14], Peygamberleri özelinde ise insanlar arasında hak üzere hükmetmeyi[15], vahyolunan kıssaları hak üzere anlatmayı[16] emretmiştir. Bu nedenle Hakk olan Allah’ın hak olarak tavsif ettiklerinin hakkını vermek, bâtılı hükümsüz kılmak, kulların vazifesidir.
[1] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Lübnan-Beyrut, Dâru’l-Fikr, 1981, 27: 169
[2] M. Kâmil Yaşaroğlu, “Ra‘d Sûresi”, TDVİA, 2007, 34: 383, 384
[3] Paragraftaki sırasıyla bkz: Rad Suresi 1-29, 30-37, 38-43
[4] Rad Suresi 4, Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990, 1: 368
[5] Tirmizi, Tefsir, Ra’d, (3117)
[6] İsmail Durmuş, “Mesel”, TDVİA, 2004, 29: 293-297; Bedreddin Çetiner, “Mesel”, TDVİA, 2004, 29: 299-301
[7] Mahmut Ay, Kur’an Kıssalarını Sîret Bağlamında Okumak -Hz. Musa Kıssası Örneği-, İstanbul, Ensar Yay., 2019, s. 58, 59
[8] Haşr Suresi 21
[9] Çantay, Kur’ân-ı Hakîm 1: 370, 371
[10] er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr; Elmalılı, Hak Dîni
[11] Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15
[12] Hacc Suresi 6, 62, Lokman Suresi 30, Nur Suresi 25; Bakara Suresi 119, Nisa Suresi 170, Fatır Suresi 24; Şura Suresi 17; Tevbe Suresi 33, Fetih Suresi 28, Saff Suresi 9
[13] Bakara Suresi 42, 146, Al-i İmran 71,
[14] Enam Suresi 151, İsra Suresi 33, Furkan Suresi 68
[15] Sad Suresi 22, 26
[16] Maide Suresi 27